10 Eylül’de kendisine tebliğ edilen yazı ile sözlü savunma yapması için bakanlığa çağrılan, Atatürkçü ilahiyatçı, yazar, öğretmen Cemil Kılıç, ihraç ediliyor. Kılıç, Akit Gazetesi ve tarikatlar tarafından uzun süredir hedef gösteriliyordu.
Milli Eğitim’de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yapan Cemil Kılıç, meslek yaşamının 20. yılında kamudan ihraç edilme noktasına getirildi.
MEB, 15 Ocak 2019’da açığa alınan, Mayıs’ta tekrar görevine iade edilen ve İstanbul’dan Niğde’nin bir köyüne sürgüne gönderilen Kılıç’ın peşini bırakmadı.
Yazdığı kitaplar ve yazılarla Türkiye’deki gerici yapıları eleştiren, din dersi müfredatına ilişkin itirazlarını sendikacı kimliği ile kamuoyuna açıklayan Kılıç, sendikalar kanununun verdiği hakka rağmen bakanlıkça çeşitli soruşturmalarla cezalandırıldı.
Şimdi ise verilen cezaların en üst noktasında ihraç mekanizması işletiliyor. 17 Eylül Salı günü yapılacak Yüksek Disiplin Kurulu toplantısında Kılıç hakkında ihraç kararı verilmesi bekleniyor. Kılıç, Eğitim İş Sendikası İstanbul 4 Nolu Şube yöneticisi, ayrıca Atatürkçü Düşünce Derneği Fatih Şubesi kurucularından. Kılıç’ın ihracına demokratik kamuoyunun tepki göstermesi bekleniyor.
Cemil Kılıç, yaptığı açıklamalarla sürekli laiklik vurgusu yapıyor, Cumhuriyet devrimlerini savunuyordu. Eğitimdeki gericileşmeye ve FETÖ benzeri oluşumlara tepki gösteren, tarikat ve cemaatlere karşı mücadele eden Kılıç, 677 Sayılı yasanın uygulanması çağrısında bulundu.
Kılıç’ın çalışmalarının öteden beri gerici çevreleri rahatsız ettiği biliniyordu. Bakanlığın bir kısım tarikat ve cemaatlerin isteği doğrultusunda hareket edip Kılıç’ı ihraç etmesi kamuda FETÖ yapılanmasının halen kripto olarak devam ettiği şeklinde yorumlanıyor.
NEDEN İHRAÇ EDİLİYORUM
İhraç toplantısından önce Odatv’ye açıklamalar yapan Kılıç, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliğine 1999 yılının 19 Ekim günü başladım. O yıldan bu yana dersin müfredatı pek çok kez değişti. Değişen tüm müfredatları eleştirdim. Hatta eleştirilerimi 2014 yılında AİHM’e kadar götürdüm” dedi.
“Dersin zorunlu olmasının insan haklarına ve aslında İslam’ın temel akidelerine de aykırı olduğunu örnekleriyle belirttim” ifadelerini kullanan Cemi Kılıç, “Mahkeme davayı açan CEM VAKFI’nı haklı gördü ve 16 Eylül 2014’te bu dersin zorunlu olmaması gerektiğine hükmetti” dedi.
Cemil Kılıç devamında ise şu ifadeleri kullandı:
“Çünkü dersin içeriği Türkiye’deki dinsel / inançsal çeşitliliği yansıtmıyordu. Halen de yansıtmıyor.
Ayrıca bu derslerde bilimsel gerçeklere aykırı pek çok husus bulunuyor.
Bu konulara ilişkin çalışmalarımı pek çok kere kamuoyuna açıkladım. Çalışmalarım son derece ilgi gördü. Konuyla ilgili yüzlerce haber yapıldı.
AİHM’in yayınladığı gerekçeli kararda şahsımın hazırladığı rapora da yer verildi.
Ben bu çalışmalarımı sendikal yöneticilik kimliğimle ve bilim insanı vasfımla yaptım.
2006 yılından beri EĞİTİM İŞ SENDİKASI’nın İstanbul örgütlenmesinde yer aldım ve şube yöneticiliği yaptım. Halen de İstanbul 4 Nolu Şube yöneticisiyim. Sendikalar Kanunu’nda sendikal çalışmalar ve yapılan açıklamalar disiplin soruşturmasına konu edilemez, denilmesine karşın kanun çiğnenerek bir yığın soruşturma ve inceleme ile karşı karşıya bırakıldım.
Milli Eğitim Bakanlığı din kültürü ve ahlak bilgisi ders müfredatını eleştirdiğim için hakkımda pek çok kez soruşturma açtı. İki kez üst üste kınama cezası verdi.
Yetmedi; Akit Gazetesi’nin hedef göstermesiyle iki soruşturma daha açıldı.
Siyasi paylaşımlar yapmakla ve Cumhurbaşkanına hakaret etmekle itham edildim.
15 Ocak 2019’da görevimden uzaklaştırıldım. Yani “açığa alındım.”
Hakkımda yürütülen soruşturmalarla önce iki kez Kademe İlerlemesinin Durdurulması cezası ile tecziye edildim. Ardından bir kez daha aynı ceza ile tecziye edilerek fiilen ihraç edilme noktasına getirildim.
Mayıs 2019’da yönetmelik gereği göreve iade edildim. Ama İstanbul’dan Niğde ili Çamardı İlçesi Eynelli Köyü Ortaokuluna sürgün edildim. Haziran 2019’da il dışı atama hakkından yararlanıp görev yerimi Gebze’ye aldırdım. Halen Gebze’deyim. Ancak birkaç günüm kaldı. 10 Eylül’de, 17 Eylül 2019 Salı günü Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun şahsımla ilgili ihraç gündemli toplantısında sözlü savunma yapmam için tarafıma bakanlıkça tebligatta bulunuldu. Salı günü gidip sözlü savunma vereceğim. Lakin sonucun önceden belli olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek olmadığını herkes biliyor.
Bilinsin ki ben bütün eğitimcilik yaşamımda laikliğe, cumhuriyete, Atatürk devrimlerine ve temel insan haklarına bağlılık göstererek görevimi yapmaya gayret ettim.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatından Atatürk ve laiklikle ilgili konuların çıkarılmasına şiddetle itiraz ettim. Öğrencilerime nutuk okuttum. Gençliğe Hitabe’yi ve AKP’nin yasakladığı ANDIMIZ’dan bazı cümleleri sınav sorusu olarak sordum.
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, meczuplar, mensuplar memleketi olamaz”, diyen büyük Atatürk’ün rehber niteliğindeki sözlerinden güç ve ilham alarak; tarikat ve cemaatlere karşı laik cumhuriyeti savundum.
Basında ve sosyal medyada Diyanet’in milli bayramlarda ve günlerdeki duyarsızlığını eleştirdim. 10 Kasım, 23 Nisan, 29 Ekim, 30 Ağustos ve 18 Mart’ta camilerde hutbe okunmamasını yahut okunan hutbelerde Atatürk adının sansürlenmesini de tenkit ettim.
Diyanet İşleri Başkanının Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’nu Atatürk’ün ölüm gününün yıl dönümünde ( 9 Kasım 2018) ziyaret etmesinin son derece yanlış olduğunu, özür dilemesi gerektiğini aksi halde o başkanın ardında namaza durmanın kanımca caiz olmayacağını fikir ve ifade hürriyeti hakkından istifadeyle dile getirdim.
Diyanet İşleri Başkanlığının Atatürk dönemindeki ve Mehmet Rıfat Efendinin riyasetindeki yapısına tekrar kavuşturulması gerektiğini söyledim.
Mevcut Diyanet İşleri Başkanının göreve başlama töreninde sekülerizm üzerinden laiklik aleyhine yaptığı konuşmayı şiddetle eleştirdim.
Diyanet’in partisel anlamda siyasi içerikli vaazlar vermesinin, hutbeler okutmasının Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne zarar vereceğini pek çok sefer ifade ettim. Camilerimizin adeta bir partinin bürosuna dönüştürülme gayretlerinin kabul edilemez olduğunu da çeşitli vesilelerle dile getirdim.
Türkiye’de egemen dinsel anlayışın Emevi orijinli yanlış fikir ve inanışlarının terk edilip Muhammedî ve Kur’anî çizgide yeni bir inşa faaliyetinin olması gerektiğini, bu bağlamda İslam’ın tecdidi / güncellenmesi tartışmalarında Cumhurbaşkanının açıklamalarını destekledim.
İslam’a dair düşüncelerimi, aktüel Müslüman yaşamı konusundaki fikir ve kanaatlerimi kimi basın ve yayın organlarında pek çok kez ifade ettim. Bu maksatla onlarca mülakat verdim.
İslam’ın bir ritüeller dini olmaktan ziyade bir ahlak ve edep dini olarak anlatılması gerektiğine işaret ettim. Müslüman’ım diyenlerin önemli bir kısmının İslam’ın ritüellerine verdikleri önem kadar ahlakî değerlere önem vermediklerini belirttim. Bu cümleden olarak ateist ve deistlerin, Müslüman’ım diyenlerden daha ahlakî bir yaşamın faili olduklarını yazdım.
Hangi din, mezhep, inanış ve felsefi düşünceden olursa olsun bütün insanların temel insan hakları düzleminde birlik, kardeşlik ve barış içinde yaşayacakları bir düzenin kurulması lazım geldiğine çok defa vurgu yaptım.
12 kitap, yüzlerce makale yazdım.
Yüzlerce konferans, sempozyum ve panelde konuşmacı olarak yer aldım.
Binlerce televizyon ve radyo programına katıldım.
Anlattıklarım daima; laiklik, cumhuriyet değerleri ve temel insan haklarının önemi ile hakiki ve Muhammedî İslam anlayışının değeri üzerine idi.
Tüm bu çalışmalarımdan ötürü başta Akit Gazetesi olmak üzere çeşitli cemaat ve tarikatlarca hedef gösterildim. Aleyhimde aylarca çeşitli provokatif yayınlar yapıldı. Ölümle bile tehdit edildim.
Ne var ki Milli Eğitim Bakanlığı beni korumak, öğretmenine sahip çıkmak ve hakkımı savunmak için adı geçen gazete ve çevreler hakkında hiçbir suç duyurusunda bulunmadı, hiçbir dava açmadı. Beni, deyim yerindeyse aç timsahların önüne attı.
Üstüne üstlük peş peşe açtığı soruşturmalarla inanılmaz bir mobbing uyguladı. Ve sonunda beni ihraç edip işsiz, maaşsız ve ekmeksiz bırakarak adeta sosyal ölümle yüz yüze bırakma aşamasına gelindi.
Yaşanan süreçte demokratik kamuoyu ve Eğitim İş Sendikamız daima yanımda yer aldı.
Bundan sonra devam edecek olan yargısal süreçte de aynı desteğin artarak süreceğine inanıyorum.
Yaşadıklarımı tarihin ve halkın vicdanına sunuyor ve her şeye karşın yaşasın Atatürk Cumhuriyeti diyorum.”