Aslında, başlıktaki ifadeyi tersten de şöyle yazmak mümkündü:
“Ahlâksız ama yasal kılıf uydurulmuş” da diyebilirdik.
Şu “offshore” kepazeliğinden, soygunundan, hırsızlığından söz ediyorum.
Sözlüklere baktığınızda, “Yurt dışında gösterilen faaliyet” gibi masum bir anlamı olduğunu görüyoruz. Yani İngilizce’deki “Shore” (kıyı) ve “off” (ötesinde-açığında) sözcüklerinden oluşan, “sınır ötesi” anlamında türetilmiş bir sözcük.
Yaygın biçimde, “ülke dışına tanışmış, ülke dışında yapılması tercih edilmiş, mali işlemler” anlamında kullanılıyor.
Dünyanın her yerinde, “kapitalist” ekonomik sistemin uygulandığı ülkelerde, bazı kişi ve kurumlar, gelirlerini o ülkeden dışarı taşıyarak bu “offshore” denilen lokasyonlarda değerlendirmeyi tercih ediyorlar.
Aslında son derece yasal bir işlemden söz ediyoruz. Yani, ne geliri dışarı çıkardıkları ülkenin, ne de götürdükleri ülkenin yasaları, ne de uluslararası finansal denetim sisteminin kurallarına aykırı bir durum bu.
Adam/kadın diyor ki:
“Ben burada bu parayı kazandım. Allah bin bereket versin. Üstünüze afiyet. Daha da kazanacağım. Çünkü burası para kazanmak için harika bir yer. Zaten o nedenle burada iş yapıyorum. Ama… parayı burada tutmam”
Neden tutmazsın?
“Çünkü, burada vergiler çok yüksek. Aptal mıyım ben? O kadar çalışmış kazanmışım. Salak gibi neden vergi ödeyeyim? Götürür, bu servetimi yurtdışında bir vergi cennetinde saklarım. Enayi gibi de buranın devletine yedirmem…”
E adam/kadın haklı.
İş, ticaret neden yapılır?
Çok kazanmak, daha çok kazanmak ve bunu daha da çoğaltmak için, değil mi? Kazancın azami miktarının elinde kalması için de “vergiden kaçınmak” (Bu yılışık ifadeyi, Kızılay Genel Müdürü bir muhterem kullanmıştı değil mi? ‘Kaçırmak’ demeyin, ‘kaçınmak’ diyelim şeklinde de izah etmişti) amacıyla, parayı “aktarmak” akıllıca değil mi?
Aktarılan para, yurt dışında yani “offshore”da, (benzetmek gibi olsun) iki ağaç arasına gerilmiş hamakta içkisini yudumlarken, esen tatlı rüzgar eşliğinde keyif çatıyor. Ya sıfır ya da çok cüz-i miktarda vergi ödeyerek. Hayatın tadını çıkarıyor. Hem “offshore”cu vatandaş, hem de paracıkları.
Cebinden çıkan bir miktar masraf söz konusu tabii ki. Çünkü bu gizli – saklı para cennetine girebilmek için karmaşık (aslında basit ama biraz pahalı) işlemler ve tabii avukatlık hizmetleri gerekiyor. Ama, her halükarda, menşe ülkede kalıp “enayi gibi” oluk oluk vergi ödemekten daha ucuza geliyor.
Buraya kadar, iyi güzel. Güzel de…
Bu parayı “kaçırınca” ya da (kibarca) “vergiden kaçınınca” ne oluyor? İşi yaptığın ve o serveti cukkaladığın ülkenin hazinesine girecek vergi miktarı azalıyor. Azalınca ne oluyor? O devlet, açığını kapatmak için bir yandan borçlanıyor, bir yandan da vergini çoğunu “Yakalayıp (af buyrun) öpebildiği” insanlardan ve kurumlardan, yani “kümesteki kazlardan” toplama yoluna gidiyor. Sabit ve kayıtlı gelire sahip ücretlilerden, maaşlılardan, bir de tabii dolaylı vergilerden topluyor.
Yetmeyince de kendi ürettiği mal ve hizmetlere zam üstüne zam yapıyor. Yine aynı sabit gelirlilerin (kazların) cebinden daha fazla para çıkılyor.
Dahası, devletin vergi geliri az olunca, vatandaşa daha kısıtlı hizmet yapabiliyor. Meselâ daha az okul, daha az hastane, daha kısıtlı kamu harcaması, daha az sosyal yardım, mesela deprem, yangın, sel gibi afetler ya da pandemi gibi bir felaket vukuunda, daha az “yara sarma ödeneği” söz konusu oluyor.
Oysa ki, asıl iyi para kazananlar yukarıda ayrıntılı biçimde anlattığımız sisteme gitmeseler, ülkede kalsalar, devletin vergi gelirleri de kazanılan parayla uyumlu oranda olsa, herkes birlikte kazanacak.
Ama kapitalizm böyle bir sistem işte. Güçlelerin güçsüzleri ezdiği, herkesin birbirini “öptüğü” ve altta kalanın en çok ve en “şehvetli öpücüklere” maruz kaldığı bir sistem.
Bunu da öyle akıllıca yapmış ki, sadece “uyanık girişimci - sermayedar” kazansın, devlet o kazançtan bir pay almasın. Uyanık girişimci hem “uyanık olmayan, sermayeye sahip olamayan” diğer bireyleri, hem de dolaylı olarak devleti sömürsün.
İyi tezgah değil mi?
Çok mu ideolojik bakıyorum mesele?
Vallahi iyi bildiniz. Aynen öyle bakıyorum, sevgili liberal kardeşim.
Hatta, öyle kötü bakıyorum ki, bakışlarımdan utanacağını umuyor ve tabii hayal kırıklığına da uğruyorum Çünkü öyle bir duygu yok sizde.
Zaten olsa, “kümesteki kazların yolunmasından” biraz olsun hicap duyar, onlar kazançlarının neredeyse yarısından fazlasını doğrudan ya da dolaylı vergilere dökerken, sizler o “hırsızlama düzenini” bu kadar büyük bir iştahla savunmazdınız.
Dönelim, şu bizim “Yasal ama ahlâksız” offshore düzenine.
Bu düzenin daha da ahlâksız sayılmayı hak eden bir yönü daha var. Bu “vergi kaçırma – kaçınma” sistemine bir yandan göz yuman yönetimler ve onların temsilcisi olan devlet insanları, bir yandan da bizzat kendileri bireysel olarak bu sistemden faydalanma yoluna gidiyorlar.
Uluslararası çapta yüzlerce basın kuruluşu ve gazetecinin güçlerini bir araya getirerek ortaya çıkardığı Pandora Belgeleri adlı son çalışmanın çıktılarından öğreniyoruz ki, anlı şanlı devlet insanları, İngiltere, Azerbaycan, Ürdün, Kenya gibi rejimlerde makam işgal etmiş ya da halen etmekte olan insanlar da, servetlerini bu yabancı “cennetlere” aktarmışlar.
Yani, katmerli bir hırsızlık söz konusu.
Hem devlet insanı olarak paranın (yani verginin) ülkeden kaçmasına izin veriyorsun. Yani, hem daha fazla vergi toplanmasının önündeki engellere katkıda bulunuyorsun, hem de bu işi bizzat kendin yaparak vatandaşına ihanet ediyorsun.
Dahası, bulunduğun – yönettiğin ülke halkının karşısına geçip, “Vatan, millet, bayrak, kutsal kitap, ahlak, fazilet” ve benzeri konularda nutuk atmaya utanmıyorsun.
Bunu adına kapitalizm diyoruz.
Kimi uyanıklar zaman zaman “İyi yüzlü, kötü yüzlü, yumuşak veya hırçın” kapitalizm türlerinden söz ederler ve insanı midesini bulandırırlar ya… Sistemin özü bu zaten.
Ne “yumuşağı”?
Afedersin “taş gibi” taş!
O yüzden, yukarıda da söylediğim gibi, “sapına kadar ideolojik” bir tartışma bu aslında.
Değişmesi gerek.
Değiştireceğiz.
Bir gün mutlaka.