Türkçemizde çok güzel ve yerinde kullanıldığında “cuk” diye oturan atasözleri ve deyimler vardır.
Meselâ, “Şuyuu vukuundan beter” deyimi.
Yani, “Bazen, kötü bir şeyin söylentisi bile gerçekleşmesinden de kötü etki yaratır…” anlamında kullanılan bu lâf, 3 kelime ile çok güzel anlatır olayı.
Öyle günlerden geçiyoruz ki, daha doğrusu 19 yıldır ülkeyi yönetir gibi yapıp yönetemeyenler, öyle bir ortam ve öyle bir “yeni (ve berbat) ülke” yarattılar ki, ortalıkta dolaşan bazı tevâtüre bakınca herkes haklı olarak şu cümleyi kuruyor:
“Doğruysa, doğru çıksa, şaşırır mısın?”
Haydi, hatırlatalım:
“Mülteci – sığınmacı – göçmen” (adını nasıl koyarsanız koyun) sorunu ile ilgili bin türlü senaryo konuşuluyor.
Günlerdir sosyal medyada ve özel mesajlarda, whatsapp gruplarında şuna benzer mesajlar dolaşıyor.
“ABD ile yapılan bir anlaşma, aslında uluslararası bilmem ne şirketleri üzerinden güneybatıdaki bazı bölgelerimize bu Afganların yerleştirilmesini ve orada bu amaçla yerleşim birimleri kurulmasını taahhüt ediyormuş da. Avustralyalı bir şirketin uluslararası alanda önemli maden yatırımları bulunuyormuş da… Bu Afganların yoğun göçünün arkasında bu varmış da.. Bir yandan da, bu göçmenlerin çoğunun silahlı eğitim almış kişiler olduğu düşünüldüğünde, iktidar bunlardan oluşturucağı gayrınizami milis güçlerini şuraya buraya karşı kullanacakmış da.. Seçimler yaklaşırken, çok gizli ve sinsi hazırlıkların bir parçasıymış da… Bunların çoğuna vatandaşlık vermek suretiyle, seçim sandığını etkileme hesapları…”
Orman yangınları ile ilgili ortalıkta dolayan laflar, meselâ:
“Oturmuşlar. Haritayı önlerine açıp belirli yerlerdeki maden arama ve işletme sahalarını, yeni turizm yatırımı yapılacak alanları işaretlemişler. Sabotaj, terörist saldırı görünümü verecek şekilde, neredeyse ‘ısmarlama’ biçimde bu yangınları çıkartmak üzere elemanlar eğitmişler. Küresel ısınma, iklimsel mevsimler faktörler de bahane edilerek en sıcak günlerde başlatılan bu yangınların söndürülmesini de malum şekillerde engelleyerek on binlerce futbol sahası büyüklüğünde alanı dümdüz ettiler. Şimdi ilk fırsatta kolları sıvayıp, maden şirketleri, TOKİ ve turizm yatırımcıları saldıracaklar buralara…”
Mafya lideri Sedat Peker’in Twitter’dan, yeniden hatırlatarak ve bazı yeni iddialarla da destekleyerek ortaya saçtığı “Burhan Kuzu, Zindaşti, uyuşturucu kaçakçılığı, kriminal şahısların korunup kollanması vb.” içerikli olaylar zinciri.
“Amerikan Doları’nın kurunda, “en üst düzey yetkililerin” demeçleri üzerinden yapılan yapay hareketlilikle, “bazı kişi ya da gruplara bir gecede ya da birkaç saat içinde olağanüstü meblağlar kazandırılmış olabileceği” iddiaları.
Yine mafya lideri Peker’in de sık sık vurguladığı, “Önümüzdeki dönemde bazı provokatif eylemlerle sokakta insanları birbirlerine kırdırmayı amaçlayan senaryoların hayata geçirilmek istenmesi” olasılığı…
Bu saydıklarımın üzerine bir o kadarı daha eklenebilir.
Şimdi, en başa dönelim. Bütün bu yazdıklarımın “olabilir, yaşanabilir, pekâlâ da planlanmış ve uygulamaya geçmeyi bekleyen şeyler” olabileceği olasılığı sizce gerçekten “sıfır” mıdır? Yoksa, toplumun çoğunluğu olarak bunları duyduğumuzda, “Valla abi pekâlâ da olabilir. Burası Türkiye. Bunların benzeri şeyler geçmişte yaşanmadı mı? Biz 70’leri, 80’leri, 90’ları, hâlâ tam olarak izah edememiş, darbeleri ve darbe girişimlerini tam olarak çözememiş, 15 Temmuz gecesinde, öncesinde ve sonrasında tam olarak neler döndüğünü (döndürüldüğünü) tam olarak öğrenememiş bir ülke değil miyiz?” demez miyiz?
En kötü tarafı da bu değil mi, zaten?
Eğer “paranormal”den bahsederken pekâlâ “normal”de yaşanabilecek şeyleri konuşuyorsak, işimiz daha vahimdir. Çünkü bu bile tek başına “paranormal”in, kendini bir “vakıa” olarak tesis ettiği anlamına gelmez mi? Ülkenin bu hale (paranormal) geldiğinin getirildiğinin bir (dehşet verici) resmi değil midir?
Pek çok konuşması ile bizleri öfkelendirdi ve güldürdü. Bir komedi ve nefret objesi haline geldi ama… Eski Hazine ve Maliye Bakanı Damat Albayrak ne demişti, giderken yayınladığı imla hataları ile dolu mektubunda:
“At izi it izine karışmış. Allah sonumuzu hayreylesin…”
(Tercümesi: Gerçek ile gerçeküstü birbirine karışmış. Sonumuz hiç de iyi olmayacak)
Düşünsenize, bir beceriksiz müstafi eski bakanla bir mafya liderinin sözlerini bu kadar ciddiye alıp tartışıyorsak, “paranormal”in muhabbeti günlük konuşmalarımıza ve yazışmalarımıza hâkim olduysa, endişelenmemiz için çok neden var demektir.
Bir gerçeği daha hatırlatarak bağlayayım sözümü:
Kötülükte, özellikle de bir ülkenin içine düşebileceği kötülükte “dip nokta” yoktur. Yani, o herkesin pek iyimser biçimde tekrarladığı “bir yerde dibe vurur çıkarız” diye bir şey söz konusu değildir. Hüsnü kuruntudur o “dibe vurup sıçrama” senaryosu. Ve çok tehlikelidir o “dip noktayı bekleme” diye özetlenen ruh hali.
Zaten “kötüler” de bundan çok iyi yararlanırlar.
Benden söylemesi.