Ekonomist Emre Alkin, Merkez Bankası’na, “Faizleri indir, iş dünyası rahatlasın” şeklinde baskı yapıldığını belirterek, “Bu durum bizde belki geçerli olabilir ama ABD’de geçerli değildir. Normalde iş dünyasından kimse faizlerden şikayetçi olmaz” dedi.
Merkez Bankası’nın bugün açıkladığı faiz kararına ilişkin Radyo Karakutu’da yayınlanan Bidebunuizle programında Yavuz Oğhan’a konuşan Alkin’in açıklamalarından satır başları şu şekilde:
“Bu Kasım ayında bir toplantı olmayınca bu uçurma haberler, spekülasyonlar, abartılı yorumlar arttı. Sosyal medyadan takip ettim. Sanki Merkez Bankası yönetimi faizi tek haneye indirecekmiş gibi tuhaf bir beklenti oluştu. Alakası yok, aklınızdan geçirmeyin diye yazdım. Merkez Bankası Başkanı Uysal’ı çok net bir şekilde sağduyulu ama piyasayı da önemseyen, siyaseti de uygun bir üslupla idare eden bir başkan olarak tanımlıyorum.
“MERKEZ BANKASININ BİRÇOK FONKSİYONU GİTTİ”
Türkiye’de Merkez Bankası Başkanının görevden alınmasının şartları yazıyor. Ama son görevden alma bu şartlara uygun değildi. Orada da başka bir madde var: Cumhurbaşkanı göreve getirdiği kişiyi görevden alabilir. Ben 1969 doğumluyum. Seksenlerde ve doksanlarda Merkez Bankası’nın çok fonksiyonu vardı. Hazineye avans veriyorlardı, kredi ödeme mekanizmasını düzenledikleri gibi otoriterlerdi. Bankacılık yasaları onlardan geçiyordu. Hazinede murakıplar vardı. Merkez Bankası ile koordineli çalışıyorlardı. Sonra BDDK’lar çıktı ortaya. Birçok ülkede BDDK gibi bankacılığı düzenleyen otoriteler çıktı. Ne oldu? Bir fonksiyon gitti. Sonra kamuyu fonlama fonksiyonu gitti. Çünkü yasa çıktı. Hazine kısa vadeli avansı alamıyordu. Kamu bankaları devlete borç verir hale geldi. Tek bir fonksiyon kaldı, o da fonlama maliyeti. Merkez Bankası Başkanlarına sürekli olarak siyaset sağdan soldan dalarak, ‘Hadi indir bakalım şu faizi, iş dünyası rahatlasın’ diyor. Bizde belki doğru olabilir ama ABD’de tam bir safsata. İş dünyasının hiçbir temsilcisi faizden şikayet etmiyor.
Bir kaç tane açmazımız var. Bankaların faizler çok düşükken verdiği uzun vadeli krediler var. Uzun vadeli kredi olduğu için bankalar nakit paraya, likiditeye yakın zamanda ulaşamayacaklar. Yeniden yapılandırmalar var. Onlarda gitti. O zaman mevcut kredileri yüksek bir faizle yüzdürmek yerine Merkez Bankasının yardımıyla yüzde 12’lik faizle yüzdürmeye başlayacaklar. Bu onların adına olumlu bir gelişme. İkincisi; iş dünyası yüksek faizden şikayet ediyor. Burası ABD değil. Dolayısıyla sadece banka değil, banka haricinde finans kurumlarından aldıkları kredilerden de şikayetçiler.
Üçüncüsü; geçen sene iki tane eksi enflasyon yaşadık. Şimdi o dizimden çıktı. 12 aylık dizimde şu an hiç negatif enflasyon yok. Bunun olumsuz tarafını yaşamaya başlayacağız. Yani enflasyon düşmeye direnecek. Her açıklanan enflasyon üstüne eklenecek. Dolayısıyla 2020 yılında, herhangi bir ay yüzde 1 veya üstünde bir enflasyon çıkarsa bütün hesap bozulur. Haberiniz olsun.
“EKONOMİYİ YÖNETMEK RAKAMLARI AÇIKLAMAK DEĞİLDİR”
Ekonomiyi yönetmek rakamları açıklamak değil. Ekonomiyi yönetmek algıyı yönetmek, beklentiyi yönetmektir. Türkiye’nin geleceğiyle alakalı eğer olumlu bir algı oluşursa insanlar paralarını sadece mevduatlarınA yatıracaklarına, halka arz durumu olduğunda şirketlere para koyabilirler. Hatta farklı yatırım araçlarına para yatırırlar. Böylece ekonomiye para enjekte edilir. Ancak insanlar varacağımız nokta neresiyse orayla alakalı iyi bir haber alamıyor. Vatandaş hükümetin sunduğu hikayeye inanmıyorsa, ekonomi yönetimi algıyı, beklentiyi doğru yönetemiyor demektir. O zaman faiz düşüşünün ekonomiyi kalkındıracak etkisi çok azalır. Faizler düşer ama moraller hala bozuk kalır. Dolayısıyla bir kaç tane unsurun bir araya gelmesi gerekir.
“KANAL İSTANBUL HAYATIMDA DUYDUĞUM EN LÜZUMSUZ PROJE”
Müteahhitleri rehin ederek büyümek bir pareto optimum yaklaşımıdır. Yani ne demek? Toplamı büyütecek hamleyi bir grubu seçerek yapabilirim. Herkese eşit şekilde dağıtmayabilirim. Bu çok kestirmeci ve sıradan bir düşünce. Zaten bizim eleştirimiz bu. Hükümetimizin uzun bir zamandır çok kestirmeci ve sıradan projelerle ortaya çıktığını görüyoruz. Mesela Kanal İstanbul’u çok övüyorlar. Hayatımda duyduğum en sıradan, lüzumsuz proje. 5G’ ye geçmemiz lazım. 5G altyapısını kurmak için 5 milyon km fiber optik kablo lazım. Bizdeki mesafe 350 bin kilometre. Stokholm 188 kilometre karedir. Stokholm’un altında 2 milyon km kablo var. Türkiye’de 5 milyon km fiber optik döşemenin maliyeti 50 milyar dolar. Yani iki tane İstanbul Havalimanı.
“MEMLEKETİN BİRİNCİ ÖNCELİĞİ DİJİTAL DÖNÜŞÜM”
Düşünsenize memleketin birinci önceliği dijital dönüşüm ve sanayide 5.0’a geçiş için 5G iken, 75 milyar dolarlık Kanal İstanbul’u konuşmanın ne manası var. Bunu ben iktisatçı olarak anlamıyorum. Kanal İstanbul gibi bir ekolojik facia yaratacak, zaman kaybettirecek bir projeyi yapmalarını anlamıyorum.
Bizim parlak gençlerimiz var. Biz gençlerle övünüyoruz ama gençlerle ilgili hiçbir şey yapmıyoruz. Palavracıyız. Benim parlak gencime benim vaat edeceğim gelecek inşaat mı? Bu kadar akıllı, parlak, çarpıcı, sıradışı işler yapmaya hazır bekleyen, eğitim verdiğimiz zaman bizi utandırmayacak, başımızı göğe erdirecek projeler yapacak olan gençlere vaat ettiğimiz tek şey inşaat mı, toz toprak mı, bina mı?
Ben liberal bir insanım. Bana ne muhalefetten, iktidardan. Benim gibi insanlar bile bunu yapmayın diyorsa bir oturun, düşünün. Haritayı tamamen değiştirecek projeye ne gerek var. Türkiye’nin makus talihini değiştirecek tek proje yüksek teknolojidir. Bunun neresinde yüksek teknoloji var. Kendi kendine yetemeyen ülkelerin tek hayali zenginleşmektir.”