Düşüş ile yayın dünyasına ilk adımını atan Seda Ünsar, bu kitapla birlikte baş karakterler Ali ve S’nin dışında, yan karakterlerin de Türkiye’den taşıp Avrupa ve Amerika’ya kadar uzanan sürüncemeli hayatlarını başarılı dil ve anlatımıyla kaleme alırken, okurunu kurgusuna hapsedecek bir kitap ile karşı karşıya bırakıyor.
Kitabın merkezini Ali ve S isimli karakterlerin varoluş sancıları, arayışları, umutsuz aşk hikâyeleri, arafta kalışları, hayata tutunma çabaları ya da “gerçeğin peşine düşen” bir hayatı tercih etmeleri oluştururken; arka planında yoğun bir Doğu-Batı karşılaşması, siyasi, toplumsal, edebi, felsefi, psikolojik, sosyolojik sorgulamalardan oluşan bir kimliğe rastlanıyor. Düşüş, bahsedilen kavramların tartışıldığı felsefi karakterdeki yoğun ve derin diyaloglarıyla da okuyucusunun hem düşünüp anlamasına, hem de bu kavramları sorgulamasına fırsat veriyor.
“Siyaset ve Felsefe Odasında Aşk Hikayeleri”
Hayatın anlamını sorgulayan bir kitap olan Düşüş, okurların bu anlamı çocukluk arkadaşı olan iki ana karakter vasıtasıyla sorgulamasını sağlıyor. Sürükleyici bir kurguya sahip olan roman, felsefi, edebi, politik ve tarihi bir çerçeve bağlamında çarpıcı diyalogları ile okuyanları hikayenin içine çekiyor. Derdini metaforlarla anlatan üslubu ile Düşüş, Batı felsefesiyle örülmüş bir eser olmasının yanı sıra bir Doğu perspektifinde oryantalizm, modernleşme ve Batılılaşma kavramlarını yeniden ele alıyor.
ARKA KAPAK
“…Boşa geçen zamanın anlamını hangi sözcükler anlatabilirdi ki? Bu basit ama keskin düşünce, bütün diğer düşüncelerinin birbirine kenetlendiği ağlara bir bıçak gibi düştü ve bütün düşünce bağlarını koparıp attı. Öyle umutsuz, öyle kaçınılmaz bir düşüştü ki bu, birden nefesinin kesildiğini ve dizlerinin tutmadığını hissetti. Duvara yaslandı. Çiseleyen yağmurun ıslattığı bir kedi bacaklarına sürtündü. Şakaklarındaki zonklama, zamanı, yere dökülen yağmur tanelerine hapsederek yavaşlatmıştı. Bu taneler alnına damlıyor, burnunun kavisinden, birkaç günlük sakalına süzülüyor, kaybolup, yok olup gidiyordu. Zamanı elleriyle tutmayı denedi. Olmadı…”
Düşüş; hayatın anlamını, çocukluk arkadaşı iki ana karakterin İstanbul’dan Los Angeles ve San Fransisko’ya sürüklenen hayatları üzerinden felsefi, edebi, politik ve tarihi bir çerçeveye eşlik eden derin kurgusuyla sorguluyor. Bu varoluşçu sorgulama, karakterlerin yazdıkları öyküler ve izledikleri filmlerle, gördükleri rüyalar ve Platonik felsefeden postmodernizme, Aydınlanma’dan İbn-i Rüşd’e uzanan çarpıcı diyaloglarla gerçekleştiriliyor. Gerçeğin ve kayıp zamanın peşine düşme, özgürlük, erdem, bilgi, ölümsüzlük, sıradanlık, hayal kırıklığı, aşk ve yalnızlık metaforlarının satırlara başarılı bir şekilde nüfuz etmesinin yanında; Doğu-Batı karşılaşması kitabın temel çerçevesinde derin bir şekilde hissedilirken, okuyucu üst kurmaca tekniği ile roman içinde bir romanla karşılaşıyor.
Roman bir yandan Batı felsefesiyle örülmüşken, bir yandan Doğu düzleminde oryantalizm, modernleşme ve Batılılaşma kavramlarına teorik olarak yeni bir bakış sunuyor. Yazarın yayın dünyasına attığı ilk adım olan Düşüş, karakterlerin kendilerini keşfetme yolunda sarsıcı, umutsuz aşk hikâyeleriyle birlikte; okuyucuyu düşünmeye, sorgulamaya ve anlamaya iten sürükleyici kurgusuyla ve buna eşlik eden başarılı üslubuyla derin araştırma, çalışma ve akademik bir birikimin ürünü olduğunu gözler önüne seriyor.