BIST 100 9.660 DOLAR 34,60 EURO 36,38 ALTIN 2.923,51
8° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Müsilaj geri döner mi? Uzmanından kritik açıklama

Müsilaj geri döner mi? Uzmanından kritik açıklama

TÜBİTAK Ödüllü Çevre mühendisi Prof. Seval Sözen, kalıcı önlemler alınmaması halinde müsilaj başta olmak çevre kirliliğinin yaşam alanlarında onarılmaz tahribata yol açacağını söyledi.

İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden, önceki dönem Dekan Yardımcısı Prof. Seval Sözen, 2021'in yaz döneminde Marmara ve Kuzey Ege'de doğal yaşamı etkileyen ve kamuoyunda müsilaj olarak bilinen deniz salyası ile ilgili olarak ciddi açıklamalarda bulundu.

Cumhuiyet'ten Mehmet Aman'ın haberine göre; İBB Bilimsel Kurulu üyeliğini de sürdüren TÜBİTAK ödüllü öğretim üyesi, kalıcı önlemler alınmaması halinde müsilaj başta olmak çevre kirliliğinin yaşam alanlarında onarılmaz tahribata yol açacağını söyledi.

İnsanoğlunun çevreye verdiği zararlar küresel sorun haline geldi. Müsilaj da bu sorular içinde en çok göze batanı, deniz salyası itti mi? Yaz aylarında yeniden karşımıza çıkacak mı?

Müsilaj bitti mi sorusuna cevap vermeden önce müsilajın ne olduğunu hatırlayalım. En basit şekli ile iki farklı mikroorganizma grubunun deniz ortamında birlikte aşırı çoğalması sonucu ortaya çıkan mikro oluşumların birbirlerine bağlanarak irileşmesi sonucu oluşan biyokütleye müsilaj deniyor. Bu gruplar çoğalma sürecinde farklı karbon kaynakları kullanıyor: İlki, sudaki azot ve fosfor (besi maddeleri) ile beslenen ve fotosentez süreci ile atmosferdeki karbon dioksiti (CO2) kullanarak çoğalan fitoplankton ve bunlarla beslenen zooplankton türleri; ikincisi ise, sudaki organik karbonu hem enerji hem de karbon kaynağı olarak kullanarak çoğalan bakteri ve benzeri mikroorganizmalar. Su sıcaklığındaki mevsimsel artışın deniz bakterilerinin çoğalmasını aşırı hızlandırdığı biliniyor. Sakin, sığ ve sıcaklık artışının en fazla etkili olduğu sahil kesiminde çoğalma tetikleniyor.

Birbirlerine bağlanma sonucu ağırlaşarak çökebilen kısım yavaşça dibe çöküyor. Şu anda yüzeyde görülmüyor olabilir, ancak yüzeyin altındaki su tabakasında ve özellikle deniz tabanında bulunuyor, uygun koşullar oluştuğunda, örneğin su sıcaklığı arttığında sakin ve sığ ortamlarda tekrar yüzeye çıkabilecek. Bu süre zarfında müsilaj oluşumuna neden olan unsurlar tamamen ortadan kaldırılmadığına göre uygun koşullar sağlandığında yeniden görülecek.

Türkiye, müsilaj için ne gibi önlemler aldı?

Müsilaj ile mücadelede ilk yönetimsel adım 6 Haziran 2021’de atıldı ve 22 maddeden oluşan Marmara Denizi Eylem Planı açıklandı. Bu plandan hemen sonra, Marmara Denizi’nin durumu ve yapılan deşarjların seviyesi ortaya konmadan, 22 Haziran 2021’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Marmara Denizi Havzasında yer alan atıksu arıtma tesislerinin Marmara Denizi’ne yapılacak deşarjlarını organik madde açısından daha da kısıtlayan bir genelge yayımlandı. Bu genelge ile Marmara Denizi’ne deşarjı olan endüstriyel atıksuların her biri için şu anda uygulanan organik madde standartlarından daha sıkı limitler getirildi.

Bu adımlar sonrasında gözler hemen İstanbul’a çevrildi ve TBMM Müsilaj Sorununu Araştırma Komisyonu Başkanı Mustafa Demir İstanbul'un Marmara Denizi'ne bıraktığı kirlilik yükünün yüzde 76 olduğunu açıkladı ve bu nedenle de İstanbul'un yapacağı projelerin son derece önem taşıdığını vurguladı. Ne var ki bu yüzdenin Marmara Havzası’ndan kaynaklanan tüm kirleticilerin ayak izleri belirlenmeden verilmiş olduğunu düşünüyorum.

Burada dikkate alınması gereken önemli bir nokta, deşarj standartlarının “en uygun arıtma teknolojisi” kavramı gözetilerek belirlendiğidir. Bu esasla tanımlanmış standartlara herhangi bir bilimsel esasa bağlı olmaksızın getirilen ek kısıtlamalar belirli teknolojilerin kullanımının dayatılmasından öteye geçemez. Özellikle endüstriyel atıksu deşarjlarına getirilen bu ilave kısıtlar söz konusu olduğunda, ilave yatırım yapmak istemeyen endüstriler yeni standardı sağlamak amacıyla çıkış sularını seyreltmeye yönelebilir. Bu da zaten kısıtlı olan temiz su kaynaklarının boşa harcanması anlamına gelir.

Kentsel atıksulara yönelik kısıtlamalar belirli bir kapasitenin üzerindeki arıtma tesislerinden organik madde giderimine ilave olarak azot ve fosfor parametrelerinin giderimini de hedefleyen ileri biyolojik arıtma proseslerinin uygulanması yönünde şekillenmiştir. Marmara Denizi’ne doğrudan yapılacak deşarjlarda ileri biyolojik arıtma düzeni beklenmesi doğru bir yaklaşımdır.

KARADENİZ DE KİRLETİYOR!

Burada Karadeniz- İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi etkileşiminin dikkate alınması gerekir. Zira Karadeniz taşıdığı kirlilik yükü nedeniyle Marmara Denizi’ni kirleten önemli bir kaynaktır. Karadeniz’den üst akım ile İstanbul Boğazı üzerinden Marmara Denizi’ne günde 217 ton azot ve 17 ton fosfor taşınmaktadır, bu değerler yaklaşık olarak 27 milyon kişi nüfus eşdeğeri azot ve 13 milyon kişi nüfus eşdeğeri fosfor yükü olarak kabul edilebilir. Dolayısı ile sürdürülebilir bir eylem planının uygulanabilmesi için Karadeniz havzasına etki eden ülkelerin tamamının katıldığı uluslararası görüşmeler ile bu girdinin de kısıtlanmasına yönelik tedbirler alınmalıdır.

Kanal İstanbul projesi müsilaj ve çevre felaketini nasıl etkiler?

Kanal İstanbul’un yapılması durumunda Karadeniz’den Marmara Denizi’ne ilave gelecek kirletici yüklerdir. Kanal İstanbul’un yapılması durumunda ortalama olarak saniyede 5500 m3 Karadeniz suyu Marmara Denizi’ne taşınacaktır. Bu durumda aynen İstanbul Boğazı aracılığı ile taşınan yükler gibi yaklaşık 107 ton azot ve 9.5 ton fosfor, bir başka ifade ile 13 milyon kişi eşdeğeri azot ve 7 milyon kişi eşdeğeri fosfor gelecektir. Organik madde açısından bakıldığında taşınacak yük 47 milyon kişi eşdeğeri olacaktır.

Marmara Denizi’ne deşarj yapan atıksu arıtma tesislerinden iyileştirme yaparak daha kısıtlı organik madde deşarjları beklenirken Kanal’ın yapımı ile neredeyse Marmara Belediyeler Birliği sınırları içerisindeki nüfusun yaklaşık 2 misli fazlasının atıksuları arıtılmadan Marmara’ya boşalacağı mutlaka göz önüne alınmalıdır.

Müsilajı nasıl çözeceğiz?

Müsilaj sorununun çözülebilmesi için tedavi öncesinde ilk yapmamız gereken şey doğru teşhistir. Yani Marmara Denizi'ne gelen kirletici yüklerin doğru belirlenmesi gerekliliğidir. "Bunu biliyoruz, bakıyoruz ve inceliyoruz" deniyor ama bakışların sadece İstanbul'a çevrilmesi doğru olmadığı gibi yeterli de değil. Marmara Denizi’ne kıyısı olan birçok şehir var, bu şehirlerden gelen kirletici yükler nelerdir. Ergene deşarjı, Susurluk havzası, Dil Ovası gibi birçok bölgede endüstriyel kirletme potansiyelinin ne olduğu belirlenmeli. Endüstrilerden ısınmaya neden olacak önemli miktarda soğutma suyu deşarjları da yapılıyor. Bu konuda da gerekli çalışmaların yapılması zorunlu.

Evsel ve endüstriyel kirletici yüklerle birlikte tarımsal kirletici yükler de saptanarak tüm karasal kirletici kaynakların ayak izleri çıkartılmalıdır. Tarımsal alanlardan gelen yayılı kaynak olarak nitelendirdiğimiz kirleticilerin kentsel atıksu deşarjlarının çok üzerinde olduğunu dikkate almak gerekir.

Marmara Denizi’ne ilave kirletici yük getirecek Kanal İstanbul projesinin iptali müsilaj sorununun büyümesindeki çarenin ilk adımı olacaktır.

Bunun ötesinde Marmara Denizi kıyı şeridinde 30 m derinliğe kadar kapsamlı ve sürekli bir su kalitesi incelemesi başlatılmalı ve müsilaj oluşumunu tetikleyen koşullar saptanmalıdır. Daha önce TÜBİTAK-MAM tarafından İstanbul kıyılarında yürütülen çalışmalar Marmara Denizi’nin tüm kıyı şeridine genişletilerek müsilajı tetikleyen koşullar bilimsel bir çalışma programı ile ortaya konmalıdır.

Son günlerde gündem olan dikey bahçelere nasıl bakıyorsunuz çevre mühendisi olarak?

Kentlerdeki aktif yeşil alan dediğimiz, tüm kent insanına eğlence, dinlenme, sağlık ve benzeri amaçlar için düzenlenen halkın doğrudan kullanımına açık alanlar olarak tanımlanır. Dikey bahçeler aktif yeşil alanlar içerisine dahil edilemez, pasif yeşil alan olarak kabul edilir. Pasif yeşil alanlar, kamusal amaçlı herkesin kullanımına açık olmasına rağmen kullanımı sınırlı düzeyde olabilen veya halkın kullanımına açık olmayan, koruma, estetik, ekonomik vb. amac¸larla du¨zenlenen kamusal veya özel mülkiyetli yeşil alanlardır.

Kaldırılmalarının estetik ve görsel etkileri dışında herhangi bir mahsuru yoktur. Bu değerlendirme çerçevesinde çevre düşmanlığı olarak değerlendirilmesi haksızlık olur.

İstanbul'un su sorunu var mı?

İstanbul'daki nüfus artışına paralel olarak su ihtiyacı da doğal olarak artmakta. İstanbul’daki nüfus artışı durdurulamazsa hiçbir kaynak yeterli olamayacak. Günümüzde İstanbul’un su ihtiyacı, Avrupa yakasında Istrancalardaki 6 baraj, Terkos Gölü, Alibeyköy, Sazlıdere ve B.Çekmece, Anadolu yakasındaki Ömerli ve Darlık barajlarında depolanan, Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden pompalanan yüzey suları ile karşılanıyor ve İstanbul’a günde yaklaşık 3 milyon metreküp su veriliyor. Yeraltı sularının bu ihtiyacın karşılanmasındaki katkısı toplam ihtiyacın ancak yüzde 4-5’i kadardır. Görüldüğü gibi, kentin su ihtiyacının hemen hemen tamamı yüzeysel kaynaklardan karşılanmakta ve kullanılan su kaynakları batı bölgesinde Kırklareli’ye, doğu bölgesinde ise Düzce’ye kadar uzanmaktadır. Istanbul’un su sorununun temelinde mevcut baraj ve göllerin yaklaşık 900 milyon m3 olan su tutma kapasiteleri yatmaktadır. Bu kapasite günümüzde Istanbul’un ancak bir yıllık su ihtiyacına eşittir. Baraj ve göllerde biriken suların tamamının aynı yıl içinde dağıtılması anlamına gelen bu kısıtlama yağışın kıt olduğu dönemlerde çözümü Melen’den alınan suya bırakmaktadır. Melen Barajının halen depolama kapasitesinin bulunmadığı dikkate alındığında ve muhtemel kuraklığın doğal olarak Melen havzasını da etkileyebileceği öngörüldüğünde, İstanbul için alternatif su kaynakları arayışı gerekli olacaktır. Bu doğrultuda İSKİ Master Plan çerçevesinde alternatif su kaynakları çalışmasını sürdürmektedir. Yeni yüzeysel tatlı su kaynakları arayışı ve baraj yapımları ile birlikte İstanbul’un su ihtiyacını bir ölçüde karşılayabilecek güvenli bir sigorta olarak değerlendirilebilecek, düşük kapasiteli de olsa deniz suyundan içme suyu eldesine yönelik bir desalinasyon tesisi tecrübesi edinmesinde büyük yarar var. İsrail ve Arabistan bu tesisleri önemli ölçüde kullanıyor. Bu tesislerin ilk yatırım ve işletme maliyetleri 1 metreküp üretilen su için 1 doların altında.