Yazının başlığındaki ifadeyi, bu konuda hazırlanacak bir tez çalışmasının başlığı olarak da kullanabilirsiniz. 21 yıldır ülkenin tüm kurumlarını, kurallarını, yasalarını ve en başta da Anayasasını imha etmenin en çarpıcı örneklerini sergileyen AKP iktidarı, devletin farklı unsurlarını birbirine karşı nasıl kullandığının yeni bir dosyasını daha açtı.
Aslında daha önce defalarca yaptıklarını, bir kez daha sergilemekten ibaret bu yeni uygulamaları.
Hatırlar mısınız?
2022 yılı başlarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile TÜGVA isimli vakıf arasında bir çekişme yaşanmıştı. Kurucuları arasında Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın da bulunduğu bu vakfın, önceki (AKP) dönem İBB yönetiminden kullanım hakkını belli bir süre için aldığı Büyükada İskelesi üzerindeki tesisi, "sözleşmeye aykırı amaçlarla kiraya vediği" ortaya çıkınca, İBB müdahale etmişti. Ekrem İmamoğlu yönetimi, bu konuda bir mahkeme kararı alarak iskelenin kapısına dayanmış ve TÜGVA'yı binadan çıkarmak istemişti.
"İstemişti..." diyorum. Çünkü bunu başaramadı. Yani mahkeme kararını yürürlüğü sokamadı.
Normalde bir belediye, yasadışı kullanılan ve hatta kendisine ait bir tesisi boşaltmak için zabıtalarını yollar ve bu işi 5-10 dakikada halleder. Misal, yoksulların gecekondularını başlarına yıkmak söz konusu olduğunda, ya da gariban bir esnafı kovalamak için polisi de yanına alarak, "tahliyeyi icra" etmesi çok kolaydır.
Ancak burada "AKP Türkiyesi" gerçekleri/kuralları devreye girmişti.
Nedir o gerçek?
Tahliyeyi isteyen "CHP yönetimindeki İBB"...
Tahliyesi istenen TÜGVA "AKP Genel Başkanı'nın oğlunun vakfı...
Tahliyeyi engelleyen "AKP Genel Başkanı'nın polisi"...
Gerçek böyle olunca, mahkeme yani yargı kararı, maalesef bir "aksesuar" olarak kalmaya mahkum oluyordu. Ellerindeki mahkeme kararına rağmen, İBB o gün bugün, o tahliyeyi hayata geçirebilmiş değil. Çünkü Bilal Erdoğan'ın vakfı, "Babamın polisini çağırırım ha!.." diyerek hukukun önüne polis copu ve kalkanını dikebiliyor.
2023 Türkiyesi... Yersen...
Bu kez, aynı uygulamanın daha taze bir örneği...
İBB Yönetimi, yıllardır yasadışı işgal ettikleri Üsküdar - Salacak sahilindeki bazı cafe, çay bahçesi ve restoranları kaldırmak istiyor. Hem çevre kirliliği ve görsel intizamsızlık yaratan hem de zaten yasadışı bir işgal gerçekleşetirilen bu işletmeleri yıkmak için zabıtaları ve kepçeleri yolladığında, karşısında yine aynı gücü buluyor:
"AKP'nin polisi..."
İnsan bu ifadeyi yazarken içi sızlıyor. Çünkü artık maalesef, "milletin polisi, yargının ve yasaların emrindeki polis" diye söz edemiyoruz. Yasadışı işgalleri ve zorbaca direnişleri "korumak" için kullanılıyor bu emniyet gücü.
Aslında tam tersini yapması gerekirken.. Yani "Yasaların ve mahkeme kararlarının uygulatılmasını sağlamak için" devreye girmesi gereken devletin silahlı - coplu - kalkanlı - tomalı - gazlı gücü, "yasadışılığa" kalkan oluyor.
Bu, alenen ve fiilen "devletin yıkılması" anlamına gelir. Devlet güvenlik gücünün varlık nedeninin ortadan kalkması anlamına gelir. Devletin itibarının bizzat bugün o gücü elinde bulunduranlar tarafından beş paralık edilmesi anlamına gelir. Bu, polisin yargıya karşı kullanılması anlamına gelir.
Zaten yıllardır söylediğimiz başka bir şeyi daha hatırlatayım.
T.C. Anayasası'nın 34'üncü maddesi, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın ilgili madde ve hükümleri gereği, herkes "Önceden izin almaksızın..." toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilecek iken, polisin bunu engellemesi de aynı şeydir. Hatta, bunu engellerken insanlara yasadışı biçimde şiddet kullanması, işkence ve kötü muamelede bulunması da...
Mahkeme kararlarını alıp, yasadışı biçimde kovuldukları kamu kurumlarına, akademiye, özel işyerlerine vb. dönmeye çalışan insanların, kapılarda dövülmesi, püskürtülmesi ve tekrar kovulmasını da aynı güvenlik kuvvetleri gerçekleştirmiyor mu?
Çöken bu devleti, bunun gibi yüzlerce başka şekilde de çökertilen bu devleti ayağa kaldırmanın bir yolu var.
14 Mayıs'ta bunların müsebbiplerine gereken cevabı verip, bu rejimi değiştirmek.
Görevimizi gayet iyi biliyoruz.