Kuzey Irak’ta görev yapan Türk birliğinin kafasına çuval geçirilip sorgulanmasının ardından Şırnak'ta görev yaptığı dönemde, Irak sınırında ABD'li albayı sorgulayan, Ankara'da Beyaz Enerji operasyonunu yöneten emekli Kurmay Albay Aziz Ergen Saygı Öztürk'ün KRT'de hazırlayıp sunduğu Sisler Bulvarı'na konuk oldu.
‘YOLSUZLUKLARA KARŞI EN BÜYÜK OPERASYONDU’
Emekli Jandarma Kurmay Kıdemli Albay Aziz Ergen, Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanı olarak görev yaptığı dönemde yürütülen “Beyaz Enerji Operasyonu”na ilişkin, "Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yolsuzluklara karşı en büyük mücadele operasyonuydu. Mali ve siyasi boyutlarıyla son derece büyük bir operasyondu. Bügünkü yaşananların temelinde hep o çürüme ve yolsuzluklar var. O yolsuzluk operasyonun bizim önümüz kesilmemiş olsaydı bugünlerde de olmayacaktık. Bizim operasyonumuzdan sonra gelen hükümet yolsuzluklara, yoksulluğa, yasaklara karşıyız diyerek, 3Y kullanarak geldi. Oysaki biz şah damarını yakalamıştık" dedi.
Ergen o operasyonla ilgili şunları anlattı:
“Beyaz Enerji Operasyonu” mavi akım, DSİ barajları, Türkiye Petrolleri şeklinde özelleştirme kapsamında çok boyutlu bir operasyondu. Bu operasyonun özelliklerinden biri de istikameti yukarıya doğru giden, en düşük muhattabı genel müdür olan bir operasyondu. Biz genel müdür ve yukarısına doğru gidiyorduk. Zaten şu anda da yapılamayan operasyon, sorgulama bu. Şu anda bir operasyon olduğunda bakan ve alt tarafında oluyor. Önemli olan rütbesi, makamı, mevkisi ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti'nin haklarını hortumlayan, soyan, rüşvet yiyen herkesi bir Mustafa Kemal'in evladı, askeri olarak yakasından tutmak"
‘BÖYLE BİR VATAN EVLADI’
Dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'ın arkalarında durduğunu, destek olduğunu söyleyen Ergen, "Aynı partinin hem bakanı hem milletvekili olmasına rağmen teknik takip safhasında partisine haber vermemiştir. Böyle bir vatan evladı. Bakın, bunu hiçbir milletvekili yapamaz" ifadelerini kullandı.
‘BİRGÜN BİR VATAN EVLADININ, BİR MUSTAFA KEMAL’İN ÇIKIP BUNLARIN YAKASINDAN TUTUP İÇERİ ATACAĞINI BİLMELERİ LAZIM’
Ergen, Tantan ile arasında geçen bir konuşmayı şöyle aktardı:
Saadettin Tantan delilleri gördüğünde şunu demişti; "Aziz Albayım bu operasyon Türkiye'yi kaldıracak, indirecek. Seni de yiyecek, beni de yiyecek, ama vatan sağolsun" dedi. Ben de "vatan sağolsun" dedim. Ama bir milat oldu. Bu ülkede makamı, mevkisi ne olursa olsun birgün bir vatan evladının çıkıp, bir yurtseverin çıkıp, bir Mustafa Kemal'in çıkıp bunların yakasından tutup içeri atacağını bilmeleri lazım.
‘NATO, FETÖ, APO BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİDİR’
9 Kasım 2005'te Hakkâri'nin Şemdinli ilçesindeki Umut Kitapevinin bombalanması olayı ile ilgili Ergen, "NATO, FETÖ, APO bermuda şeytan üçgenidir. Bu açıdan bakarsak olaylar çok net ortaya çıkacaktır. Bu 3'li yapı orada operasyonların başarısının önünü kesmek için hedefi; jandarma istihbaratını yok etmek. Kitapevinin bombalanmasında da çok net çıktı; el bombasının pimi kitapevinin içerisinden çıktı, patlama dışarıda oldu. Yıllar sonra ortaya çıktı ki; PKK eylemi yapıyor, FETÖ'nün savcıları da yargılamayı yapıyor. Ferhat Sarıkaya denilen savcı şu anda 17 sene ceza aldı, ihraç edildi, itirafçı oldu. Anlaşıldı ki; eylemi yapan APO'nun adamı, yargılamayı yapan FETÖ'nün adamı ve NATO'nun gladyosu ile beraber bize operasyon yapıldı. Bu yurtseverlere karşı ilk sindirme operasyonuydu. FETÖ ve PKK'nin işbirliği buradadır. PKK eylemleri yapar FETÖ savcıları soruşturmaları açar, bunlar iç içe bağlantılıdır. Bunları birbirinden ayırmak da mümkün değildir" dedi.
‘15 TEMMUZ’DA KAÇAN GENERALLER NATO ÜLKELERİNDE’
Ergen, PKK-FETÖ ilişkisinde NATO'nun ayrı tutulamayacağını belirterek, 15 Temmuz'dan sonra kaçan general, amiral, subayların hepsinin NATO ülkelerinde saklandığını söyledi.
19 MAYIS 2004 GÜNÜ AMERİKALI ALBAYI NASIL YAKALADI, SORGULADI...
Ergen, Uludere-Gülyazı Taktik Jandarma Alay Komutanı olarak görev yaptığı dönemde, 19 Mayıs 2004 günü yaşanan olayları anlatmaya başlamadan önce, "Harp akademilerinde bir kurmay subay adayı olarak komutanlarımdan, harp tarihi hocalarımdan, bizlere, sürekli beynimize, yüreğimize kazınan Mustafa Kemal'in konuşmasından çok kısa bir paragrafı sunmak istiyorum" diyerek Atatürk'ün 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyonkarahisar'da kolordu dairesinde subaylara yaptığı konuşmasının son bölümünü programda okudu:
'Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzeti nefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak
Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği şerefi ayaklar altına almaktır. Dolayısıyla subay için “ya istiklâl ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.'
ABD’Lİ ALBAYI YAKALAYIP SORGULMASINDA BU AYRINTILARI İLK KEZ ANLATTI
Ergen açıklamasına şöyle devam etti:
Bu sözler Mustafa Kemal'in bir askeri olarak beynimize ve yüreğimize kazındı. Ben o gün 19 Mayıs 2004 günü, sabahleyin kaymakam bey ile çelenk koymaya gittim. Döndüğümde tabur komutanlarım, şube müdürlerim karşıladı. Bir süre sonra tabur komutanı yanıma gelerek dedi ki, "komutanım Kuzey Irak'ta bizim Kopkitepe'ye tim haber verdi, Irak'ın içerisinden 10-15 tane kamuflajlı araç bizim bulunduğumuz istikamete doğru geliyorlar" Bizim bulunduğumuz yer çok hakim bir tepe.
SAAT SAAT NELER YAŞANDI?
Ancak şöyle de bir durum var; 1 Mart Tezkeresi'nden sonra 20 Mart'ta Irak'a savaş ilan edip girdiklerinde Amerikan birleriklerinin oradaki peşmergeleri, şunları, bunları... Bizim Kopkitepe'deki tim oradaki 3 tane PKK kampını gözetliyor. Nazdur, Yekmale, Sülü kamplarını biz gözetliyoruz. Orada havan, roketatar, uçaksavar eğitimleri yapıyorlar. Ancak biz birşey yapamıyoruz, tezkereden sonra biizm oraya geçişimiz engellendi. Biz izliyoruz, amacımız bölücü terör örgütünün yurt içine girmesini engellemek.
Ben tabur komutanına şu emri verdim; izleyin, takip edin, farklı bir gelişme olursa bana tekrar bilgi ver. Bu yaşanan saat 13:00 - 14:00 arası diyebilirim.
20 dakika sonra tabur komutanı tekrar bana geldi. "Komutanım arkadan bir ekip daha geldi. Onlar da iniyorlar, omuzlarında destek silahları ile geliyorlar." dedi.
‘HEMEN TİMİMİN YANINA GİTMEM GEREKİYOR’
Ben hemen tümen komutanını aradım. O zaman Şırnak Tümen Komutanlığı'na bağlıyız. Durumu bildirdim. Komutanım "ne düşünüyorsun Aziz?" dedi. "Komutanım hemen timimin yanına gitmem gerekiyor" dedim.
Şunu altını çizmek istiyorum; "Timimin yanına gitmek istiyorum" demem suç olmuş, tümen komutanımın yanında değil, komuta kademesinin yanında.
Doğan binbaşım, "ben de gelebilir miyim?" dedi. "Sen de gel" dedim. Biz bir sivil araca bindik, mayın döşeniyor yola ama biz sivil araç ile gittik. Yolda Betonpınar Bölüğü'nün orada tekrar anons geldi Tümen Komutanı görüşmek istiyor. Gittim benzer konu, bilgi veriyor. Gelenleri tespit etmeye çalışıyorlar. Habur 2 bölgesinde benim bir bölüğüm var oraya gittim. Zırhlı bir araç bekliyor. Orada traktörün üstünde korucular vardı, nöbet değişimi yapmışlar, Kopkitepe'den geliyorlar. Onlara "siz öne geçin, sizi takip edeceğiz" dedim. Normalde o stabilize yolu mayın dedektörleri ile kontrol ederek gidiyoruz. O riski göze aldım. Önde traktör biz de arkadan devam ettik. Yolda tümen komutanının telsiz anonsu geldi. "Gelen ekibin başında Amerikalı albay var" dedi. "Naci Paşa emir vermiş geri dön diye ama dönememiş" dedi.
‘GİTME ORAYA, ORADA BİZİM TÜRK TİMİ VAR’
Naci Paşa kim? Naci Özdemir de Silopi'de Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın bir tugayı var, onun başında duran Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısı. Bu albay onun yanından çıkıyor, daha sonra albayı tespit ediyorlar. Uydu telefonundan arıyor ve diyor ki; "gitme oraya, orada bizim Türk timi var". Albay dinlemiyor Naci Paşayı.
O Amerikalı albayın görev yeri Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın yanında irtibat subayı olarak görevlendirilmiş.
‘YA 2. ÇUVALI BENİM TİMİME GEÇİRİRLERSE…’
Benim kafamda bir Amerikalı albay, peşmergeler yanında da belki ABD'li birlikleri de var. Kafamda timimi yakalamaya geliyorlar diye kuruyorum. O düşünce, ruh halinde gittim.
4 Temmuz 2003 günü biliyorsunuz o acı olayı; bizim arkadaşlarımıza, kardeşlerimize kalleşçe pusu kurdular. Onun ruh hali var bizde; ya timimi yakalarlarsa, esir alırlarsa, ya 2. çuvalı benim timime geçirirlerse...
O albay gitmiş, peşmergeleri toplamış gelirken de PKK kamplarının içerisinde bir grubu katıyor. Ondan sayı belki 60-70-80'e kadar çıktı.
Biz timin olduğu bölgeye ulaştık. Tümen komutanına timime kavuştum, emir-komuta bende, gereğini bundan sonra ben yaparım diye anons geçtim.
Ondan sonra biz Doğan binbaşım ile time silahlarını tam dolduruşta bulundurmalarını söyledik. Havan, roketatar mevzilerini Nikon dürbünleri ile gözetliyor bizimkiler. Akşam da hafif alaca karanlık başladı. Onlar da araçlardan indiler, destek silahları ile yürüyerek geliyorlar.
‘2. ÇUVAL HADİSESİNİ YAŞATIP IRAK’IN İÇİNE GÖTÜRECEKLERMİŞ’
Orada Kuzey Irak topraklarına girmiş bir tane Türk timi var. Ana fikir şu; gelip timi derdest edip, teslim alıp, aynı 1. çuval hadisesindeki gibi 2. çuval hadisesini yaşatıp Irak'ın içine götüreceklermiş. Bunlar sorgularda çıktı.
‘GELEN UNSURLARI BULUNDUĞUNUZ BÖLGEYE SOKMAYIN, ATEŞ DE AÇMAYIN’
Gece belli bir saatten sonra biz bağırmaya başladık. Hudut telsizlerinin tamamı susmaya alındı. Bizim telsiz sürekli kayıt yapıyor. Bana yukarıdan verilen emir şu; "Gelen unsurları bulunduğunuz bölgeye sokmayın. Ateş de açmayın".
‘GEREKİRSE ŞEHİT OLACAĞIZ, BURAYA SOKTURMAYACAĞIZ’
Tümen komutanına dedim ki; "bana karşı müdahalede bulunurlarsa ben nasıl ateş açmayacağım?". "Aziz yukarından bizi sıkıştırıyorlar, böyle emir geldi." dedi. Peki nasıl direneceğim ben? Ben oradaki askerlerime şunu söyledim; "Arkadaşlar biz burada teslim olmayacağız, gerekirse şehit olacağız, sokturmayacağız buraya". Şehit olunca çatışma çıkacak.
Bugün 1. çuval hadisesinde 'ben böyle bir emir vermedim' diyenler de buradan duysun; "ateş açmayacaksınız" diyorlar bakın. Birinci verdikleri emir bu.
Nikon dürbünü devreden çıkardık, 'baykuş' termal kamerayı koyduk. Baykuş kameradan izlemeye başladık. Ben time şu talimatı verdim; "arkadaşlar onlar ateş açmadan biz açmayacağız" dedi. Biz uluslararası bir topraktayız. Suçlu duruma düşmemek için önce ateşi onlar açsın. Bizim yukarıdan gelen talimat hiç ateş açmayın.
‘ELLER TETİKTE, İSTİNAT BOŞLUĞU ALINMIŞ, ATEŞİ BEKLİYORUZ’
Kademeli olarak yerleşmeye başladılar. Ben de telsizden albay İngilizce biliyor diye İngilizce bağırmaya başladım, "gelme buraya, burası tehlikeli bölge, yasak bölge, geri dön". Ses yok, cevap yok. Korucuları Kürtçe bağırttırıyorum. Kimse cevap vermiyor. Baykuş kameradan izlerken belirli bir yakınlığa kadar görüntüleri tespit ettik. Orada birdenbire bir sessizlik… Eller tetikte, istinat boşluğu alınmış, ateşi bekliyoruz. Biz o esnada kafamıza, havan, roket mermisi de bekliyorduk.
O psikolojiyi düşünebiliyor musunuz? Orada şehit olmaya karar verdik biz. O 1. çuval hadisesinin psikolojik etkisi var üstümüzde. Burada bir Türk timi var, ben nasıl yakalatabilirim. Orada cesedimi çiğnesinler daha iyi.
‘BİZ BURAYI İŞGAL ETSEYDİK BİZİ BAĞDAT’TA BULURDUNUZ’
Orada çatışma beklenen sessizliğin ortasında bir bağırtı, "Ben Amerika Birleşik Devletleri'nden Albay Martin Rollinson, siz ne hakla ABD'nin işgal ettiği bir toprağa girersiniz?" der demez ben de hemen refleks olarak, "Ben de Türk Silahlı Kuvvetleri'nden Albay Aziz Ergen. Biz sınırlarımızı, hudutlarımızı koruyoruz. Eğer biz burayı işgal etseydik bizi Bağdat'ta bulurdunuz" dedim.
Ben de arkadaşlar da şok olduk. Biz hep İngilizce bağırıyorduk, meğer Türkçe biliyomuş. "Biz oraya geleceğiz" dedi. "Gelemezsin, gelirsen sonuçlarına katlanırsın" dedim. Gene bir durum değerlendirmesi yaptı, "Biz oraya gelmeye kararlıyız" dedi. Ben de "gelirsen seni tutuklarım" dedim. Bu arada ikide bir de telsizle beni arıyorlar. Tümen komutanı diyor ki; "İrtibat kurduğunuzda söyle Amerikan masası Türk masası, Irak Masası Genel Kurmay'da toplanıyor. Bu konuyu çözecekler, bunu ilet". Ben bu emirleri aynen iletiyorum dinlemiyor. Zaten Naci Paşa'nın verdiği emiri de dinlememiş. Buraya timi yakalamaya geliyor.
Ben hemen bir durum değerlendirmesi yapıp komando timimden bir unsuru doğudaki dere yatağına gönderdim. Üsteğmen de Hudut Bölük Komutanım da o ekibin yanında. Düzeni aldırdım, dedim ki, "Albay sana ben bir teklif yapacağım, ama önce sana şunu hatırlatıyorum, bulunduğumuz bölge mayınlı, gelirsen mayına basarsın sorumluluk kabul etmiyorum".
‘TEK, SİLAHSIZ GELECEKSİN…’
1. çuval hadisesinden sonra kendileri o kadar güven gelmiş, o kadar şımarmışlar, o kadar ego yapmışlar ki; "tamam" dedi. "Yalnız bir teklifim olacak, buraya tek geleceksin" dedim. Bana, "Bir düşüneyim" dedi. Sonra kabul etti. Ancak gelirken teçhizatını ve silahını bırakmasını söyledim. "Tamam" dedi, "o zaman ben seni yönlendireceğim" dedim. Bulunduğumuz bölgenin mayınlı olduğunu biraz yürümesi gerektiğini söyledim.
‘CIA’İN ABD’YE GÖTÜRDÜĞÜ 5 BİN PEŞMERGEDEN 5’İ YANINDA’
"150 adım kuzeye doğru devam edeceksin" dedim. Biz termal kameradan izliyoruz. Bütün askerlerin elleri tetikte, hazır bekliyorlar. Çocuklar nefeslerini tutmuş. 150 adıma geldim dedi, "şimdi doğuya dön 100 adım devam edeceksin" dedim. Doğuya döndü, döndüklerinde ne görsek iyi, arkalarında 5 tane adam. Arkasına saklanmışlar, bizim termal kameradan seyrettiğimizi bilmiyorlar. Silah taktıkları da belli. Ben, arkadaşlara dedim ki, "sakın inanmayın üzerlerinde silahları olabilir". 100 gittikten sonra albayı durdurup, tekrar doğuya çevirttirdim. Üsteğmenim bana "bize doğru geliyorlar" dedi, ben de "görevinizi biliyorsunuz" dedim. Şu an doğya doğru ilerleyin emniyetli yola gireceksiniz. Gerçekten emniyetli yola girdiler. Hemen unsurun önüne gelir gelmez atladılar, yakaladılar, derdest ettiler. Üzerlerinde 5 tane keleş, albayın kendi tabancası, 15-20 tane de el bombası vardı. Baktım arkadaşlar hepsinin kollarını bağlamışlar, albayın da silahını almışlar, aşağıdan geliyorlar. Yanındakiler Amerikan askeri değil, bir muhafız kendi askeri olmadan nasıl gezebilir orada, PKK kamplarının içinde? Onların biz sonradan CIA peşmegersi olduğunu anladık. Hani 1993-94'te ABD'ye götürülen 5 bin tane CIA peşmergesinden 5 tanesini olduğunu orada tespit ettik, bu raporlarda var.
‘ÜZERLERİNDE PATLAYICI ÇIKINCA ‘SOYUN BUNLARI’ DEDİM’
Bunların üzerinde patlayıcı ve silah çıkınca, "soyundurun bunları" dedim. Bana dedi ki, "Ergen Albayım iyi akşamlar". Bak yüzsüz bir şekilde... Dedim ki; "Albay sen nasıl bir dost ve müttefik ülke subayısın? Neden silah almayacağını söyleyip silahlı geldin buraya? Bu silahlar, bu patlayıcı ve el bombaları çıktı" dedim. Daha sonra da "bunları derhal soyundurun" dedim. Albayı da soyundurdular. Albayın da pantolondan ve yukarısını çıkarttık.
‘BUNLAR ESİR, ESİRE KÖTÜ MUAMELE OLMAZ’
Ben albayı ayırdım. 5 tane peşmergeyi koruyucular alıp, götürdüler. Hemen bunları tekmelemeye başladılar, "ulan Amerikan uşağı köpekleri siz neden buraya geliyorsunuz?" diye. Askerlerime dedim ki, "sakın, bunlar esir, esire kötü muamele olmaz. düzgün sorgulayacaksınız" dedim. Oradan biri, "komutanım bunlar da Kürt biz de Kürdüz bakın bize yaptıklarına" diyor bunu peşmergeye diyor köy korucusu.
Ben Amerikan albayı kolundan tuttum, götürdüm. Bulunduğumuz yer uçurum, 19 Mayıs gecesi bulunduğumuz yerde kısmi de olsa kar var yani, soğuk da bir yer.
Bak dedim; "şu ışıkları görüyor musun albay? Bunlar benim Türk köylerimin ışıkları, bunlar bak karakollarım, biz bunları burada bekliyoruz. Askerimiz şehit olmasın diye, gelip buradaki köylerimiz basılmasın diye... Senin orada askerin öldürüldüğü zaman biz dost, müttefik ülke subayı olarak üzülüyoruz. Sen ise PKK kampının içinden gelip, burada bizim timi yakalamaya çalışıyorsun. Utanmıyor musun, bu sana yakışır mı?" diye sordum. Ben bununla konuşmayı sürdürdüğüm de Tümen komutanı telsizden bana ulaştı. Ancak daha tümen bunları yakaladığımızı bilmiyor. 'Aziz durumlar ne, hangi aşamadasınız?' diye soruyor bana. Ben de, "Komutanım albayı ve 5 tane peşmerge elimizde yakaladık" dedim. Hemen yukarıya bildirdi.
Ben geri döndüm, Doğan binbaşımla biz sorguya devam ettik. Albayı sorguluyoruz.
Albayın tespit ettikleri; bizim gözetleme yerleri, oradaki askerin çıktığı üs bölgeleri, askerin elindeki silahlar, destek silahları, ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra neden buraya geliyorlar? Biz bunları çok çeşitli şekilde sorgu metotları ile bütün bilgileri aldık, hepsini el notları ile yazdık. Daha sonra peşmergeleri de sorguladılar.
‘BURADA İLK KEZ SÖYLÜYORUM, TUTANAKLARI AÇIKLASINLAR’
Peşmerge, "Bize albay geldi, talimat verdi, Türk birliği işgal etmiş Irak toprağını gidip o birliği yakalayıp getireceğiz" diye ifade veriyor. Burada da ilk kez söylüyorum, tutanaklarımı açıklasınlar. 16 yıl geçti sessiz kaldım bugün çok önemli şeyleri Sisler Bulvarı'nda konuşup, bu sisleri kaldıracağız, yurtseverlerin katkısıyla.
‘MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ EMPERYALİZMİN ENSESİNDE SOĞUK NAMLUYU HİSSETTİRDİ’
Daha sonra timi götürecekler içeriye, tabi biz bunları esir aldık. Bir haber daha geldi tümen komutanı tekrar görüşmek istiyor. Bu esnada hakkını da yemeyelim Nuri Ali Karababa her konuda destek veriyor bana. Tümen komutanı o dönem, Balyoz'dan da 3.5 sene yattı. O destek veriyor, o korumaya çalışıyor beni. Orada Mustafa Kemal'in askeri emperyalizmin ensesinde soğuk namluyu hissettirdi. Albay daha sonraki demeçlerinde demiş ya, "hata yapsaydık öldürülecektik". Açık ve net söylüyorum, buna hazırdık yani.
Tümen komutanı bana telsizden, "O yakaladığınız albayın uydu telefonu var, oradan şu 533'lü numarayı bir ara Kara Kuvvetleri Komutanı görüşmek istiyor" dedi. Ben de Kara Kuvvetleri Komutanı'nı aradım. Çağırdım albayı açtırdım, onun kullanma şifreleri var. "Aç" dedim, açtırdım. O telefondan aradığımda emir subayı çıktı, tanıyor beni, dedim, "komutanımızla görüşeceğim". Direkt bana şunu söyledi, "sen ne yapıyorsun orada oğlum, niye ortalığı karıştırdın?". Bütün şehitlerimizin üzerine yemin ediyorum bu konuşmalar oldu.
‘MARTİN YAVRUM SEN DE BİRŞEY VAR MI?’
"Komutanım ben karıştırmadım, timimi yakalamaya gelmişler, müdahale ettim timimi kurtardım. Bunları da mecburen yakaladım. Yoksa onlar benim timimi yakalayıp götürecekti timimi, 1. çuval hadisesinde olduğu gibi" dedim. Sen o albayı ver bana bakayım dedi komutan, "ben de al konuş" dedim. "Komutanım ben albay Martin, Martin yavrum sen de birşey var mı, sen neden yanlış anlıyorsun yavrum biz hiç Irak toprağına girer miyiz?". Bak duyuyorum yanında... O da cevap veriyor, "komutanım ben anladım, Azi albayım bana izah etti zaten girmemişsiniz, sınırı koruyormuşsunuz" diyor. Biraz sonra da şarjı bitti telefonun. Ben telefonu elinden aldım sorguya devam ettik. Bana tekrar anons geldi, "acilen ablay ve ekibini serbest bırak" diye.
‘MAALESEF BİZİM KARA KUVVETLERİ KOMUTANI BÖYLE BİR AÇIKLAMA YAPIYOR’
Şimdi komutanımız rahmetli oldu gitti. Asla arkasından konuşmam. Kendisi açıklamalarda bulunmuş daha sonradan demiş ki; "Beni 2. Ordu Komutanı aradı, ben de bir seminerdeydim İstanbul'da, ben o albayı da tanıyordum, ben de açtım telefonu derhal oradan çekilin onlar da uzaklaşıp gittiler". Öyle birşey yok, yakalama makalama yok diye, inkar ediyor. Maalesef bizim Kara Kuvvetleri Komutanı böyle bir açıklama yapıyor. Albay hala elimizde yalama ve salıverme tutanak saatlerinde var.
‘KATIRLARIN SIRTINDA GETİRELİM’
Tümen komutanı tekrar telsizle ulaştı, "Aziz bana haber geldi serbest bırakmamızı istiyorlar" dedi. "Komutanım bırakmam" dedim. "Ben bunları Türkiye'ye getireceğim, bırakın, müsaade edin getireyim. Hem de erzakları götürdüğümüz katırlar var onların sırtında getirelim" derken rahmetli Doğan binbaşı da çuval arıyor, çuvallara koymak için.
‘ÖNEMLİ OLAN OMUZLARA ÇAPRAZ KILIÇ TAKMAK DEĞİL, TÜRK MİLLETİNİN YÜREĞİNDE TERFİ ETMEKTİR’
Bırakmadık, diyor ki "Türkiye getirmeyin". "Serbest bırakın", "bırakmıyorum", bırakmadım. Bana şu haber geliyor tümen komutanından, "Yav terfi sırasındasın yapma". "Komutanım önemli olan omuzlara çapraz kılıç takmak değil, Türk milletinin yüreğinde terfi etmektir. İtibarımız ayaklar altına alınmış yapmayın" dedim. Böyle iki arada bir derede kaldım. Ve ben bırakmadım. Ben bırakmayınca 2 Ordu Komutanı Fevzi Türkeri girdi devreye. Tabii benimle öyle direkt konuşmuyor. Haber gönderiyor, "söyle o albaya bıraksın, bak karışmam" diyor. "Bırakmıyorum" dedim, bırakmadım.
‘MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ METİN YAVUZ YALÇIN’
Bu esnada Amerikan, Türk, Irak masaları Genelkurmay'da toplanıyor. Bunu da 15-20 gün önce Genelkurmay Harekat Başkanı çok değerli bir komutanımız, emekli Korgeneral Metin Yavuz Yalçın açıkladı. 1975'te biz Harbiye'de okurken belliydi, bakıyorsun Mustafa Kemal'in askeri Metin Yavuz Yalçın. Her şeyi itiraf etti, helal olsun, sağolsun, varolsun.
Biz bırakmamaya devam ediyoruz Ankara karıştı. Elimizde tutuyoruz, "göndermeyeceğim" dedim. Pazarlığı benle komutanlar arasında yaptırıyorlar, bıraktırmaya çalışıyorlar ben bırakmıyorum.
Metin Yavuz Yalçın Paşam açıkladı;
Kopkitepe bizim tutmamız gereken üs bölgelerinden birisi Amerika Büyükelçiliğine biz bildirdik. Ancak Albay Martin, ABD tarafından Özel Kuvvetler Komutanlığı yanında irtibat subayı olarak görevlendirilmişti. Türkçeyi çok iyi bilen, akademide de okumuş, Aytaç Yalman'ın da öğrencisi. Ateşelik, irtibat subaylığı yapmış, 8.5 sene Türkiye'de kalmış bir Amerikan cassusu. Albay Martin'in Kuzey Irak'ta PKK ile ilişki içerisinde olduğunu bizim subaylarımız rapor etti. Sayın Aziz Ergen beyin bütün söylediklerine katılıyorum.
‘BİZİM TÜRK ALBAY, AMERİKALI ALBAYI DERDEST ETMİŞ DİYEREK SEVİNÇTEN GENELKURMAY’DA HALAY ÇEKİLMİŞ’
Metin Yavuz Yalçın Paşam o gece harekat başkanıydı. Ayrıca bu albay Wikileaks belgelerinde ismi çıkan bir albaydır diyor. Çok ilginçtir 16 yıl sonra bugün görüştüğüm o dönem Müşterek Harekat Merkezi'nde görevli albayım şunu dedi; "Sabah Genelkurmay Karargahına gittiğimde halay çekiyorlardı". Bunu bugün söyledi, bunu da anlatabilirsin dedi.
"Ne oluyor" diye sordum, "bizim Türk Albay, Amerikalı albayı derdest etmiş, yakalamış, çuvalın intikamını aldı" dediler. İnanılmaz bir sevinç diye anlattı. Hatta halay çekenler de birisi de general olan bir arkadaşımız, akademiyi beraber okuduk Azmi Utfan Cinek, bu kadar ismini de veriyorum.
‘SICAK ÇİKOLATA SORDU’
Türkiye'ye getirmem engelleniyor, "serbest bırakın" dediler onu da bırakmadım. En sonunda gece Doğan çuvalları filan halletti. En son uluslararası bir skandala meydan vermemek için... O esnada albay orada titredi, üşüdü. "Ergen Albayım hiç sıcak çikolatanız yok mu?" diye sordu. "Burada çikolata ne arar?" dedi. "Burada taşların arasında mı bekliyorsunuz? diye sordu. "Evet bu taşların arasında biz bekliyoruz. Eğer köylülerimiz orada bir demlik getirmişse çay kaynatıp içebiliyoruz" diye cevap verdim. Bu sefer de, "Peki sizde bir nescafe filan da mı yok sizde" dedi. "Ne nescafesi buna bir pet şişe su verin" dedim.
Tir tir titriyor, üstüne bir battaniye örttürdük. Biz bunların gereğini yaptık, gerçekten de söylüyorum. Eğer benim arkamda o komutanlar durmuş olsaydı... Müşterek Şube Müdürü şunu diyor; ertesi gün Dışişleri'ne çağrıldık. İnanılmaz konular geçti. 1. çuval hadisesi de konuşuldu.
Amerika, NATO temsilcileri görüntülü olarak açıp fırçalıyorlar; "siz neden bizim bilgimiz dışında o tepeye ekip yolladınız, bir de malum albayı neden böyle yaptınız?" diye.
‘MAYIN PATLADI, ARKASINDAN BAĞIRDIM; TÜRK SUBAYI YALAN SÖYLEMEZ’
Ben 12:00'a kadar bırakmadım. 12:00'dan sonra belli bir yere kadar gönderdim, orada teslim ettik. O albay ve ekibi giderken aydınlatma mayınına bastı. Her taraf ışıl ışıl aydınlanınca ben bağırdım; "Albay Martin Türk subayı yalan söylemez" dedim. Sonra karanlıkta kaybolup, defolup gittiler.
‘ŞEREF ROZETİ ONAYLANMADI’
Sabah alaya geldiğimde oradaki olayın oluş tarzını, krokisini, resimlerini hepsini gönderdim. İsimleri, bilgileri, sorgu sonuç raporlarını da gönderdim. Tümen komutanı ile görüştük. 3-4 gün sonra dediler ki 2. Ordu Komutanı geliyor. Biz de her halde tebrik etmeye geliyor diye düşündük. Tümen komutanı sağolsun bana bir takdirname yazdı. Kuvvet komutanlıklarına bir hareket şeref rozeti yazdı. Fakat Amerikalı albay olduğu için onaylanmadı.
Daha sonra o ordu komutanı geldi, biz tümen komutanı ile karşılaştık ben hudut tekmili verdim karşıladık. Daha ilk sözü şu; "Ya sen ne diye Amerikalı Albayı yakaladın?" oldu.
‘ANKARA’DAKİ FETÖ ÇETESİ TERFİ ETTİRMEDİ’
"Komutanım benim timimi yakalamaya gelmişler" dedim. "Olur mu onlar bizim dost ve müttefik subayımız" dedi fırçayı bize kaydırdı. "Ben müdahale etmeseydim, timimi götürüyorlardı" dedim anlatamadım, anlatamadık. O olaydan sonra o sene terfi durdu. Tümen komutanımız, tümene aldırdı bizi Kurnay Başkanlığına. Orada da kendileri çok destek olmalarına rağmen Asayiş Ordu Komutanı Selahattin Uğurlu Paşa ile beraber. Fakat Ankara'daki FETÖ çetesi terfi ettirmediği gibi bir gecede, -bakın alay komutanlığı, daire başkanlığı, 6 yıl kurmay başkanlığı yapmışım- bir andıçla şube kurdular. Şubeye atadılar beni istifa etmem için... İstifa ettirdiler, sonra da beni o Şemdinli iddianamesine soktular.
‘YURTSEVERLERİN BİR ARAYA GELİP EMPERYALİZME KARŞI KOYMASI GEREKİYOR’
Yurtseverlere şu çağrıda bulunuyorum, Mustafa Kemal'in Amasya Bildirgesi ile tam bağımsızlık anlayışıyla tüm yurtseverlerin bir araya gelip burada emperyalizme karşı koymamız lazım. Bu gizli kalan bilgileri de sizin bize fırsat tanımanız ile ortaya koyduk.
İşte çok konuşulacak o program: