Ceplerimizdeki, cüzdanlarımızdaki, mutfaklarımızdaki yangını, enflasyon canavarının ağzından çıkan alevleri, Covid-19’in ciğerlerimizde oluşturduğu yangını, enfekte hasta ve entübe hasta sayılarını gösteren tablolardaki yangını, dış politikada çevremizdeki tüm ülkelerle ilişkilerimizdeki yangını zaten kanıksamıştık.
Ancak, her yıl bu mevsimde tek tük rastlansa da, bu kez hepsi aynı anda patlak veren orman yangınlarını, daha doğrusu “Topyekûn yangın felaketini” bu boyutta beklemiyorduk.
Girişte kısa bir liste halinde hatırlattığım diğer “yangınlarda” olduğu gibi bu yangın felaketinde de, ülkeyi yönetiyor gibi yapıp da yönetemeyen kadroların yetersizliği, yeteneksizliği, beceriksizliği, bilgisizliği ve ferasetsizliği bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Orman yangını denen şey, bize özgü bir felaket değil. Kışın bile çıkabiliyor. Ama özellikle de Akdeniz iklimi özelliklerinin görüldüğü bizim gibi ülkelerde her yaz, ciddi bir risk ve ciddi bir bela olarak, yüzyıllardır birlikte yaşamak zorunda kaldığımız bir olgu. Yüz binlerce kilometrekarelik bir “yanıcı” bitki örtüsünden, kupkuru ve yağışsız hava koşullarının, üstelik küresel ısınmaya bağlı olarak giderek daha artan sıcaklıkların etkisiyle her an patlamaya hazır “dinamit fıçısı” gibi bir coğrafi yapıdan söz ediyoruz.
Ama, diğer tüm felaketlerde olduğu gibi, yani sel veya deprem gibi felaketlerde olduğu gibi, insanoğlunun aklı ve zekası ile alt edemeyeceği bir şey de değil. Hani hep denir ya: “Deprem öldürmez binalar öldürür…” diye. Sağlam binalar yapar ve felaket anında nasıl hareket edeceğinize ilişkin bir hazırlık içinde olursanız, bunun zararlarını asgariye indirirsiniz. Yapan ülkeler var. Ders almalı.
Yine, sel felaketine karşı alınacak önlemler de belli. Dere yataklarından, doğanın aşırı yağışlarla akıntıyı gerçekleştireceği güzergahlardan uzak durursunuz. Oralarda yapılaşmaya izin vermezsiniz, setler inşa edersiniz. Olur, biter.
Yangının da çıkmasını önleyemezseniz bile, çıktığında vereceği zararı, büyümesini önlemenin yolları var. Neticede, şunu unutmamak lazım: Orman kendiliğinden yanmaz.. Doğal başka faktörler ve tabii ki insan yakar ormanı. Orman alanlarını düzenlemek için bir mühendislik dalı var. Orman yangınlarına müdahale, neredeyse dünyanın tarihi kadar eski bir alan. Dünyada, bu konuda muazzam bir bilgi ve teknoloji birikimi var. Aracı belli gereci belli uçağı helikopteri belli. Bunların tedariki, konuşlandırılması, kullanma stratejileri vs. belli. “Atomu parçalamaktan” söz etmiyoruz. Mesela ABD’nin bu konudaki tecrübelerini azıcık araştırdığınızda, “Yangınlarla mücadelede varılan noktada, yangın söndürme uçağı filolarını küçültme” noktasına bile geldiklerini görürsünüz.
Elbette, en basit bir trafik kazasının ya da bir ev yangınının bile önlenemediği ve can aldığı koşullar vardır. Ama felaketin önlenmesi için alınacak önlemlerin doğru planlanması ve icrası, kayıpları minimuma indirebiliyor.
Burada, yani ülkemizin karşı karşıya kaldığı son felakette (afette) ise “yönetemeyen yöneticilerin” (kesik başlı tavuk misali çırpınan) tam bir çaresizlik hali içinde olduklarını görüyoruz. Yangınlardaki terör-sabotaj ihtimaline ilişkin olarak bile, 7 günde 7 farklı açıklama yapmalarından belli değil mi? Bu çaresizlik hali, bir aşamada “otobüs üzerinden oyuncak ve çay paketleri fırlatma” şeklinde yansıdı maalesef. Bir yönetim nasıl bu kadar düşüncesiz ve nasıl bu kadar çaresizlik içinde olabilir?
Zaten THK’nin uçaklarını devre dışı bırakarak ve bu konudaki eleştirilere kulak asmayarak yıllardır bu konuda “sıfır” çekmiş bir yönetimden söz ediyoruz. Afet anında da farklı davranmalarını beklememiştik doğrusu. Bununla da kalmayıp, “Yangın bize oy vermeyen bölgelerde nasılsa” gibi bir ruh halini iyice hissettiren bir yönetim anlayışının tezahürü tavırlar görüyoruz.
Bununla da kalmayıp her eleştiriyi, her öneriyi, değerlendirmek ve kulak vermek bir yana “Karşı saldırı, hakaret ve tehditle” göğüslemeye çalışmak gibi, akıl almaz bir ruh hali içindeler. Yönetenler (yönetemeyenler savrulanlar diyelim) bu tür durumlarda hep yaptıkları gibi trollerinin tasmalarını çözüp, eleştirenlerin yol gösterenlerin üzerlerine salmak, küfür ettirmek, hakaret ettirmek gibi bir “ilkel” seçeneğe de başvuruyorlar ne yazık ki.
Pahalı uçak ve araç filoları ile sürdürdükleri saltanatı, her “ağız sulandırıcı koya, beldeye bir yeni saray inşa ederek” içine tüytükleri utanmazca israf girdabını yüzlerine her vurduğumuzda “küfür kıyamet” faslına girişmeleri de işin cabası.
Kısacası…
Bu yangınlar bir şekilde sönecek. Ama geride, sadece yangının harap ettiği hektarlarca arazi parçası, yiten canlar ve tüten dumanlar kalmayacak. Diğer tüm alanlardaki (bkz. yazının birinci paragrafı) yangınlar gibi, geriye gitmiş bir ülke, tamiri imkansız, telafisi güç ağır bir hasar tablosu da kalacak.
Bunlara layık değiliz.
Bunların yaşanmamasının formülünü de biliyoruz.
Türkiye’yi daha iyi, bilime dayalı çözümlerle, akla dayalı politikalarla, soğukkanlı, kendi halkına duymayan olmayan, kendi milletini küçük görmeyen ve her şeyi kendisinin bildiği kompleksi içinde olmayan yöneticilerin yönetebileceği bir gelecek istiyoruz.
Ülkeyi zaten büyük bir yangın yerine çevirmiş olan bu kadroların bir an önce değişmesi. Tek çözüm budur.