Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Ne "dindar"ı be?

Ben dindar değilim.

Bunlara çok yakışan bir ifade ile "dinbaz" da değilim, çok şükür.

Yani, dini kullanarak birşeylere ulaşmak - elde etmek gibi bir ayıbın içine düşmedim hiç.

Ama dinin, hem de her türlü dinin en yoğun biçimde yaşandığı ve yaşatıldığı bir kadim dünya şehrinde doğup büyüdüm. O yüzden, "dinin" ne olduğunu çok iyi bilirim.

Övünmek gibi olsun: İstanbullu'yum.

Tüm semavi dinlerin en nadide mabedlerinin bulunduğu bu mübarek şehirde, her dine mensup insanla tanıştım. Hepsinin, bazı mezhepleri de dahil, ibadethanelerine (ibadet etmek için değil ama) şu veya bu nedenle girip çıkmışlığım vardır.

Kimi zaman bir cenaze töreni bağlamında, kimi zaman "turist" gibi bilgi görgü arttırmak, genel kültürümü genişletmek, kimi zaman gazetecilik mesleğim çerçevesinde bir önemli yabancı devlet insanının ziyaretini izlerken.

Dünyanın pek çok yerindeki kutsal mekanları da (Mekke'de Kâbe-i Muazzama dahil, Vatikan'da St. Peter Bazilikası dahil, Londra'da St Paul's Katedrali dahil, Milano'da Il Duomo dahil) ziyaret ettim. Pek çok Katolik ve Protestan kilisesi gördüm. Pek çok cemevine de girip çıktım. Soyadımın kökeni kadim kent Arapgir'de, Anadolu topraklarına yerleşen ilk Alevilerin ilk cemevi vardır. Orayı da 2 yıl önce keşfettim.

Dini mekanlara yabancı değilim yani. "Adanmış bir mü'min" olmak şart değil. Bu topraklar, bize dini değerlerin ne olduğunu ve onlara nasıl saygılı olmamız gerektiğini gayet iyi öğretti.

Tam da bu nedenle, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde bir cemevini ziyareti münasebeti ile yapılan olağanüstü "münasebetsizliği" hayretle karşıladım.

Olayı kısaca hatırlarsak:

Hüseyin Gazi Cemevi'ne Erdoğan'ın ziyareti öncesinde esrarengiz temaslar sonucu bir anda alınan "tadilat" kararı ile her cemevinin "odak noktasını" oluşturan "Ocak"ın üzerindeki (neredeyse standart sayılan) Hacı Bektaş-ı Veli resmi, Anadolu Alevileri'nin vazgeçilmezi ATATÜRK fotoğrafı ve Hz. Ali portresi, başka duvara taşınmıştı. Yani, Cemevininin, bir anlamda mimari tasarımı ile "saygısızca" oynanmıştı.

Amaç, birkaç gün önce oraya geldiği ifade edilen bazı devlet görevlilerinin "ricası - uyarısı" üzerine "Erdoğan'ın, bir ibadethanede bulunmaması gereken fotoğraflar - resimler önünde görüntü vermemesi"ydi. Bunu sağlamak istemişlerdi.

Ziyaret sırasında çekilen ve servis edilen "resmi fotoğrafta" o resimlerin yer alması olasılığı, belli mezhepleri rahatsız edebilirdi çünkü. Bu kadar basit ve bu kadar korkunç bir gerçekle karşı karşıyayız. Nitekim, ziyaret sonrasında söz konusu fotoğraf ve resimler, yerlerine geri taşınmıştı. Zaten yandaş medya da "fotoğraflar kaldırılmadı yahu, yan duvarda görülüyor" diye, utanmazca bir yalanı servis etmeye çalıştı.

Hüseyin Gazi Cemevi dedesi Hüseyin Öz ise "plato gibi kullandılar bizi" gibi diyerek skandalı gayet iyi özetliyordu.

Düşünebiliyor musunuz?

Bir kilise ziyaretinden önce, Hz. İsa figürlerinin ya da Bakire Meryem tasvirlerinin kaldırılmasını talep edebilir misiniz?

Bir Havra (Sinagog) ziyaretinden önce, oradan o "Aron ha-Kodeş"i (Tevrat metinlerinin saklandığı dolap) kaldırmalarını ya da üzerini örtmelerini isteyebilir misiniz?

Örnekler çoğaltılabilir.

Kendisine "dindar" diyen, yani semavi dinlere saygılı olduğunu iddia eden biri böyle bir saygısızlığa nasıl tevessül edebilir?

O zaman, sorgulamamız gereken iki olasılık var:

Birincisi, sayın AKP Genel Başkanı'nın haberi olmadan birileri büyük bir işgüzarlıkla böyle bir terbiyesizce talepte bulunmuş ve Erdoğan'ı da Aleviler ve tüm dindar insanlar nezdinde zor durumda bırakacak böyle bir saygısızlığa ortak etmişlerdir.

İkinci (ve daha vahim) olasılık ise, bu talep (emir) bizzat kendisinden gelmiştir.

Ayasofya'nın yeniden "Cami" statüsüne döndürülmesi sırasında, Hristiyanlığa ait simgelerin üzerlerinin kapatılması, örtülmesi kararını alan bir zihniyetten de başkası tabii ki beklenmezdi.

Yazıklar olsun!.

Dindar olmak, bu topraklarda kök bulmuş semavi dinlerin ve mezheplerin kutsallılığını, azizliğini ve kadimliğini savunmak bu mudur?

"Sizin mensup olmadığınız bir din ya da mezhebin" mabedinde (sırf siz o dekorda görünmek istemiyorsunuz diye) değişiklik yapılması talebinde bulunmak neyin nesidir?

Daha neler göreceğiz?

Kuldan utanmamayı - çekinmemeyi anlarız da, tüm semavi dinlerin ortak tanrısından korkmamak anlamına gelmez mi bu?

Hep derim ya: Bunlara dindarlığın ve inançlı insan olmanın kurallarını - teamüllerini de biz öğretmek zorunda kalıyoruz.

Bu, daha çok ağırıma gidiyor.

Hele ki, bir "İstanbullu" bunu yaparsa?..