BIST 100 9.368 DOLAR 34,52 EURO 36,17 ALTIN 2.979,54
7° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Süleyman Soylu'dan Tolga Şardan'a sorular

Süleyman Soylu'dan Tolga Şardan'a sorular

Eski İçişleri Bakanı ve AKP İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu, T24 yazarı Tolga Şardan’a sosyal medyadan bir dizi soru yöneltti. Bakan Soylu, "Bizimle ilgili 800’ün üzerinde yazı yazdınız ancak cezaevine girmediniz. Süleyman Soylu hakkında MİT raporu var dediniz; hakkınızda takibat dahi yapılmadı, hapse de girmediniz. Bizimle ilgili olmayan farklı bir meselede ise cezaevine girdiniz. Mazallah yoksa o da üzerime kalırdı…" dedi.

Eski İçişleri Bakanı ve AKP İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu, X hesabından yaptığı açıklamayla T24 yazarı Tolga Şardan’a soruşar yöneltti.

Soylu paylaşımında, “Bizimle ilgili 800’ün üzerinde yazı yazdınız ancak cezaevine girmediniz” dedi.
Soylu devamında, “Bizimle ilgili olmayan farklı bir meselede ise cezaevine girdiniz. Mazallah yoksa o da üzerime kalırdı” diye belirtti.

Soylu şunları yazdı:

Tolga Şardan’a sorular;

1- Cumhuriyet tarihi boyunca kırsalda ve şehirde ayrı görev yapan, veri tabanları da ayrı olan Polis, Jandarma, Sahil Güvenlik suç kayıt bilgileri suç ve suçluyla etkin mücadele için hangi dönemde birleştirildi? -Organize suçlarla ilgili en önemli adım olan TCK 220’ye bizatihi talebimiz üzerine KHK’da cebir ve şiddet, 2016 KASIM’DA EKLENMESEYDİ mücadele ne olurdu?

2- Cumhuriyet tarihinde havalimanlarında ve sınır kapılarında suç ve suçluyla mücadelede kapsamında tüm verileri üzerinden yüz tanıma sistemi NE ZAMAN kuruldu?

3- Cumhuriyet tarihinde parmak izi sistemi ve biyometrik veriler, bütün güvenlik birimleri ile

HANGİ ZAMAN DİLİMİNDE entegre edildi?

4- Cumhuriyet tarihinde silah ruhsatı, vatandaşlık sorgulamalarında Interpol sorgu kaydı (yani kırmızı, mavi ve diğer bültenler) NE ZAMAN ilgili birimlere açıldı? Daha önce ne oluyordu?

5- Cumhuriyet tarihinde Dünyanın uyuşturucu ve organize suç çete üyeleri/ liderlerinin fotoğrafları ve bilgileri toplanıp; havalimanları sınır sistemi ve güvenlik birimlerinin el tabletlerine NE ZAMAN yerleştirildi?

6- Suç gelirleriyle ilgili operasyonlar devletin ortak kararlığı ile NE ZAMAN sistematik olarak başladı?

7- Kara para, uyuşturucu ve terör dahil suç gelirleriyle mücadelede gri liste konusunda hükümetlerimizin ve meclisimizin çıkardığı kanunlar NELER? Ayrıca Hazine ve Maliye ve İçişleri Bakanlıklarının ortak el koyma düzenlemelerinden önce NE VARDI?

8- NEDEN gri listeye girdik? girdikten sonra devlet hangi tedbirleri aldı? Hangi düzenlemeleri ve kanunları yaptı?

Daha önce YAPILMIŞ MIYDI? Bir önce yazdığınız POLSAN (Polis Sandığı ) ile ilgili yazınızdaki imânız ile ilgili de; 2018’de iflas etmiş POLSAN’ın bugün verimliliği, kârlılığı, geçmiş dönemlerle kıyasladığınızda nerelerde olduğunu görürsünüz. Öyle ki, Sadece Ankara Sigorta’yı beş yıl önce on yıl vade ile 125 milyona satmak isterken, bugün yıllık karı satış fiyatının neredeyse dört katı olmuştur. Bence gazeteci olarak bunları da sorun! Bizimle ilgili 800’ün üzerinde yazı yazdınız ancak cezaevine girmediniz. Süleyman Soylu hakkında MİT raporu var dediniz; hakkınızda takibat dahi yapılmadı, hapse de girmediniz. Bizimle ilgili olmayan farklı bir meselede ise cezaevine girdiniz. Mazallah yoksa o da üzerime kalırdı… Çıkar çıkmaz

“SERBEST ALAN OLDUĞUM İÇİN” devam ediyorsunuz… Niçin olduğunu da biliyorum. Yazılarınızın yanlış olanlarına defalarca düzeltme verdik. Eleştiri sınırında olanları da okuduk. Bu soruları bizim çok kıymetli arkadaşlarımız -sizin de çok kıymetli dostlarınızla- inşallah değerlendirirsiniz. Bütün bu önemli çalışmalar. Devletimizin ve Hükümetimizin bütün birimleriyle birlikte el birliğiyle yapılmıştır

Şardan, bugünkü "İzmir’deki “FETÖ Borsası cinayeti”nde gelişme: Tetikçiyle bağlantısı tespit edilen şüphelilere takipsizlik!" başlıklı yazısında şunları yazmıştı:

İzmir’de “FETÖ Borsası cinayeti” olarak bilinen suikastta eski AKP İl Başkan Yardımcısı Ahmet Kurtuluş’un öldürülmesi son yılların en önemli siyasi cinayetlerinden.

Siyaset-polis-mafya-adliye çemberinde yaşanan bir dizi olayın sonrasında, Kurtuluş’un öldürülmesiyle sonuçlanan sürecin artçıları halen devam ediyor.

Kurtuluş’un öldürülmesi ve FETÖ Borsası konusunu yakın geçmişte Büyüteç’te epeyce konu etmiştim.

Hatırlatayım yaşananları: 17-25 Aralık ve 15 Temmuz sonrasında FETÖ’yle mücadelenin tam gaz devam ettiği dönemde, İzmir’de birbiri ardında ilginç olaylar yaşandı. Adliye ve emniyetin yürüttüğü FETÖ soruşturmaları çerçevesinde İzmir’de bir grup iş insanına yönelik yapılan soruşturmalarla ilgili bilgiler, emniyet tarafından dönemin AKP İl Başkan Yardımcısı Ahmet Kurtuluş’a sızdırıldı.

Paragraf açayım: Emniyetteki kilit isim ise, İzmir Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Kudret Dikmen’di. Dikmen olayların ortaya çıkmasına karşın, sonrasında her ne hikmetse dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun onayı ile Ankara’da daha önemli göreve getirildi. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcılığı’na terfi eden Dikmen’in referansı ise, dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Servet Yılmaz’dı! Yeri gelmişken Dikmen, hakkında başlatılan adli ve idari soruşturmalar nedeniyle geçen şubatta emekli oldu.

Devam ediyorum.

Kurtuluş da para sahibi iş insanları hakkındaki kritik bilgileri, İzmir ve çevresinde faaliyet gösteren suç örgütü lideri Serkan Kurtuluş’a aktardı.

Bu arada her iki Kurtuluş’un herhangi bir akrabalığı yok.

Serkan Kurtuluş da aldığı bilgileri, muhatabı iş insanlarına bildirip “paraya çevirdi.” Yani diğer bir değişle paralarına çöktü.

Devletin güvenliğine yönelik tehdit olarak görünen yapıya yönelik gerçekleştirilen adli soruşturmaların paraya çevrilmesi amacıyla kurulan döngü, ekibin kendi içinde yaşanan olaylarla ortaya çıktı.

Yargıya taşınan süreçte eski AKP İl Başkan Yardımcısı Kurtuluş, itirafçı oldu. Sürecin içindeki siyasileri konuşmaya başladı yargı önünde. Beş ay kadar cezaevinde kaldı. Ardından polis kılığına giren tetikçinin 30 Mayıs 2019 akşamı evine gelip silahını ateşlemesiyle küçük çocuğunun gözü önünde öldürüldü.

Cinayeti planlayan ve gerçekleşmesini sağlayan, Serkan Kurtuluş ve ekibiydi.

Tetikçi Yener Toğa, Erzurum’da berberlik yapan bir esnaftı. Cinayet için İzmir’e getirildi. Organizasyon içinde yer alanlarla birlikte yakalandı. Yargılandı ve tasarlayarak “kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve “silahlı örgüte üye olmak” ve “ateşli silahlar ve bıçaklar kanununa muhalefet”ten toplam 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Altı yeni şüpheliye soruşturma

Gelelim günümüze.

Evinde öldürülen Kurtuluş’un avukatları halen süreci yakından takip ediyor. Dosyadan yeni çıkan bilgiler ışığında yeni suç duyuruları yapılıyor. Savcılık soruşturma yürütüyor.

Bu çerçevede 14 Kasım’da yeni bir gelişme yaşandı İzmir’de.

Avukatların, Kurtuluş’un öldürülmesiyle ilgili yaptıkları suç duyurusunda tetikçi Toğa ile bağlantıları bulunduğu iddia edilen altı kişi hakkında takipsizlik kararı verildi.

Suç duyurusunda adı geçenler, cinayetin Erzurum boyutunda yer alıyor. Serkan Kurtuluş ve adamlarının Erzurum’dan bulup İzmir’e getirdikleri ve cinayeti işlettikleri tetikçi Toğa ile irtibatları olduğu anlaşılan kişiler; Samet Kaya, Ahmet Karadaş, Servet Aktaş, Metin Küpeoğlu, Siyami Uçan ve Umut Asan.

Cinayet öncesi ve sonrası görüşmeler

Soruşturmayı yürüten İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca verilen takipsizlik kararında yer aldığı şekliyle; Toğa’nın kullandığı cep telefonunun HTS kayıtlarında yapılan incelemede, şüpheliler Ahmet Karadaş’ın 9 Mayıs 2019, 16 Mayıs 2019 ve 17 Mayıs 2019’da, Samet Kaya’nın 2 Mayıs 2019 ve 12 Mayıs 2019’da, Servet Aktaş’ın 31 Mayıs 2019’da, Siyami Uçan’ın 1 Mayıs 2019, 17 Mayıs 2019, 29 Mayıs 2019 ve 31 Mayıs 2019’da, Metin Küpeoğlu’nun 27 Mayıs 2019’da tetikçi Yener Toğa ile telefon görüşmesi yaptığı anlaşıldı.

İzmir’de 30 Mayıs 2019’da işlenen cinayete yakın günlerde yapıldığı tespit edilen telefon görüşmeleri hakkında savcılık, altı şüpheli için yaşadıkları Erzurum’a talimat yazarak ifadelerini aldırdı.

Ayrıca, aynı zamanda Yener Toğa ile telefon görüşmeleri tespit edilen ve “bilgi sahibi” olarak ifadeleri alınan Yakup Tarancı, Burak Dinçer, Mücahit Abik, Orkun Toktamış, Vildan Toğa, Vedat Özdemir, Mehmet Yaşar Acar, Abdürrezzak Akış ve Nuriye Toğa, “altı şüpheliyi tanımadıklarını, isimlerini ilk kez duyduklarını ve olayla ilgilerinin bulunmadığını” savcılığa aktardı.

Örneğin tetikçi Yener Toğa’nın eşi Evren Gülsüm Toğa, savcıya şu ifadeyi verdi:

“Eşim Yener Toğa’nın işlediği cinayetten, olayın öncesinde bilgim yoktu. Şüpheliler Samet, Metin ve Ahmet’i, Yener’in arkadaşları oldukları için ismen biliyorum, tanışıklığım yoktur. Diğerlerini duymadım. Ara sıra telefonda konuşmaları olurdu. Cezaevinde cinayet ile ilgili konuşmalarda şüpheli Ahmet Karadaş’ın da ismi geçerdi. Yener’in kardeşleri konuşmalarında Ahmet’i aradıklarını ancak bulamadıklarını ifade ediyorlardı. Şüpheliler hakkında başka bilgim yoktur.”

Tetikçi Toğa, arkadaşları için ne dedi?

Halen Bolu F Tipi Cezaevi’nde kalan Kurtuluş’un katili Yener Toğa ise telefon görüşmesi yaptığı isimler için şöyle dedi:

“1 numaralı fotoğraftaki şahıs pazarcı Ahmet Karadaş olarak bildiğim Erzurum’da ikamet ettiğim mahalleden tanıdığım şahıstır. Kendisini Erzurum’da kuaförlük yaptığım dönemde müşterim olması sebebiyle tanırım. Ayrıca bir irtibatımız yoktur.

9 numaralı fotoğraftaki şahıs benim Erzurum ilinde berberlik yaptığım dönemde benim müşterilerimden olan Siyami Uçan isimli şahıstır, kendisinin olay ile herhangi bir bağlantısı söz konusu değildir. Kendisi olay günü veya olay sonrasında tıraş olmak için benimle irtibat kurmuştu. Bu sebeple kendisi ile telefon görüşmelerim bulunmaktadır.

10 numaralı fotoğraftaki şahıs benim Erzurum ilinde ikamet ettiğim mahalleden tanıdığım, mahallemizin genci olan Metin Küpeoğlu isimli şahıstır. Kendisinin olay ile bir bağlantısı yoktur. Cinayeti işlemek amacıyla İzmir iline gitmeden bir gün önce birlikte olduğum arkadaşımdır. Olayla bir ilgisi yoktur.

11 numaralı fotoğraftaki şahıs benim kardeşim Soner Toğa'nın kayınbabası olan Servet Aktaş isimli şahıstır. Kardeşim bu şahıs adına kayıtlı olan bir hattı kullandığı için kendisi ile irtibatım olduğu düşünülebilir ancak kendisinin olayla hiçbir irtibatı yoktur.

14 numaralı fotoğraftaki şahıs benim Erzurum ilinde berberlik yaptığım dönemden arkadaşım olan Samet Kaya isimli şahıstır. Kendisinin olay ile herhangi bir irtibatı söz konusu değildir. Kendisi ile telefon irtibatım söz konusu olabilir ama bunlar kesinlikle olayla ilgili değildir. Arkadaşça yapılan görüşmelerdir.

Umut Asan isimli şüpheliyi tanımıyorum. Benim Serkan Kurtuluş ile irtibat kurmama vesile olan ve istihbaratçı olarak kendisini tanıtan kişi Ahmet Can Karakaş isimli kişidir. Ancak şüpheliler arasında bu kişinin fotoğrafı yoktur. Bu kişi şüphelilerden biri değildir.”

Şüphelilerin savunmaları

Savcılığın takipsizlik kararında şüpheliler kendilerini şöyle savundu:

Metin Küpeoğlu: “Telefon görüşmelerinde Yener bana İzmir'e gideceğini söyleyerek İzmir’de ikamet eden yeğenim Barış Yedibela’nın numarasını istemişti ama ben vermedim. Diğer görüşmede Yener onda kalan yeleğimi getirmek için evde olup olmadığımı sordu. Başka bir muhabbet olmadı. 30 Mayıs 2019 günü farklı bir numaradan beni arayarak İzmir’de bir park sordu. Ben de bilmediğimi söyledim. Ben herhangi bir örgüte üye değilim. İşlenen cinayet ile hiçbir ilgim yoktur. Haberim olsaydı ihbar ederdim."

Siyami Uçan: “Yener'i tanırım, erkek kuaförüdür ve kendisine tıraş olurdum. Diğer şüphelileri tanımam. Şüpheli Metin’i, Yener’in berber dükkanından tanırım. Yener ile aramdaki görüşmeler ve mesajlaşmalar doğrudur. Kendisini uzun zamandır tanırım. Sık sık görüşürüz. Dükkanda göremeyince aradım. Bana İzmir’de olduğunu söyledi. Akşam otobüsle Erzurum’a geleceğini söyledi. Sonra kendisine bir daha ulaşamadım ve cinayet olayını öğrendim. Olaydan haberim yoktu. Meydana gelen olayla hiçbir ilgim yoktur. Yener’e bu cinayetin birileri tarafından işletildiğini düşünüyorum.”

Samet Kaya: “Cinayet olayını haberlerde gördüm. Yener benim 15 yıldır berberim olduğu için çok şaşırdım. Dükkanı kapalı olunca sormuştum. Bana şehir dışına gideceğini söylemişti. Daha sonra beni arayarak şehir dışında olduğunu ve oğlunun telefon faturasını ödemem gerektiğini söyledi. Ben de oğlunun telefon faturasını ödedim. Daha sonra bana Ziraat Bankası hesabım olup olmadığını sordu ve ben de olmadığını söyledim. Bir daha da telefonda görüşmedik zaten. Ondan sonra haberlerde olayı gördüm. Diğer beş şüpheliyi tanımam. Mesajlaşmalar bana aittir. Şehir dışına gideceğini söylemişti. Ama nereye gideceğini bilmiyordum. Kendisi ile telefonda görüşüp mesajlaşırdık. Telefon faturası olayı nedeniyle de bu şekilde mesajlaştık. Benim bu cinayet olayı ile ilgim yoktur. Suçlamaları kabul etmiyorum.”

Umut Asan: “Ahmet Kurtuluş bana husumetli olduğu Batum’da bulunan Serkan Kurtuluş’tan bahsetmişti. Olay günü Serkan’ın arkadaşı Ercan Yılmaz beni aradı ve Ahmet Kurtuluş'un öldüğünü söyledi. Ercan bana ayrıca bu olayın Serkan Kurtuluş tarafından gerçekleştirildiğini ve olayın kameraya da alındığını söyledi. Ben Yener Toğa'yı ve diğer şüphelileri tanımam. Hiç görmedim. Olayla bir ilgim yoktur.”

Servet Aktaş: “Yener benim damadımın erkek kardeşidir. Bir iki defa görmüşümdür. Berber dükkanı işletir. Şüphelilerin hiçbirini tanımam. Öleni de tanımam. 31 Mayıs 2019 günü benim Yener ile hiçbir görüşmem olmamıştır. Damadım Soner Toğa benim telefonum ile görüşme yapmış olabilir. Olayı bilmiyorum. Damadım Soner de bilmediğini söyledi. Sadece kardeşi Yener’in tetikçilik yaptığını ama kime yaptığını bilmediğini söylemişti. Olayla hiçbir ilgim yoktur."

Ahmet Karadaş: “Yener’i çocukluğumdan beri tanırım. Cinayet olayını mahalleden öğrendim, inanamadım. Diğer şüphelileri tanımam. Telefon görüşmeleri bana aittir ve iki arkadaş arasında olan görüşmelerdir. Yener’in ifadesinde geçen Ahmet Can Karataş isimli kişi ben değilim. Ben Yener’in berber dükkanına 7-8 yıldır gidip tıraş olurum. Bahsettiği devlet görevlisi ya da istihbaratçı kişi ben değilim. Bu şahsın kim olduğunu da bilmiyorum. Ben ticaret yaparım. Olayla bir ilgim yoktur."

Avukat Sencer: “Cinayetin ardında örgüt göstermesine rağmen takipsizlik verildi”
Savcılığın verdiği kararla ilgili uzun süredir dosyayı yakından izleyen avukat Özgür Senger’le görüştüm.

Senger, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Ahmet Kurtuluş cinayeti ile ilgili, cinayet eylemine bizzat katılan ve yardım edenlere yönelik bir dava açılmış ve failler cezalandırılmıştı. Ancak cinayet eyleminin ardında daha ciddi bir örgütlenmenin olduğu yönünde iddialarımız mevcuttu ve yürütülen bir soruşturma daha vardı. Bu soruşturmada, tetikçi Yener Toğa’nın ifadelerinde istihbaratçı olarak bildiğini söylediği Ahmet Can Karadaş aracılığıyla Serkan Kurtuluşlarca tanıştığını ve eylemi bu kişilerce yaptığına dair ifadeleri mevcuttu.

Tetikçinin eşi, ‘07 Mayıs 2018’de Erzurum’da yeğenimi nişanının olduğu gün, sabah 05.00 ile 05.30 sıralarında evimize polis baskını olduğunu ve evde uyuşturucu madde içerikli arama yapıldığını, aramada evde herhangi bir uyuşturucu ele geçirilememiş olsa da gözaltına alınarak emniyete götürüldüğünü, emniyetteki ifadesi sonrasında kendisiyle bir kısım emniyet görevlisinin görüştüğünü, bu görüşmede görevlilerin arasında bulunan ‘Dikmen’ diye hatırladığı kişi ve diğer görevliler ile tanıştığını ifade ederek işlediği cinayete kendisini iten kişilerin bunlar olduğundan bahsetti’ diye ifade vermesine rağmen, bununla beraber, gerek yaptığımız suç duyurularında HTS bağlantılarına yaptığımız işaret, gerek cinayeti işleyen örgüt elemanları ile eski Emniyet İstihbarat mensubu Kudret Dikmen’in telefon görüşmeleri, gerekse de alınan çok sayıda ifade, Ahmet Kurtuluş cinayeti arkasındaki örgütü göstermesine rağmen, dosya hakkında takipsizlik kararı verilmiştir.

İyi bir niyetle, takipsizlik kararı verildiği tarihin, Hrant Dink cinayeti tetikçilerinin salıverildiği, Serkan Kurtuluş örgütü dosyasında tutuklu sanığın kalmadığı, AYM kararlarının alenen çiğnendiği günlere denk gelmesinin tesadüf olduğunu düşünmeye çalışıyoruz. Ancak adli emanetinde delillerin silindiği, Ahmet Kurtuluş’un ifadeleriyle başlayan soruşturmaların üstünün örtülmeye çalışıldığı, Ahmet Kurtuluş ifadelerinde adı geçen ve mal varlığı 8 haneli miktarlarda arttığı tespiti yargı tutanaklarına geçmiş eski başsavcı vekilinin, görevden el dahi çektirilmediği bir süreçte, bu takipsizlik kararını iyi niyetle okuyamıyoruz. Yargı, kararlarıyla tarih not düşmese de kamu vicdanına bu hukuk dışı uygulamaları not düşmek için, Ahmet Kurtuluş cinayetini gerçekleştiren çetenin peşini bırakmayacağımızı da duyurmak istiyoruz.”

Senger, savcılık kararına itiraz edileceğini anlattı.

Şardan cezaevinden çıktıktan sonraki ilk yazısında şunları yazmıştı:

"Şampiyonlar Ligi"nden dönüş: Nerede kalmıştık?

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hakkımda başlattığı soruşturma çerçevesinde, bir gecesi Sincan F Tipi Cezaevi'nde, dört gecesi de Marmara ya da bilinen adıyla Silivri 9 Nolu Kapalı Cezaevi'nde olmak üzere beş gece ülkenin en büyük iki cezaevinde devletin "zorunlu" misafiri oldum.

Her iki cezaevinde aylarca, yıllarca kalanları dikkate aldığımızda, bu beş geceden bir manzume çıkartma niyetinde değilim.

Fakat gerek savcılığın gözaltı talimatı gerekse mahkemenin tutuklama kararının öncesinde ve sonrasında yaşananlardan kısa bir bölümü ilk ve son kez Büyüteç'te aktarıp bu sürece noktayı koymak niyetindeyim.

Daha doğrusu, yaşananların küçük bir kesitini bir de benden öğrenmenizi istedim.

Büyüteç'te 31 Ekim'de yayımlanan yazıda "yargıdaki istismar ve çürüme iddialarının kapsamında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığı'nın özel bir raporu hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı'na ulaştırdığını" aktardım.

Film, yazının yayımlanmasıyla birlikte koptu. 1 Kasım günü ev aramasıyla birlikte başlayan adli sürecin ilk aşaması; önce gözaltı, ardından tutuklamayla Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi'nde sonuçlandı, altı saat içinde.

Sincan'da karantinada geçen ilk geceden sonra sürekli kalacağım koğuşa geçtim ancak bu kez sürprizle karşılaştım. Tam kendime yeni yaşam döngüsü kurma hazırlığı içindeyken ve henüz 24 saat dolmadan, yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla 2 Kasım akşamüzeri jandarmanın nakil aracıyla İstanbul'a götürüldüm.

Avukat görüşmesinin hemen ardından yaşadığım bu dakikalarda cezaevi yönetiminin, nakil konusunun avukatıma ve aileme aktarılacağını söylemesine rağmen, tahliyeden sonra ne avukatıma ne de aileme bilgi verildiğini öğrendim!

O gece "buhar" olmuştum. Ne ailem ne de Ankara ve İstanbul'daki avukatlarım benimle ilgili haber aldı. Silivri Cezaevi'ne götürüldüğüm gece yarısından sonra tespit edilebildi.

Kaldı ki, yaşadığım yer, yazıyı yayına hazırladığım yer, iş yerim, raporda adı geçen kurumların bulunduğu yer Ankara olmasına karşın, apar topar İstanbul'a naklin gerçekleştirilmesinin ardında elbette başka amaçlar vardı.

Sincan Cezaevi'nde kalmam halinde pek çok avukat ve siyasinin ziyaret ederek yaşananların gündemde kalması söz konusu olacaktı.

Bu tabloyu aktarıyorum zira aslında bir başka tabloyu göstermek istiyorum.

Sadece kamuoyunun bilgilenmesine yönelik bir yazı kaleme aldığım için tutuklandım. Üstelik mevcut TCK 217/a hükmünden, Dezenformasyon Yasası uyarınca…. En üst süreden yani 3 yıldan ceza alınması halinde bile cezaevinde yatarı olmayan bir suçtan tutuklama yapıldı!

Ağır suç işlemişim meğerse.

Bir de benden dinleyin...

Gözaltı ve tutuklamayla ilgili adli süreçten de kısaca söz etmem gerekiyor.

Şöyle ki; yazı 31 Ekim'de T24'te yayımlandı hatta 30 Ekim gece yarısından itibaren… Adli süreç 1 Kasım öğleden sonra gözaltı işlemi yapıldığı saatte başladı. O saate ne Cumhurbaşkanlığı'ndan ne de MİT Başkanlığı'ndan açıklama yapıldı.

Zaten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gözaltıyla sonuçlanan soruşturmayı re'sen başlattı. Yani ne Cumhurbaşkanlığı'nın ne de MİT Başkanlığı'nın bir şikâyeti veya ihbarı vardı!

Hatta başka kişi ya da kurumların da şikâyeti ya da ihbarı bulunmazken; başsavcılık, kendisine görev edinip kendiliğinden soruşturma açtı.

Tutuklamanın ardından yapılan "yalanlama" ise aslında yazılanların doğru olduğunun kanıtı. Gazetecilikte böylesi süreçler yaşanır hep. Sürecin yarattığı / yaratacağı yüksek tansiyonu düşürmek için sıkça kullanılan yöntemdir bu.

Bu satırların yazarı olarak elbette süreci yakından takip edeceğim ve gelişmeler yine Büyüteç'te yer bulacak.

Şampiyonlar Ligi!

Dediğim gibi, beş günlük zorunlu konaklamadan bir manzume çıkartacak değilim. Fakat özellikle Marmara yani Silivri Cezaevi'nde yaşadığım birkaç küçük tabloyu aktarıp yazıyı tamamlayım.

Yüksek güvenlikli bir cezaevinde bulunurken anladım ki insanoğlunun yaşam azmini hiçbir olgu yıkamaz.

Havalandırmanın açık olduğu saatlerde tutuklular ve hükümlüler arasında yüksek duvarlar üzerinden yapılan yüksek sesli görüşmeler, aynı koridor üzerindeki farklı koğuşlarda kalan hükümlü veya tutukluların bu yolla satranç oynamaları dikkat çekiciydi.

Mesela, tahliye olduğum dakikalarda Marmara Ceza İnfaz Kurumu'na getirilen Engin Polat'ın tam karşımdaki koğuşa konulduğunu koğuş komşumdan duydum!

Silivri'de uyandığım ilk sabah, cezaevinin "Şampiyonlar Ligi" adıyla tanımlandığını öğrendim. Açıldığından beri pek çok ünlünün kalması ve yine birçok tanınan ismin halen cezaevinde bulunması nedeniyle bu isim verilmiş meğerse.

İster Şampiyonlar Ligi olsun, ister olmasın; beş günlük zorunlu konaklamayı tamamlayıp evime, işime ve sevenlerimin yanına döndüğüm için fazlasıyla mutluyum.

Bu arada merak edenler için; mesleğe de kaldığım yerden devam, elbette...