Kuran’ın cahiliye şiirinden (Kuran vahyedilmeden önceki Arapların şiirlerinden) etkiler aldığına dair iddialara bu yazıda cevap verilecektir.
Bunun cevabı öncelikle şudur: Kuran’ın vahyedildiği dönemde, Kuran’ın muhataplarının önemli bir bölümü cahiliye şiirini çok iyi bilen kişilerdi. Bunlardan birçoğu Peygamberimizin Allah’ın elçisi olduğu iddiasına itirazlar getirmeye çalıştılar; Peygamberimize “deli” veya “sihirbaz” denmesi gibi suçlamaları ve bunların cevaplarını Kuran’da görüyoruz. Eğer Kuran’la cahiliye şiiri arasında bir benzerlik bulunsaydı, o dönemin putperestleri şuna benzer iddialarda da bulunmuş olmaları gerekirdi: “Bu adam, cahiliye şiirini kopyalayarak bizi kandırmaya çalışıyor.” Oysa cahiliye şiirini gayet iyi bilen o dönemin putperestlerinde buna benzer bir iddiaya rastlanmamaktadır. Kısa zamanda Arap yarımadasına İslam’ın hakim olması da böylesi bir benzerliğin olmadığının kanıtıdır. En ufak alışkanlığını insanın bırakması çok zorken, atalarından gelen dinlerini ve birçok alışkanlıklarını İslam’dan sonra değiştiren, İslam için canlarını ortaya koyan Arap yarımadası halkı cahiliye şiiri ile büyümüşlerdi. Kuran’ın Allah’ın vahyi olmadığı, başka yerlerden (mesela cahiliye şiirinden) derlendiği kanaatinde olsalardı, bu kadar büyük bir değişimi yaşamaları ve Kuran-İslam yolunda hayatlarını ortaya koymuş olmalarını hiçbir mantık kabul etmez.
Tarihsel bir vaka olarak, cahiliye şiirinin en önemli isimlerinden, putperest hakimiyetindeki Kabe’ye asılan muallakaların (o dönemde Kabe duvarına asılmak için seçilen ve kutsallık atfedilen yedi şiir) yazarlarından Lebid’in, Kuran’ın edebi üslubunun etkisiyle Müslüman olduğu, “Kuran’ı duyunca bir daha şiir yazmak bana yakışmaz” diyerek şiir yazmayı bıraktığı bilinmektedir. Cahiliye şiirinin bu önemli uzmanı gibi kişiler, eğer Kuran ile cahiliye şiiri arasında bir benzerlik olsaydı bunu rahatça tespit edecekler ve gündeme getireceklerdi. Oysa tersine, bunlar Kuran’ın bambaşka olduğunu ve cahiliye şiiri gibi insani üretimlerin Kuran ile yarışamayacağını beyan ve tasdik etmişler, bu tasdikleri de lafta kalmamış tüm hayatlarına buna göre yön vermişlerdir.
Burada saptanması gereken önemli husus, günümüzde “cahiliye şiiri” olduğu söylenenlerin mahiyetinin ne olduğudur. “Cahiliye şiiri” olarak günümüze aktarılan şiir, ilk olarak Kuran’ın vahyedilmesinden sonraki 2.-3. yüzyılda karşımıza çıkmaktadır; bazılarının sandığı gibi Kuran vahyedilmeden önceki dönemden kesintisiz gelen bir kaynak söz konusu değildir. (Konuyu bilen hiç kimsenin böylesi bir iddiası yoktur.) Birçok Oryantalist “cahiliye şiiri” olarak anılan şiirin Kuran’ın vahyinden sonra uydurulduğunu ifade etmişlerdir. 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan ünlü Arap dili ve şiiri uzmanı Taha Hüseyin de “cahiliye şiiri” olarak kitaplarda aktarılanların İslam uygarlıklarının döneminde yazılmış şiirler olduğunu saptamıştır. Bunlara göre “bir şiir ne kadar eskiyse o kadar makbuldür” anlayışıyla ve “kendi tarihini şanlı gösterme” gayretiyle, “cahiliye şiiri” başlığıyla şiir nakledenler, kendilerinin şiirlerini ve yaşadıkları dönemin yakın döneminde işittikleri şiirleri Kuran vahyedilmeden önceki dönemlere atfettiler.
Burada şunu da göz önünde bulundurmalıyız; Taha Hüseyin’in bahsettiği şekilde şiir uydurulduğu dönemde Müslüman toplumlarının hayatlarını, zihinlerini inşa eden an önemli metin Kuran’dı. Yani bu dönemde “cahiliye şiiri”ni uyduranların zihinlerine de yetiştikleri kültüre de Kuran hakimdi. Bu ise mevcut şiirlerin bir kısım mısralarıyla Kuran arasında neden benzerlik olduğunun açıklamasıdır. “Cahiliye şiirleri” putperest dönemde yazıldığı için bu şiirlerden beklenen bunların birçoğunun putlara övgülerle dolu olmasıdır; fakat bu şiirlerde böylesi bir özelliğin gözlenmemesi ve İslami öğelere rastlanması ünlü Arap dili ve şiiri uzmanı Taha Hüseyin’in tespit ettiği gibi bu şiirin Kuran vahyedildikten sonraki dönemlerde uydurulduğunun delillerindendir.
Önemli bir hususu bir kez daha tekrar edeyim; bazılarının sandığı gibi cahiliye döneminden kesintisiz gelen ve bu dönemin şiirlerini aktaran yazılı bir belge kesinlikle mevcut değildir. İlk olarak “cahiliye şiiri” olarak aktarılan şiirler, yazılı bir şekilde Kuran vahyedildikten sonraki (Hicri) ikinci yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzyılda karşımıza çıkan kaynaklarda aktarılan şiir ise çok azdır, asıl büyük çoğunluk bu asırdan sonra aktarılmıştır. İkinci asırda “cahiliye şiirleri” olarak şiirleri ilk yazıya geçiren Hammad er-Raviye’dir (şiirleri hafızasından nakleden büyük ravilere “Raviye” denmektedir). O da putperest hakimiyetindeki Kabe’ye asılan yedi muallaka gibi çok az bir şiir nakletmiştir. Bu arada Hammad er-Raviye’nin öğrencisi Halef el-Ahmer’in cahiliye şairleri adına şiir uydurduklarını itiraf ettiği birçok kitapta belirtilmektedir. Er-Raviye’ye yakın dönemde yaşamış olan Mufaddal ed-Debbi de kitabı Mufaddalliyat’ta “cahiliye şiirleri”nden derleme yapmıştır. Bunlardan sonra üçüncü asrın başlarında vefat eden Asmai’nin kitabı Asmaiyyat da “cahiliye şiirleri”ni derlemiştir. İkinci asırdaki bu kitaplarla nakledilen ve “cahiliye şiiri” olduğu söylenen şiirlerin sayısı oldukça düşüktür. Ancak Hicri 231’de vefat eden hem İslam dönemi hem “cahiliye dönemi” şiirini nakleden Cumahi’nin kitabından sonra “cahiliye şiiri”ni nakleden hacimli kitaplar gözükmektedir. Bu döneme kadar şiirlerin kulaktan kulağa nakledildiği ve şiirini makbul göstermek için birçok kimsenin geçmiş dönemlere atfettiği hatırlanırsa, bu şiirlerin neden cahiliye döneminde söylendiği iddiasının güvenilmez olduğu anlaşılır. Çok daha titiz olunmasına rağmen benzer şekilde (iki asır ezberden nakilden sonra yazılan) toplanan hadis kitaplarında bile birçok mevzu (uydurma) hadis olduğunu hatırlarsak, neden “cahiliye şiiri” olduğu iddia edilen şiirlerin güvenilmez olduğu anlaşılır.
Sonuçta “cahiliye şiiri” olduğu iddia edilen şiirlerin; hem metinlerini incelediğimizde putlara övgü yerine İslami motifler taşımaları gibi özelliklerinden, hem birkaç yüzyıl sadece ezberle korunmaları gibi güvenilmez bir metotla aktarılmalarından, hem şiirini daha değerli göstermek isteyenlerin uzak geçmişe bunları atfettiğinin anlaşılmasından, hem de bu şiiri aktarma faaliyetlerinde yer alanların itiraflarından güvenilmez oldukları anlaşılmaktadır. (Bu söylediklerimiz, elbette hepsinin uydurma olduğu anlamını taşımamaktadır.) Bu şiirlerin uydurulduğu dönem ve yerde, insanların zihinlerinin Kuran ile şekillenmeleri gibi sebeplerle ise bu uydurmalarda Kuran’ın etkisinin de olduğu anlaşılmaktadır. Sonuçta “cahiliye şiiri” diye aktarılan şiirin bazı mısralarıyla Kuran arasında bir benzerlik görüldüğünde; bu benzerliğin, Kuran’dan etkilenen şairlerin bu şiirleri uydurmasından kaynaklandığı anlaşılmalıdır. Nasıl ki belli tip bir müziği dinleyen veya belli bir şairi okuyanların sonradan yazdıkları söz ve şiirlerde bu etki gözüküyorsa; Kuran’ın zihinleri şekillendirdiği bir asırda uydurulan bu şiirlerin kimi mısralarıyla Kuran arasında bir benzerlik görülmesinde şaşılacak bir durum yoktur.
Bu yazıyı hazırlarken derin birikiminden faydalandığım İSAM Arap dili edebiyatı ilim heyeti başkanı Prof. Dr. İsmail Durmuş’a teşekkür ederim.