Son günlerde, kim bilir kaçıncı kez, toplu taşıma ücretlerine yapılan zamları, tavan fiyatları, yüzdeleri, oranları, tatmin olanları olmayanları, akaryakıt fiyatlarının zamlara etkisini filan tartışıyoruz.
Bütün bu tartışmaların, ne kadar gereksiz ve hatta utanç verici olduğunu bugüne kadar kim bilir kaçıncı kez anlattım. Yine yazacağım.
İnsan denen canlı türünün, vazgeçilemez, ertelenemez, devredilemez ve tartışılamayacak “doğal – temel” hakları vardır.
Bunların başında nefes almak gelir.
Su içmek, suyu kullanarak temizlenmek, taharet, banyo, bulaşık, çamaşır vs.
Yemek, içmek,
Isınmak, serinlemek,
Barınmak, yani kafasını bir damın altına sokabilmek,
Bir yerden bir yere gitmek, gerektiğinde bunun için bir vasıtaya binmek,
Ve günümüzde elektronik iletişim olanaklarından yararlanmak...
Bu ihtiyaçların “seviyesi, kalitesi, kimin tarafından temin edildiği” gibi konuların detayı ayrı bir tartışma konusu ve gereksiz bir mevzudur. Ayrıca, insanların kendi iradeleri ile seçtikleri siyasetçilerin yönettiği “devlet” denen aygıta (bunun içine merkezi yönetim de, yerel yönetimler de girer) bir dolu (doğrudan ve dolaylı) vergi ödediği bir düzende, “vatandaş sıfatı” ile bu temel hizmetleri temin etmek “yönetici – düzenleyici otorite”nin birinci vazifesidir.
Yani, yukarıda saydığım hizmetler (temel ihtiyaçların temini) devlet ya da yerel yönetimin “her şeyi bir yana bırakarak, birinci vazife olarak sağlaması gereken” şeylerdir.
Buna itirazı olan var mı?
Yoksa, devam edelim...
Susuz, yemeksiz, kışın ısıtmasız, yazın serinletmesiz, vasıtasız (her yere yürünmez ya) ve telefonsuz-internetsiz bir insan yaşamı mümkün mü? Mümkün olmadığına göre de, işine geldiği zaman vatandaşa üsttenci bir “Anne – baba” tavrı alan “Devlet”in, aldığı vergiler karşılığında bunları sağlaması, “kaçınılamayacak” görevlerdir.
Şimdi, denilebilir ki, “Günümüzde her şeyin bir maliyeti var. Bu saydığın şeyler bedava sağlanamaz. Bir ücret karşılığında satılmak zorundadır...”
Bu söylediğiniz gerekçe, “kapitalist ekonomide” yani önceliklerin halkın ihtiyaçlarına, yani emekçilerin ve dar gelirlilerin ihtiyaçlarına göre değil, sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre düzenlendiği rejimlerde söz konusudur. Bu rejimlerde, önemli olan bir avuç sermayedarın, yani ülke varlıklarını gaspetmiş, gelir dağılımındaki adaletsizliği oluşturacak biçimde “Milli gelirin en büyük dilimini kendisine alan” bunun için de devletin gücünü arkasına alan sınıfın çıkarları ön planda tutulur. Zaten yukarıda zikrettiğim “temel ihtiyaçlar” bu “hakim sınıfın” tekelinde üretilip dağıtıldığından “yüksek bir fiyat” biçilir.
Temel (su, elektrik, gaz, ulaşım, iletişim vs.) hizmetleri niye özelleştiriyorlar sanıyorsunuz?
Bu yüzden de bu ihtiyaçlara erişim, “piyasa koşulları” dedikleri acımasız ve insanlık dışı bir sistemle daha da zorlaşır. Çünkü, “kârlılık” esasına göre belirlenir her şeyin fiyatı. Hatırlayın, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İSKİ’nin su zamlarını savunurken hep aynı gerekçeyi kullanır: “Suyu dağıtmak için kullandığımız enerji pahalılandıkça bizim de zam yapmamız kaçınılmaz. Siz İSKİ’nin zarar etmesini ve iflas etmesini mi istiyorsunuz?..”
Buradaki “zarar ve iflas” vurgusu çok önemli. Çünkü “kâr etmeye ve daha fazla kâr etmeye hatta hissedarlara kâr payı dağıtmaya” dönük bir anlayışla çalıştırılıyor bu “Temel hizmet üretimi” yapan şirketler.
Elbette ki, insanların “susuz (ve diğer ihtiyaçlar) yaşayamayacağı” ilkesini unuttuğunuz anda, bu anlayışa esir olursunuz.
Yapılacak şey bellidir:
Devletler ve yerel yönetimler, ellerindeki tüm kaynağın dağıtımını yani “tahsisini” planlarken, bu saydığım ihtiyaçları ilk 1, 2, 3, 4, 5, 6 diye sıraya yazacak, diğer hizmetlerin üretimini ondan sonra planlayacaktır. Gerekirse parasız, ama çok “aşırı” koşullarda bile “sembolik” yani en düşük gelirli bir bireyin ya da ailenin kesesine-cüzdanına zarar vermeyecek bir miktar belirleyecektir.
Hiç kimse, (istisnasız hiç kimse), suyunu, elektriğini, gazını, otobüs biletini, telefonunu, internetini “parası yetişmediği için kullanamama” (yani mahrum kalma) hatta ve hatta “diğerleri kadar kullanamama” durumunda kalmayacaktır.
Yani, “paramla değil mi arkadaş” diyerek yüzme havuzunu günde 3 kez suyunu değiştirerek kullanan birileri varken, başka birileri “bi tarafını” yıkayacak su bile bulamıyorsa, burada bir terslik vardır.
Veya “paramla değil mi arkadaş” diyerek villasının her odasında ayrı bir klima cihazı çalıştırabilen birinin az ötesinde sıcaktan geberen ya da soğuktan tir tir titreyen insanlar olmamalıdır.
Biz buna “insanca yaşamak” diyoruz.
Siz, sizinkine ne dersiniz bilemeyiz...
Peki...
Şimdi sorabilirsiniz:
“Bunca karmaşık ve acımasız piyasa koşullarında, nasıl başarabiliriz?“
Cevap veriyorum:
“Onca vergiyi toplama yetkisini, karar alma yetkisini, oturduğunuz koltukları bize verin... Size 2 günde nasıl yapılabileceğini gösterelim...”
Var mısınız?
Değerli “türdaşlarımıza” yani insanlara da şu çağrıyı yapıyorum:
Size bunu vaadeden bir zihniyete, partiye, siyasetçilere verin oylarınızı.