İşitme engelinde en önemli faktörün mümkün olduğunca işitme engelinin erken yaşta tespit edilmesi olduğunu belirten Özgür, "Ülkemizde 2000'li yılların başlarından itibaren yeni doğan döneminde tüm çocuklara işitme taraması yapılmaktadır. İşitme kaybı tespit edilen çocuklara da mümkün olan en kısa sürede rehabilitasyon sağlanmakta ve böylelikle hem duyan hem konuşan bireylerin yetişmesi ve engellilik durumlarının ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır." diye konuştu.
Özgür, yeni doğan dönemi dışında da işitme kayıplarının ortaya çıkabildiğine dikkati çekerek, Türkiye'de 2008'den bu yana okul öncesi çocuklarda da okula başlamadan bir yıl önce veya 1. sınıfta işitme taramaları yapıldığını, işitme kaybı varsa eğitimine verebileceği zararların ortadan kaldırılmasının hedeflendiğini dile getirdi.
Taramalarla toplumda işitme kaybının yavaş yavaş ortadan kaldırıldığını aktaran Özgür, "Ülkemizde son verilere göre yaklaşık 2,5 milyon engelli vatandaşımız bulunmaktadır. Bunların içerisinde yaklaşık 180 bini işitme engelli bireylerdir. Bu bireylerin topluma adapte edilebilmesi için çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Çalışmalar sonucunda işitme engelli bireyler duyabilen, konuşabilen, topluma adapte olabilen ve engelleri kısmen de olsa ortadan kalkmış olarak yetişmektedirler." ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Özgür, işitme engelinin erken tespit edilmesi kadar doğru tedavi edilmesinin de önemli olduğunu vurgulayarak, işitme kaybı tespit edilen bireylerde öncelikle işitme seviyesini belirlediklerinin ifade etti.
İşitme kaybının derecesine göre kullanılan uygun rehabilitasyon yöntemlerine ilişkin bilgi veren Özgür, şöyle konuştu:
"Hafif, orta veya kısmen ileri derecede işitme kayıpları varsa işitme cihazlarından faydalanabiliyoruz. Daha ileri kayıplarda ise son yıllarda geliştirilen en büyük medikal teknolojilerden koklear implant, koklear implantın uygun olmadığı durumlarda ise beyin sapı implantı gibi daha yeni elektronik cihazlar kullanılmaktadır. Böylelikle, daha önce sağır ve dilsiz olarak tanımlanan bireyler artık bu durumdan kurtulmaktadır. Hem yeni doğan işitme taramaları hem okul öncesi taramalarla, çocuklara erken dönemde işitme kaybı tanısı koyduğumuz zaman uygun rehabilitasyon yöntemleriyle engellerini ortadan kaldırmaktayız."
Özgür, gelişen teknolojilerin önemine dikkati çekerek, yeni doğan işitme taramalarının gelişmesi, okul taramalarının artmasıyla, hastalara erken dönemde tanı konulduğunu ve gelişen teknolojilerle tedavi edilebildiğini bildirdi.
Her 1000 doğumdan 4'ünde görülen işitme kaybına artık çok rahatlıkla tanı konulduğunu ve tedavi edebildiğini belirten Özgür, işitme engelini ortadan kaldırdıklarını ve böylelikle sağır ve dilsiz bireylerin sayısında azalma yaşandığını ancak işitme kaybının hala toplum için bir engel oluşturduğunu söyledi.
Prof. Dr. Özgür, işitme kaybının, özellikle yaşlı bireylerde halk sağlığını tehdit eden önemli bir sorun haline geldiğinin altını çizerek, "Toplumumuzda ve diğer gelişen toplumlarda beklenen yaşam süresi uzamaktadır. Önceden 60-70 yaşındaki insanları yaşlı olarak nitelendirirken, artık bu yaş daha ileriye taşınmaktadır. Daha uzun yaşam sürelerine sahip olan insanlar, yaşa bağlı işitme kaybı nedeniyle toplum açısından daha büyük bir engel oluşturmaya başladı. 85 yaşına gelmiş bireylerin yüzde 50'si işitme cihazına veya işitme rehabilitasyonu sağlayacak farklı teknolojilere ihtiyaç duymaktadır." değerlendirmesini yaptı.
Erken tanı ve müdahale yapılmadığında, işitme kaybı yaşayan bireylerin sosyal hayattan uzaklaştığını dile getiren Özgür, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu insanlara doğru tanı koyamazsak işitme kaybıyla hayatlarına devam etmekte... Bu da demans, alzheimer ve depresyon gibi hastalıkların artışına sebep olmakta ve bu bireyler toplumdan soyutlanmaktadır. Önceden sağır ve dilsiz bireyleri engelli olarak nitelendiriyorduk. Şimdiyse yaşlılarda bu durum bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıkmaya başladı."