BIST 100 9.550 DOLAR 34,55 EURO 35,99 ALTIN 3.001,58
17° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Namus borcu

Meslek büyüğüm, ağabeyim, ustam, "Cumhuriyet Gazetesi Okulu"ndan değerli hocam, Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayının ardından, hükümet adına yapılan en çarpıcı ve en akılda kalan açıklama zamanın Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Prof. Dr. Erdal İnönü'den (SHP) gelmişti:

"Bu cinayeti aydınlatmak bizim için namus borcudur..."

Sonradan, aynı koalisyon hükümetin üyelerinden zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin (DYP), bu borcun "Maalesef ödenemediğini", büyük bir mahcubiyet içinde itiraf etmiştir.

Uğur Mumcu cinayeti başta olmak üzere, o yıllara ait pek çok cinayetin üzerindeki o meş'um perde hâlâ kaldırılamıştır. Aradan geçen 28 yılda, bunların aydınlatılması için adeta herkes topu birbirine atmış ve pek çoğunda "derin devlet" (Devletin, rutin dışına ve yasanın dışına çıkarak iş gördürdüğü unsurları diyelim – ayrı bir Derin Devlet yoktur aslında) izi bulunan bir yığın cinayet aydınlatılamasın diye sanki bir "el"in, özel bir uğraş içinde olması dikkat çekicidir.

Bu arada, bir başka dikkat çekici unsur da, bu geçen 28 yılın 20'sinde AKP'nin (son 5 yılda AKP-MHP Koalisyonunun) iktidar olmasıdır. O AKP ki, "Derin vesayet unsurlarını temizlemek ve temiz bir devlet yaratmak" iddiası ile kitleleri kandırarak iktidara gelmiş ve bu iktidarını da muhafaza etmektedir. Özellikle yanlarına çekmek istedikleri çakma sol ve liberal unsurlara, "Bakın. Bize destek verin ki, bu vesayetçi düzene son verelim. Bu ülkeden kirlilikleri silelim. Arınalım. Avrupa Birliği'ne de girelim. Kürt sorununu çözelim. Faili meçhulleri aydınlatalım" diye yalanlar uydurarak, onca yılı heba etmiştir.

Sonradan gördük ki, "Vesayetçi unsurları temizlemek" şöyle dursun, devleti bambaşka güçlerin vesayetine sokmuş, "paralel bir devlet" yaratmış, FETÖ adlı alçak cumhuriyet düşmanı çeteye, devletin tüm anahtarlarını emanet etmiş, Silahlı Kuvvetlerin (vesayeti kaldırıyoruz adı altında) tarikatçı-cemaatçi unsurların eline geçmesine yardımcı olmuş, Doğu ya da Kürt sorununu çözmek şöyle dursun, daha da çözülemez hale getirilmesini sağlamış, bu süreçte faili meçhullere yenileri eklenmiş, organize suç örgütleri ile el ele kol kola işler çevirilmiş (bakınız bugünkü Peker itirafları ve ikrarları dizisi), kısacası vaatlerin balon ve yalan olduğu ortaya çıkmıştır.

Bugün, "Peker Dizisi"ni izleyenler, bu anlattığım olguların (zaten bilinen) doğruluğunu gözlemlerken, üzerine gidilmesi ve devletin, dolayısıyla da ülkenin temizlenmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmesini bekliyorlar.

Ülkeyi yönetenlerin, bilinen duyarsızlığı, umursamazlığı ve zaten "Aman. Bu duvardan tuğlalar eksilirse altında kalırız" mantığı ile yaklaşımı, çözümden çok ama çok uzak olduğumuzu göstermektedir.

Bağımsız olmayan yargının sessizliği, savcıların hareketsizliği, emniyetin işgöremezliği, bütün bu manzaranın daha da vahim seyretmesine neden olmaktadır. Çünkü, asıl mesele bu saydıklarımın arkasında "Siyasi irade"nin gücünün görülmemesidir.

Ancak.. En az bunlar kadar vahim bir başka şey daha dikkat çekmektedir.

Geçmişin kirliliklerine, geçmişin faili meçhullerine, geçmişin karanlık ilişkilerine ışık tutabilme gücünde ve birikiminde olan bazı eski ve emekli - muvazzaf aktörlerin sessizliği de manidardır.

Dikkat ediyor musunuz?

Eski İçişleri Bakanları ve Başbakanlar, üst düzey emniyet ve istihbarat görevlileri bu konuda ya sessiz sedasız oturmakta ya da kamera karşısına geçtiklerinde ya da gazetecilere verdikleri mülakatlarda "Şu yapılmalı bu yapılmalı" gibilerden genel geçer doğruları sıralamanın ötesine geçmiyorlar. Dün gece bir TV kanalına çıkan eski içişleri bakanı Sadettin Tantan, "Peker'den bugün maaş aldığı söylenen siyasetçi gibi geçmişte de böyle siyasetçi ve gazeteciler vardı" dedi ama isim vermekten kaçındı. Süleyman Soylu da aynı şeyi yapmıyor mu? O zaman neyi eleştiriyorsun?

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu çıkmış, "Suriye'ye silahlar benim Dışişleri Bakanlığımda ve Babakanlığımda gitmedi. Ben Dışişleri Bakanı iken gitmişse, Başbakana Genelkurmay Başkanı'na, MİT Başkanı'na sorun" diye kendini sıyırıyor kenara.

Niye?

Üstelik 90'lı ve 2000'li yıllarda devletin en tepelerinde görev yapmış insanlardan söz ediyoruz. Ellerindeki istihbarat, ellerindeki anekdotal veri ve kanıtlar, pekala (gecikmiş de olsa) o dönemlerin bazı dosyalarını aydınlatmaya ve belki bugüne ışık tutmaya yarayamaz mı?

Hani "Devlet insanı" olmanın erdemi ve "şaşaalı, afilli" görüntüsü.

Çıksanıza ortaya. Konuşsanıza.

"Benim zamanımda olmadı. Ben karışmadım" demekle bitmiyor iş. Her devirde oldu. Samimi konuşuyorsan bile, o günlere ışık tutabilecek bazı şeyleri anlat da öğrensin millet.

Kiminiz hala aktif siyasetin içinde bulunan kimseler olarak, TBMM'de bir "Hakikat Komisyonu" kurularak eski dosyaların üzerine projektörleri acımadan çevirmeye neden kalkışmıyorsunuz?

Neden korkuyorsunuz?

Niye ıslık çalarak dolaşıyorsunuz?

Neden "Bik bik bik..." diye lafı dolaştırıyorsunuz?

Bugün konuşmayacaksınız da, ne zaman işe yarayacak bal gibi vakıf olduğunuzu bildiğimiz bilgiler. Ne yani? "Devlet sırrı" diye o kabul edilemez kavramın arkasına mı gizleneceksiniz sonsuza kadar?

Devletin "Millet"ten gizli saklısı - sırrı" olamaz.

Devletin "sır" olarak saklayabileceği tek şey "Düşmana, olası işgale, askeri saldırılara" karşı özel ve mahrem harekat planlarıdır. Onun dışında halktan hiçbir şey gizlenemez.

Gizleyen, hem devlete hem de millete ihanet içinde demektir.

Bu kadar açık yazıyorum.

Devletin içinde yer almış olup da, geçmişte ya da bugün, o yanlışları şu veya bu saikle anlatmayan, gizleyen, görev suçu işlemi sayılır. Dahası millete karşıdır.

Bir kez daha açık çağrımdır:

Millete o "namus borcunu" ödemenin yolu konuşmaktan, ifşa etmekten, anlatmaktan geçer. Başka yolu yoktur.

Unutmayın, gerçeklerin ortaya çıkmak gibi harika bir huyu vardır.

Ortaya çıktığı gün de, gizleyenleri mahcup etmek, yüzlerini kızartmak gibi bir huyu vardır.

Namus testi orada masada durmaktadır.

Teste tabi olup olmamak sizin tercihinizdir.

Er ya da geç, o notu millet size verecek.

-