Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Orhan Bursalı’nın kaleminden 'Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü'

Kendine rol model olarak Atatürk’ü alan Nobel ödüllü bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar yakında çok önemli bir buluşunu daha açıklayacak.

Bir insan kendine rol model olarak Atatürk’ü almışsa; çalışkanlığı, azmi, disiplini, kendini mesleğine adamışlığı onun öğretilerinden yola çıkarak benimsemişse ve sonunda doğup yetiştiği toprakları bir Nobel bilim ödülü ile taçlandırmışsa; durup bir düşünmek gerekir... Durup bazı dersler çıkarmak gerekir.

“Yaşadığınız ülkede Atatürk’ü tanımayan bir kişi bile varsa biz görevimizi yapmıyoruz demektir” diyen Aziz Sancar’dan bahsediyoruz.

DNA’nın kendi kendini onarım mekanizmasını bulması Prof. Dr. Aziz Sancar’a 2015 Nobel Kimya Ödülü’nü kazandırdı. Sancar tuttu ödülünü Anıtkabir’e bağışladı. Düzenlenen törende “bu madalyayı Atatürk’e, onun silah arkadaşlarına ve Cumhuriyet’i kuranlara armağan ediyorum” demişti.

Neden Anıtkabir’e hediye ediyorsunuz sorusuna verdiği yanıt netti: “Başka nereye koyayım. Atatürk ve Cumhuriyet'in bilimsel devrimlerine çok şey borçluyum. Düşünün bir; Sakarya Savaşı’nın en çetin günleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde eğitim reformu üzerine tartışılıyor. Çünkü biliyor Atatürk, bu ülkede eğitim ön plana çıkarılmazsa bir yere varılamaz. Bunu hayranlıkla karşılamamak mümkün değil. Tüm bunlar bugün için de geçerli. Eğer Türkiye eğitime gereken önemi vermezse, kalkınmasını eğitim üzerine kurgulamazsa uluslararası arenada refah seviyesini arttırması mümkün olmaz. Ailemden büyük destek gördüm ve Türkiye'de harika öğretmenlerden çok iyi bir eğitim aldım. Bu ödül gökten inmiş bir ödül değildir, çok çalışmanın ve iyi eğitimin sonucudur.”

Ve eklemişti “Bu Nobel’i ülkemin gençlerine adıyorum, bu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin madalyasıdır, madalyayı Ata adına aldım, Ata’ya aittir ve yeri de Ata’nın yanıdır”.

Orhan Bursalı’nın kaleminden “Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü” bu sıradışı bilim insanımızı tüm yalınlığı ile anlatan önemli bir kitap. Şiddetle öneririm.

Kitabın önsözünde Sancar “Nobel aldıktan sonra ortaokul öğrencileri ile yapılmış bir röportajı izledim. Öğrencilerin çoğu ‘Aziz Sancar deyince aklınıza ne geliyor?’ sorusuna ‘Nobel ödüllü’ ya da ‘şan şöhret’ gibi yanıtlar vermişler. Bu bir dereceye kadar çocuklar için olağan sayılır, ama bana aynı soru sorulursa yanıtım şu olur: “Hayatı boyunca çok ama çok çalışmış ve buluşları ile insanlığa katkı yapmış bir vatanseverdir ”diye yazmış.

Özetle Aziz Sancar’ı bugüne taşıyan en önemli değerler, kendine bilime adamışlığı ve çok çok çalışması... Ve vatanseverliği

Nobel’in ardından 5 koca yıl geçti. Aziz Sancar bu süre zarfında kendini yeniden laboratuvarına kapattı, çalışmalarına gömüldü. Sanki hiç Nobel ödülü almamış gibi...Peki şimdi neyin üzerinde çalışmalarını sürdürüyor?

YAKINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR YENİ MAKALESİ YAYINLANACAK

İnternet üzerinden kendisi ile küçük bir söyleşi yaptık. İnsan biyolojik saatinin moleküler mekanizması üzerine çalıştığını söyledi ve ekledi: “Aziz bunun sonu yok mu diyeceksiniz ama moleküler mekanizma oldukça çetrefilli. ABD, Avrupa ve Japonya’da bizimki de dahil yaklaşık 10-15 laboratuvar 20 yıldır bunu çözmeye çalışıyor. Gelecek ay bu konuda önemli bir makalemiz yayınlanacak...”

İnsanlarda ve tüm canlılarda Biyolojik Saat konusu Sancar’ın yıllarını verdiği bir araştırma alanı. 3 yıl önce Nobel Tıp Ödülü bu konuda çalışan bilim insanlarının buluşlarına verilmişti. Sancar biyolojik saat ile ilgili genler bulmuş ve bazı mekanizmalarını çözmüş olmasına rağmen ikinci Nobel’i kıl payı ile kaçırmıştı. Sancar o zaman bize “eğer Nobel 3 değil 5 kişiye veriliyor olsaydı, bu Nobel’e de ortak olurdum” demişti.

Sancar sözlerini şöyle sürdürdü: “Biyolojik saatle DNA onarımı ilişkisini biz 2009 yılında keşfetmiştik ve o ilişkiyi hedef olarak kullanıp kanser kemoterapisinde özellikle de kalın bağırsak kanseri tedavisinde daha etkili bir yöntem geliştirmeye çalışıyoruz”.

Bilimsel araştırmalar çok uzun soluklu çalışmalardır. Sancar kendisine ulaşmaya çalışan bir hasta yakını ile arasındaki diyaloğu şöyle aktardı:

“Geçenlerde bir hanım, bir yakınının kalın bağırsak kanseri olduğunu ve benim kanser kronoterapisi üzerine çalıştığımı bildiği için benden tavsiye istedi. Kusura bakma dedim, bu konuda uğraşıyoruz ama bu işler yavaş ilerler; öyle ki bazen projeyi başlatan araştırmacının ömrü projeyi bitirmeye yetmez... Hanımefendi cevabımı olgunlukla karşıladı: ‘Allah size uzun ömür versin ki bu işi çözebilesiniz’ diye yazdı. Demek istediğim; bir bilim insanına ne üzerine çalıştığını 10 yıl ara ile sorarsanız, genellikle aynı yanıtı alırsınız; çünkü önemli bir buluş yapmak çok zaman alıyor.”

'HALA GÜNDE 12 SAAT ÇALIŞIRIM'

‘Sizin çalışma temponuz nedir?’ sorusuna yanıtı ise şöyle oldu:

“Ben hala günde 12 saat çalışırım. Sabah 7-8 arası gelir sabah vardiyası ile uğraştıktan sonra eve öğle yemeğine giderim. Sonra tekrar gelir ve öğleden sonraki işlere koyulurum. Çalışmaları ekiple birlikte tartışırız, onlara elimden geldiği kadar yön vermeye çalışırım. Kalan zamanımı, makale yazmak, yeni yayınları okumak ve haftada 2 ders vermekle geçiririm. Öğrenci ve asistanlarım ya sabah ya da öğleden sonra çalışabilirler; pandemi yüzünden tüm gün laboratuvarda çalışmalarına izin verilmiyor.”

TÜRKİYE'YE HALA KÜSKÜN MÜ?

Aziz Sancar’ın Nobel madalyası 2016 yılında Anıtkabir’de sergilenmeye başlanmış, Sancar da 2 yıl sonra Ata’yı ziyaret edip madalyanın sergilendiği alanı Orhan Bursalı ile gezmişti. Bursalı ile söyleşisinde Türkiye’deki siyasi gelişmelerden rahatsız olduğunu “Ben küsüm ülkeye” diye ifade etmişti. Ülkenin toplumca bölünmüş yapısı kendisini son derece üzüyor ve ülkeye gelmek istemiyordu.

Kendisine “Bu kırgınlık sürüyor mu?” sorusunu yönelttim. Yanıtı: “İnsan anne-babasına kısa süre küs olabilir, ama yıllarca olamaz. Vatan da benim için öyle. Türkiye’yi, ailemi ve dostlarımı özlüyorum. Mayıs-Haziran 2020’de Türkiye’ye gelip Kars, Van, Erzurum, Elazığ, Diyarbakır ve Mardin gibi Doğu/Guneydoğu illerindeki üniversiteleri ziyaret etmeyi planlıyordum, ama bildiğin gibi Covid-19 salgını geldi ve burada kaldım” oldu.

'GENÇLERE TAVSİYEM'

“Gençlere tavsiyem, her zamanki gibi, ”Aman güzel kardeşim gözünü seveyim, günlük politikayla uğraşmayın, kendi işinize bakın ve elinizden geldiği kadar temel bilim ve teknoloji konularına odaklanın”. Türkiye’de temel bilim çok önemli. Teknoloji iyi faydalı ama taşıma suyu ile değirmen dönmez. Her alet edavatı ithal etmeye kalkarsak diğer ülkeler ile yarışamayız.”

TÜRK EVİ ‘NİN AÇILIŞI 23 NİSAN 2021’DE

Nobel ödülünden kazandığı paranın bir kısmını 2007 yılında eşi ile birlikte Türk kültürünü Amerika'da tanıtmak amacıyla “Carolina Türk Evi” inşaatı için kullanıyorlar. Aslında 29 Ekim’de açılışın yapılması hedeflenmişti, ancak Covid-19 pandemisi işleri bozdu.

“Türk Evi işlerine vakfın başkanı olan eşim Gwen bakıyor. Sabahtan aksama kadar inşaat işleri, müteahhit, Türk mermerleri, dolap, kapı vs ile uğraşıyor. Allah’tan bu işe gönül vermiş 4 Türk arkadaşımız var: İsmail Arslan, Nihat Çubukcu, Bülent Ender ve Fevzi Yalın. Ayrıca Türkiye’de 1960’larda Barış Gönüllüsü olarak çalışmış; Amerikalı Türksever Jordan Scepanski. Hepsi vakfın yönetim kurulu üyeleri ve çok yardımcı oluyorlar. Cumhuriyet Bayramı’na bitirmeyi hedefliyorduk ama COVID-19 nedeniyle büyük bir açılış merasimi yapamayacağımızdan açılışı sonraya bıraktık. İnşaat bitti; Türk çinileri, Mardin taşı hepsi yerleştirildi. Ben pek ayrıntıları bilmiyorum, ama 10 Kasım’da açmak uygun olmaz. Niyetimiz 23 Nisan 2021’de açılışı yapmak.

'ANNEM BİR KÖY İMAMININ KIZIYDI, ATATÜRK'Ü TAPARCASINA SEVERDİ'

8 eylül 1946’da Mardin’in Savur ilçesinde Abdülgani ve Meryem Sancar’ın 8 çocuğunun 7. si olan Sancar’ın babası çiftçiydi. Annesi ise bir köy imamının okuma yazma bilmeyen kızı.

Sancar Annesi Meryem Sancar’ı ‘hayatta tanıdığım en zeki kadındı. Ayrıca çok ilericiydi. Atatürk’ü taparcasına severdi. Atatürk’ün yaptığı devrimleri kendi hayatına getirdiği değişiklikleri gördü. O bakımdan annem büyük Atatürk hayranıydı. Atatürk’ün fazla vurguladığı konu eğitim ve bilimdi, onu annem de anladı. O bakımdan bütün çocuklarına 'okuyacaksınız’ dedi ve onun sayesinde hepimiz okuduk" diye anlatmıştı.

Sancar Nobel komitesine gönderdiği biyografisinde ise çocukluğunun bir bölümünü şöyle anlatıyordu: “Her zaman yeterince yiyeceğimiz oldu, ama ayakkabı bir lükstü. Orta ikinci sınıfa kadar ayakkabıyı sadece okula giderken giyerdim...”

LABORATUVARDA KAÇAK YAŞAYAN BİR ADAM VAR

Yıl 1973 şubatı. Güvenlik görevlileri bir adamı hastanenin acil servisinde hortumla yıkanırken yakalarlar. Kimdir, nedir bilinmez. Araştırırlar, görürler ki adam laboratuvarda çalışıyor, ama evine gitmiyor orayı yatakhane olarak kullanıyor. Ortalık karışır..

Aziz Sancar’dır o adam.

Başarı öyle kolay gelmez. Hele konu bilimsel araştırmalar ise. Hele yabancı bir ülkede yabancı bir kültürün içinde isen.. Sancar da birçok insan gibi büyük tıkanmışlıklar, bunalımlar yaşamış. Sosyal ve kültürel şoklar, yalnızlık... İddialı bir doktora öğrencisi. Ama hocası ile sorun yaşar. Öyle ki psikoloğa başvurmak zorunda kalır. Sonuç: Kendini toparlayabilmek için Türkiye’ye Savur’a doğduğu topraklara döner ve 6 ay kadar hekim olarak çalışır.

Ama aklında ABD’ye araştırmalarına geri dönmek vardır. Ama arada bir durak olacaktır. Aldığı NATO bursuna aracılık eden TÜBİTAK yetkilileri “ABD’de sorunlar yaşadın bu kez İngiltere’ye git” derler. Lancester Üniversitesi’nde çok zaman harcamaz çünkü buradaki araştırmalar ona yetersiz gelecektir. Son parasıyla biletini alır ve ABD’ye döner.

Sancar için bilim ve araştırma macerası, Nobel’e uzanan ince ve uzun yol, asıl şimdi başlayacaktır. Bir konuşmasını dinlediği Dr. Claud Rupert ile çalışmak üzere Texas’a gitmeyi planlamaktadır. Mektup yazar. Yanıt şöyledir: “Sana verecek paramız yok, seni mali bakımdan destekleyemeyiz.” Hemen eşyalarını toplar Texas’a uçar. Dr. Rupert’in laboratuvarının kapısına dayanır: “Ben geldim. Para istemiyorum. Tek istediğim fotoliyaz enzimi üzerine çalışmak...”

Dr. Rupert tamam gel der. Evi yoktur, orada bulunan diğer ülkelerden gelmiş bazı Müslüman arkadaşlarının evinde kalır, çoğunlukla da gizlice geceleri laboratuvarda yatıp kalkar. Taa ki görevliler kendisini orada yakalayıncaya kadar... Fakat bu olay Dr. Rupert’in kendisine burs bulması gibi mutlu bir olayla sonlanır.. Sancar’ın olağanüstü öyküsünü, kitabında okuyun.

İlginizi Çekebilir
SONRAKİ HABER