Uzunca bir süredir bu kadar çarpıcı ve toplumsal düzlemde bu kadar sert bir uyarı içeren bir demeç hatırlamıyorum.
Belki de, manşetlerde gerektiği büyüklükte yeralmadığı için, üzerinde biraz daha ayrıntılı durmayı hak eden bir demeç diye yazmak istedim bugün.
Bir grup gazetenin Ankara temsilcilerinden oluşan gazeteci heyetine verdiği ortak mülakatta, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidarın siyasi ortamI gerginleştirme arzusu ve çabası içinde olduğunu anlatırken, bu konuda haklı bir kaygı duyduğunu ortaya koyuyor. Gazetecilerin, "Yani, biraz açar mısınız?" mealindeki sorusunu yanıtlarken de, "Siyasi cinayetler (cinayet değil cinayetler a.b.c.)" olasığından söz ediyor.
Kılıçdaroğlu'nun bu endişeyi dile getirmesinin, başka bir deyişle siyasette son dönemde alışkın olmadığımız biçimde "kan dökülmesi" olasılığından söz etmesinin ciddiyetine binaen, önce o sözlerini tam olarak şuraya aktarmak istiyorum:
"Erdoğan gerilimi doruk noktasına çıkarıp seçime gitmek ister. Bu gerilimden olabildiğince uzak durmamız lazım. Milletvekili, il başkanlarına söylüyorum, sakin olacağız. İttifakı oluşturan diğer partiler de gerilim istemiyorlar. Eğer iş belli grupların ellerine silah alıp belli kişileri öldürme yoluna gitmezlerse bir gerilim olmaz. Umarım öyle bir tablo da Türkiye’de yaşanmaz. Siyasi cinayetler… Böyle kaygılarım var. Erdoğan ‘Dur bakalım daha başınıza neler gelecek’ dedi. Devletin bütün güçleri elinde olan bir insan bunu söylüyorsa, çok tehlikeli bir cümle. Açıkça tehdit ediyor.”
Kılıçdaroğlu'nun hatırlattığı bu "Dur bakalım. Daha başınıza neler gelecek..." cümlesi, İYİ Parti Genel Başkanı Meral AkşEner'in Rize'de maruz kaldığı bir provokasyon sonrasında bizzat Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ağzından çıkmıştı. Herhangi bir siyasi partinin genel başkanı sıfatı ile ya da "Rizeli Erdoğan" sıfatı ile söylenmiş olsa, belki "sıradan sorumsuz bir uyarı" veya "Benim memleketimde-mahallemde-tapulu arazimde dolaşma. Dolaşırsan sana tepki geliştirir hemşehrilerim" gibi bir söz olarak algılanabilir ve geçiştirilebilirdi.
Ama bunu "Yürütmenin Başı" hatta yürütmeyi temsil eden tek kişi söylediği zaman, hem Akşener'in, hem Kılıçdaroğlu'nun ya da başka muhalefet liderlerinin hem de sıradan vatandaşlar olarak herkesin kaygılanması için ciddi bir neden vardır. Öyle ya, Rize'de ya da başka bir yerde, sokaktan geçen biri, bir muhalif siyasetçiye ya da herhangi birine "Dur bakalım başına daha neler gelecek" diye bir tehdit savursa, insan karakola gidip şikayet etmek ister. "Tehdit" suçtur, çünkü. "Neymiş o başıma gelecek olan?" diye sorma hakkı doğar, karakolda da "Neymiş o başına getireceğin?" diye sorarlar adama.
Haydi daha da ileri götüreyim örneği.
Biri kalkıp, herhangi bir ortamda Cumhurbaşkanı'na hitaben "Dur bakalım. Daha başına neler gelecek?" dese ne olurdu? Anında (haklı olarak) "Darbeci" damgasını yer, anasından emdiği süt de fitil fitil "her tarafından" getirilirdi.
Demokratik siyasi ortamın sükunetini, nezahatini ve sulhünü korumak isteyen hiçbir siyasetçi bu sözleri etmez. Etmemelidir.
Şimdi gelelim, bu sözlerin ardından ve hatta öncesinde de neler yaşandığına.
Türkiye'nin dört bir yanında, en ufak bir hak arayışına kalkan, en ufak bir hoşnutsuzluk ifade etmeye kalkan insanlar, öğrencisi, işçisi, memuru, emeklisi, öğretmeni, doktoru, avukatı, devletin şiddetle mukabelesine maruz kalmıyor mu? Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları sürekli, üstelik de şiddet kullanılarak ihlal edilmiyor mu? Buna rağmen eyleme kalkışanlar, bizzat iktidarın en üst düzey sözcüleri (misal: İçişleri Bakanı) tarafından açıkça "terörist, terör örgütü mensubu hatta açık açık örgüt ismi verilerek filanca örgüt üyesi" diye suçlanmıyor mu?
Türkiye'nin dört bir yanında, durup dururken, gazeteci, siyasetçi, aydın, yorumcu, öğretim üyesi vb. insanlar sırf iktidarı ya da iktidar mensubu partileri eleştirdikleri için azgın magandaların sopalı, yumruklu, muştalı saldırısına uğramıyor mu?
Bunu daha da ileri götürüp, bir siyasi partinin (HDP) İzmir İl Başkanlığı silahlı bir terörist tarafından basılıp da bir kadın öldürülmedi mi? Hatta, olaydan sonra "Canım zaten o parti terörist değil mi? Ölen de herhalde onlardan biriydi..." diye dehşet verici bir söylem geliştirilmedi mi?
Bu eylemlere kalkışanlar, (cinayet işleyen hariç) karakolların arka kapısında da değil, ön kapısından ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmediler mi? Tam tersine, mağdurlar adeta "hak etmişçesine" suçlanan bir dil kullanılmadı mı?
Bu ülkede bizzat Ana Muhalefet lideri (Çubuk'ta) yüzlerce azgın linççi terörist tarafından öldürülmeye çalışılmadı mı? Ve bu linç güruhu halen ellerini kollarını sallayarak dolaşmıyor mu? Ağır Ceza Mahkemesi yerine Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargıl(anır gibi) yapılmıyor mu?
Eski davalar ısıtılıp ısıtılıp yeniden açılıp, eski davaların (FETÖ'cü) kumpasa kurban gitmiş mağdurları tekrar hapse atılmıyor mu? Ya da yeniden (üstelik FETÖ'cü savcı ve hakimlerin artığı iddianame ve dosyalarla) açılan davalarda mahkum edilmek için çırpınış içinde görünmüyor mu iktidar?
Özetle, ağzını her açana devlet tüm gücü ile, yargısı ile, güvenlik kuvvetleri ile, ya da bindirilmiş ve iktidarın "sırt sıvazlamasına mazhar" maganda çeteleri aracılığı ile saldırı olmuyor mu?
Bütün bunları alt alta topladığınızda, üzerine bir de Büyükada'da yaşandığı üzere "Yavuz hırsız ev sahibihi bastırır hesabı" hukuksuzluğu gidermeye çalışanların üzerine polis gücünün gönderilmesi de eklenince, insanın kaygı duyması için yeterli neden yok mu?
Ama Kılıçdaroğlu'nun bugünkü pek çok gazeteye yansıyan (çok sayıda gazeteciye topluca söylediği için ilave bir teyit de gerektirmeyen) demeci, meselenin bizim sandığımızdan da vahim olduğunu gösteriyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu "siyasi cinayet" de değil, "Siyasi cinayetler" diyor. Endişesi o boyutta. Yani adeta 1970'lerde veya 90'lardaki gibi, peşpeşe "siyasi nitelikli cinayetler" işlenmesinden daha doğrusu "işletilmesinden" endişesini dillendiriyor.
Bu yolla da, belki de iktidarın "kanlı bir ortam oluşması"nı arzuladığını, o ortamı da, belki de seçimin ertelenmesi, ötelenmesi, ya da en azından halk iradesinin sandığa sağlıklı olarak yansımayacağı bir korku ikliminin hakim olmasını arzuladığını ima ediyor.
Çok vahim.
Göründüğünden de vahim bir endişe ve olasılık.
Bu endişe, eğer devlet protokolünde en tepelerde bulunan ve "Anayasal bir konum" sayılan Ana Muhalefet liderinden geliyorsa, ben durur uzun uzun düşünürüm. Çünkü Ana Muhalefet lideri, iyi kötü bizlerden çok daha fazla ve daha derin istihbari bilgilere erişimi olduğunu varsaydığımız bir siyasetçidir. En azından siyasi kulisleri ve havayı daha "yakından" koklayan birisidir.
Dikkate alınmalı.
Bir an önce de hem Kılıçdaroğlu'nun ve hepimizin endişelerini giderici, kesin olarak giderici söylem ve eylemler geliştirilmelidir. Bunu yapabilecekleri bir potansiyel var mıdır?
Ben karamsarım.
Lafı hiç eveleyip gevelemeden açıkça yazıyorum.
Dilerim, ben haksız ve "fazla karamsar" düşünüyorumdur.