Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Öfkeliyiz, ama...

Aslında sürekli olarak yaşadığımız, toplumun "rutin yaşam biçimi" haline gelen, ama sadece şu son birkaç gündür sadece İstanbul'da haber gündemini işgal eden bazı olayları hatırlayalım.

Beşiktaş futbol takımının yeni transfer ettiği bir futbolcu, bir trafik kazasının taraflarından biridir. Kazanın hemen ardından iş "kaza tutanağı için yakındaki bir akaryakıt istasyonuna geçildiği" sırada, başka bir boyuta evriliyor. Futbolcuyu orada sıkıştıran (kazanın tarafı) saldırganlar, futbol hayatını aylar boyu olumsuz etkileyecek derecede yaralayarak, öfkelerini kusuyorlar.

Bir başka olayda, yine İstanbul'da sokak ortasında bilinmeyen bir nedenle bir maganda bir kadını bayıltana kadar dövüyor. Çevredeki binalardan cep telefonları ile kaydedilen olay sırasında, bilincini yitirmiş biçimde yerde yatan kadını, adeta bir paket gibi sürükleyip araca "attıktan" sonra oradan uzaklaşıyor. Bunları yaparken de camlardan seslenen ve olayı videoya kaydedenleri "Size de geleceğim ........ " diye ağır küfürlerle tehdit ediyor.

İstanbul'un başka bir yerinde, bir tren istasyonunda bir şahıs önce kendisi, sonra da yakın bir yerden telefonla çağırdığı anlaşılan arkadaşları, hep birlikte bir başka şahsı dövüyor. Dövmekle de kalmayıp, olaya müdahale etmek isteyen istasyon özel güvenlik görevlisinin silahını gaspederek, şahsa ateş etmeye çalışıyor. Bereket ki silah tutukluk yapıyor ve sonra da güvenlikçi tarafından geri alınıyor. Olayın sebebi, "daha önce yaşanmış bir trafik kavgasının taraflarının o sırada karşılaşmış olmaları" şeklinde yansıyor, medyaya...

Bunlar gibi, kim bilir kaç (kaç yüz?) olay emniyet ve adliye kayıtlarına geçiyordur, her gün?

Sokaklardaki ve mekanlardaki kapalı devre TV kameralarına yansıyan, yani medyaya görüntü veren, ve "izlenme (rating)" değeri olanlar medyada yer alabiliyor sadece.

Günlük haber gündeminde polisin ve jandarmanın, halka uyguladığı yasadışı şiddeti saymıyorum bile.

Adliye'de dayak yiyen avukatlar mı istersin? Ormanını vahşi madencilere karşı korumak için barikatlara dayanan köylülerin maruz kaldığı eziyet, dayak, tazyikli su, gözaltı işlemleri, işkence ve kötü muamele mi? Anayasa Mahkemesi kararlarına, Anayasa ve Toplantı - Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın amir hükümlerine uygun olarak "sessiz ve barışçıl gösteri haklarını kullanmaya çalışan Cumartesi Anneleri"nin her hafta uğradıkları rutin polis şiddetini mi istersin?

Memleketin hemen her köşesinde hemen her dakika, hattâ saniye yaşanan şiddetin nedeni, insanların sürekli olarak maruz kaldıkları ve artık tahammül edilemeyecek düzeye gelen baskı ve eziyet değil mi?

Uzmanlık alanım değil. Tek tek kişilik bozukluklarından kaynaklı bir yanı da olabilir işin. Ama dikkat çekici biçimde, her an her yerde "meselelerini yumruk, sopa, silah vb. yöntemlerle çözmeye çalışan bir toplum" görüntüsü değil mi bu?

Peki ama, şu soruyu da sormaya hakkımız yok mu?

Gözünü budaktan sakınmadan sopaya ve silaha sarılan ve başına gelebilecekleri umursamayan, yani yasadan, polisten, yargıdan, insan yaralamaktan hatta öldürmekten çekinmeyen bu toplum, kendisine uygulanan olağanüstü boyutlardaki ekonomik şiddeti, fikir özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, çalışma özgürlüğüne yapılan hayasızca saldırıları neden umursamaz?

Ya da, onlara duyduğu tepkiyi böyle olaylarda neden birbirine yöneltir?

Tek tek bireyleri ayrı konuşabiliriz. Ama, şöyle bir düşünün, toplumsal olaylarda bu bayıltıcı sıcak mevsimde o metal miğferlerin ve kat kat koruyucu giysilerin içinde beyinleri kaynama noktasına gelen polis ve jandarmaların kendi vatandaşına acımasızca saldırmasının da altında bir tür "duruma öfke" de yatmıyor mudur? Bunu, o memurların ve jandarma erlerinin uyguladığı yasadışı şiddeti mazur veya haklı göstermek için yazmıyorum tabii ki. Ama hem memurların hem de onların amirlerinin beyinlerindeki öfkenin dışavurumuna olumsuz bir katkı sağlamıyor mudur? Sadece sesli düşünüyorum.

Psikoloji ya da psikiyatri eğitimi görmedim. Yazdıklarım, sadece gazeteci olarak dışarıdan bir gözlem ve sorgulama içeriyor.

Toplumların eğitim ve bilinç düzeyini sadece "okur yazarlık oranı" ile izah etme abukluğuna teslim olduğumuzu unutmayalım. Eğitimli ve bilinçli bir toplum, aslında daha fazla okuyan, daha fazla sorgulayan ve en önemlisi de "haklarının bilincinde ve örgütlü olarak hak aramasını becerebilen" bir toplumdur.

Eğer, bizlere uygulanan ekonomik ve sosyal şiddete, acımasız ve utanmazca zamlara, ahlak dışı hatta müstehcen boyutlara ulaşan ilave vergilere, hak ihlallerine, düşünce hayatımıza vurulan prangalara, kültür ve sanat yaşamımızı boğmaya çalışan konser ve etkilinlik yasaklamalarına karşı örgütlenerek mücadele edebilirsek, öfkemizi bunlara yöneltirsek, daha iyi hissetmeyecek miyiz?

Tabii ki, sokakta birbirimize uyguladığımız küfürlü, sopalı, tüfekli, tabancalı şiddeti, devlete yöneltmekten söz etmiyorum. Toplumsal tepkinin, "yasalar çerçevesinde bir itaatsizlik" olarak dışavurumu mümkün değil mi? Baskılara özellikle ekonomik zulme karşı birikimi, haklarımız için mücadele alanına kanalize etmenin bir yolunu bulmaktır maksadım.

Elimizdeki anayasal ve yasal hakları, özgürlükleri kullanarak, bunlara "topluca" (üçer beşer kişi değil, 3 milyon 5 milyon kişilik kitleler halinde) sahip çıkarak öfkeyi dışavurmaktan söz ediyorum.

Bir sözüm de, bu saydıklarıma önderlik etmek yerine, kendi içinde, toplantı salonlarında, zoom ortamlarında "taht kavgalarına" boğulmuş, birbirini boğazlamaya konsantre olmuş muhalefete.

Azıcık "bu tarafa" bakar mısınız? Bir zahmet?