9 Mayıs Pazar. İsrailli ve Filistinli barış yandaşları İsrail Yüksek Mahkemesi’nin önünde toplanmışlar. Mahkeme, ertesi günü kritik bir davada karar verecek. Kalabalık, Şeyh Cerrah mahallesi sakini 4 Filistinli ailenin evlerini boşaltmaları için mahkeme kararının çıkmasından endişeli. Benzeri davaların akıbetinin tekrarlanacağı öngörülüyor. Zaten Ramazan boyunca Doğu Kudüs sokaklarına gerginlik sinmiş. İsrail, kendi vatandaşlarını korona salgınına karşı aşılamada dünya birincisi olurken; Filistinlilerin aşıya ulaşımı sınırlı. Polis, Müslüman mahallesine açılan Şam kapısında Filistinlilerin toplu halde iftar yapmasına izin vermemiş. Salgın çarpanı ile aşılı nüfusu da heder eder diye düşünmüşler herhalde. Bir ayı aşan bir süre boyunca aynı çat-pat gibi orada-burada afakanlar basmış ve olaylar çıkıyor. Böylesi bir atmosferin içinde de Mahkeme, kararı ne zaman vereceğini 30 gün içinde açıklamak üzere ertelediğini duyurdu.
Kadir gecesi ve Kudüs günü sarkacında yaşanan gerilimin arkasında işte böylesi hassas bir olay var. Dahası, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Washington Büyükelçisi Yousef al-Otaiba, Washington Institute’ün düzenlediği bir Zoom oturumunda Şubat ayında konuşmacıydı. İbrahimi Anlaşmalarını mümkün kılan müzakerelerde de bilfiil bulunduğu için etkin bir ağırlıkta konuşuyordu. “Gerçek şu ki İbrahimi Anlaşmaları ilhakın önüne geçmek için yapıldı,” dedi. İlhak dediğinizde de Şeyh Cerrah mahallesi de dahil Doğu Kudüs ve Batı Şeria denklemi işin içine giriveriyor. Hal böyle olunca sanki bu anlaşmanın akıbetini de gözetmek için İsrail Dışişleri Bakanlığı, "Ne yazık ki Filistin Yönetimi ve Filistinli terör grupları, kişisel bir özel mülk meselesini Kudüs’te şiddeti tırmandırmak için milli bir davaya dönüştürdüler," diye yazılı bir açıklama yaptı. Diplomatlar buradan ne çıkartır; anlaşma, daha bir yılı dolmadan kadük mü kalır, artık izleyip göreceğiz.
Ve fakat Şeyh Cerrah’ta yaşanan dava öyle basit bir özel mülk davası değil. İsrail-Filistin davasının özüne temas eden bir durum var burada. Filistinliler, bazen mahkeme kararıyla bazen emrivakiyle hırsızlığın meşrulaştırıldığı kanaatindeler. İsrail ise burayı 1967’de aldığını söylüyor. Ya da Kudüs’ün tamamını demek daha doğru olabilir. Dolayısı ile İsrail için Kudüs, doğu-batı diye bölünmüş değil. Amerika ise Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün ‘işgal’ altında olduğunu söyleye gelmiş olsa da Trump’ın büyükelçiliği buraya taşıma kararını açıkladığından beridir pozisyonlarının ne olduğu karışık. Şeyh Cerrah mahallesinin sakinleri ise fena bir açmazın içinde sıkışmış gibiler.
Kapanın adı da hak arayışını, Nakba gününden mi, yoksa 6 gün savaşından mı başlatmak gerektiğine göre değişiyor. Arada kalan dönemde Ürdün buranın hakimi iken iddia o ki Şeyh Cerrah’taki ev sakinlerine tapu vermemiş. İsrailliler de veremeyeceğini, çünkü 1948 öncesi burada oturan Yahudilerin mülklerinin gasp edildiğini ileri sürüyorlar. Yahudiler, Osmanlılardan, 19uncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren burada toprak almaya başladıklarını anlatıyor. Türkiye de bu davaların çoğunda Osmanlı arşivlerinden belgeleri rahatlıkla sunmuşken, buradaki açmazın çözümlenmesinde anlaşılan bir temassızlık var.
Filistinliler, mülk edinme haklarının dahi olmadığı garip bir dünyada yaşadıkları hissinde. Gasp edilen bir mülkü işgal ettiklerine inanmıyorlar. Buraların kendi mülkleri olduğunu söylüyorlar. Davaya mevzu aile, oturdukları evin 150 yıldır kendilerine ait olduğunu belirtiyor. Öyle çok katmanı olan garip bir iş ki bu emlak meseleleri; Batı Kudüs’te Filistinlilere ait olan yerlerin ederine ve karşılığına hiç girmemek gerekiyor. Zira Yahudilerin, Arap ülkelerinden uğradığı büyük sürgünün karşılığının bir şekilde bu denklemde yerini bulduğu varsayılıyor.
İsrailli Yahudi gruplar için de Şeyh Cerrah meselesi önemli. 1980lerden beri bu işin arkasında koşan iki Yahudi kuruluşu yorulmuş; Amerika’da aşırı sağ kanada yakın ve zengin bir kuruluşa bu işi devretmiş. Adı, Nahalat Shimon International. Filistinlilere akan paralar ne yazık ki böylesi stratejik gelişmelerin arkasında kayboluveriyor. Mahkeme, konuyu, özel mülk davası olarak ve 1967’den itibaren gelişen hukuki denklemde görüyor; Filistinliler de diyor ki İsrail devleti bu işin arkasında ve Kudüs’ü Filistinlilerden arındırmaya çalışıyor. Yahudi yerleşimcilerin sistematik olarak genişlemesinin önemli bir adımı olarak görüyorlar bu davayı.
Filistinlilerin gözünden baktığınızda Şeyh Cerrah, İsrail’in, Filistinlilere uyguladığı etnik temizliğin can bulmuş hali. İki devletli çözümün masal olduğunun göstergesi. Avrupa’da soykırıma uğrayıp İsrail’i kuran Yahudi ırkının, insan yerine dahi koymaya lütfetmediği Filistinlilere uyguladığı kıyımın bugün için can bulmuş adı. Anlayacağınız bu iş, bu kadar hassas.
1948’de İsrail Devleti kurulurken, BM 194 nolu kararı, her ne kadar bağlayıcı bir hükmü olmasa da Filistinlilere topraklarına dönme hakkını gözetmişti. Şeyh Cerrah’ta yaşananlar ise Filistinlilerin – mahkeme salonlarında – haklarını hakkaniyetle aramalarının imkansız olduğunu adeta kanıtlıyor. Filistin Yönetiminin aczini acımasızca gözler önüne seriyor.
Hamas’ın attığı roketler, işi içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Ve fakat konu, Hamas değil. Hamas’ın, İsrail sivil vatandaşlarını terörize etmesinin kınandığı; İsrail’in kendini savunma hakkının haykırıldığı kadar; Filistinlilerin de bu toprakların insanı olduğu ve insana insanca yaşam hakkının tanındığı iki devletli bir çözümün gerçekleşmediği takdirde, İsrail’in yaptığının bir etnik temizlik olduğunun görülmesinde düğümleniyor. Bu iş böyle giderse İsrail, Kudüs’ü ve hatta ötesini rahatlıkla Filistinlilerden arındırabilir ama yapabildiğini yaptıktan sonra kendini nasıl temize çekebilir – bilinmez.
- - - -