Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu, 17 Mayıs’tan itibaren hayata geçirilmesi planlanan “açılma” politikaları ve “tam kapanma” adı verilen fakat çarkları döndürmeyi sürdüren politikaları değerlendirmek için 10 Mayıs 2021 günü çevrimiçi bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıya TTB Merkez Konseyi ve Pandemi Çalışma Grubu üyeleri katıldı. Pandemi Çalışma Grubu üyeleri uzmanlık alanlarında kısa sözler aldı.
Dr. Aslı Davas, filyasyon uygulamasının salgının başından beri merkeze alınmadığını, aç-kapa politikalarının da salgını alevlendirdiğini söyledi. Davas, şöyle devam etti:
“Sağlık Bakanlığı en kısa sürede filyasyon ekiplerini güçlendirmeli, test kapasitesini birinci basamakta yaygınlaştırmalı ve izole edeceği tüm yurttaşlara gerekli desteği sağlamalı. Buna özellikle vurgu yapıyorum çünkü birincisi test yapmıyoruz, temaslıları belirleyemiyoruz; ikincisi temaslılara geçinecek desteği sağlayamadığımız için kimse temaslı olmak istemiyor. Semptomatik veya asemptomatik bütün hastaları tespit edip uygun, insan onuruna yakışır şekilde onları ayırt etmenin olanaklarını sağlamazsak salgını durdurmamız hiçbir zaman mümkün değil.”
Dr. Melek Demir, aşıların acil kullanım onayı süreçlerinde ve sonrasında şeffaflık-izlenebilirlik ile değerlendirme kriterlerinin raporlaştırılmasının sağlık çalışanları ve yurttaşlardaki aşı tedirginliğini sonlandırabileceğini belirtti.
TEDAVİDE KULLANILAN İLAÇLARA YÖNELİK UYARI
Dr. Esin Davutoğlu Şenol, sıtma ve romatizma tedavisinde kullanılan Hidroksiklorokin ilacının TTB’nin tüm uyarılarına karşın Sağlık Bakanlığı tarafından tam bir yıl sonra tedavi rehberinden çıkarıldığını anımsattı. Milyonlarca insanın bu ilacı kullandığına dikkat çeken Davutoğlu Şenol, “Yan etki izlenimi yaptınız mı? Bu insanlardan onam formu aldınız mı? Yan etkileri bildirmeleri konusunda cesaret verdiniz mi?” sorularını sordu.
Dr. Oğuz Kılınç ise Favipiravir adlı ilacın COVID-19 tedavisini desteklediğine ilişkin çok az veri bulunduğunu, buna karşın COVID-19 tedavisinde çeşitli karaciğer rahatsızlıklarını doğurabildiğine ilişkin klinik bulgular olduğunu kaydetti. Kan sulandırıcı ilaçların da yaygın biçimde verilmesinin gereksiz olduğunu ifade eden Kılınç, tedavilerin hastane koşullarında yapılması gerektiğini vurguladı.
Dr. Mehmet Zencir, toplumun salgın yönetimine katılımının demokrasinin olmazsa olmazı olduğunu söyledi. Hidroksiklorokin ilacının tedavi rehberine eklenmesinin; hastaların temaslı olduğunu gizlemesinin anti-demokratik yönetimin birer sonucu olduğunu dile getiren Zencir, son olarak aşıda patentin kaldırılması için mücadelenin yükseltilmesi çağrısı yaptı.
Dr. Tomris Cesuroğlu, “Salgın yönetimin geneline baktığımız zaman bütünlüklü, iyi planlanmış, öncelikleri net bir şekilde belirlenmiş bir strateji olmadığını görüyorum” diyerek söze başladı. Okulların salgının yayılmasında önemli bir kaynak olmadığının bilimsel çalışmalarla ortaya konulduğunu hatırlatan Cesuroğlu, okul öncesi eğitim kurumlarının, ilkokulların, köy-belde okullarının ve özel eğitim kurumlarının tüm diğer sektörlerden önce öğretmenlerin hızla aşılanmasını da içeren önlemler alınarak açılması gerektiğinin altını çizdi.
Basın açıklamasını ise TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı okudu. Tedbirlerdeki temel amacın bulaş zincirini kırmak olduğunu söyleyen Korur Fincancı, “tam kapanma” olarak adlandırılan tedbirlerin ise çarkları durdurmadığı, fabrikalar gibi bulaş riski yüksek toplu alanlar kapatılmadığı için bulaş zincirini kırma şansı da olmadığını belirtti.
TOPLUMSAL ÖNLEMLER BÜTÜNCÜL OLMALI
Salgın ile mücadelede uluslararası sağlık otoritelerince dile getirilen toplumsal önlemleri maddeler halinde aktaran Korur Fincancı, sınırlamalarda şu sıranın takip etmesi gerektiğini kaydetti:
Tüm sınırlamalara rağmen vaka sayıları kontrol altına alınamazsa lise, ortaokul ve ilkokul ve okul öncesi sıralaması ile yüz yüze eğitimin sınırlandırılması. Kapalı tutulan ya da kapasitesi sınırlanan sektörler ile bu sektörlerde çalışanların hiçbir sosyal-ekonomik kayba uğramaması gerektiğini de vurgulayan Korur Fincancı, kapatma uygulamalarının fiziksel ve ruhsal zararlar doğurabileceğini ifade etti. Korur Fincancı, açıklamayı ise şu sözlerle noktaladı: “İnsanların çalıştığı, yani işverenlerine ait olan zamanlarında dışarıda olmasına izin verilirken kendilerine ve ailelerine ait olan hafta tatillerinde eve hapsedilmeleri ancak ekonominin öncelendiği, insanın ötelendiği bir düzenin uygulaması olabilir.”