Evrensel gazetesinden Özgür Gültekin’in haberine göre, Kahraman, bugüne dek bilim insanlarının Marmara Denizi’ne dair yaptığı uyarıların dikkate alınmadığını belirterek “Marmara Denizi’nin ‘koruma bölgesi’ ilan edilmesi şimdiye kadar korunmadığının itirafıdır. Ya bilmediklerinden ya da bilerek algı oluşturmak adına sorunu müsilajmış gibi gösteriyorlar. Müsilaj bir sonuç. Bu sonuç bugün müsilaj, yarın salgın hastalık, öbür gün balık ölümleri olarak çıkar” dedi.
Toplantının sonuç bildirgesini eleştiren Kahraman, “Sonuç bildirgesinde ‘ilgili kurum temsilcileri, sivil toplum örgütleri ve bilim insanlarıyla toplantılar yapılmalı’ gibi ifadeler var. Çevre Mühendisleri Odasının ya da TMMOB’nin başka ilgili odalarının böyle bir toplantıdan haberi olmadı ki! ‘Bilim insanlarından görüş alınacağı’ ifade ediliyor ancak daha önce hangi bilim insanının uyarısını dinlediniz? Onu bırakın Marmara Denizi’nın feryadını da dikkate almadınız. ‘Deniz kaynaklarının bilinçli kullanılması, sürdürülebilirliğinin sağlanması’ gibi yine güzel sözler kullanılmış bildirgede. Müsilajın nedeni olarak sıralanan şeylere baktığımızda da ‘artan sıcaklık, oksijen azalması, okyanus asitlenmesi, aşırı avlanma, kirlilik, istilacı türler ve gemicilik’ ifadeleri yer alıyor ancak bunların ana başlığı zaten kirliliktir. Kaldı ki bu nedenler biliniyorsa bunun üzerine gidecek olan da siyasi iradedir. Bilim insanları sizi uyarmıştı, doğa uyarmıştı. Uyarmamış bile olsalar siz hiç ölçüm yapmadınız mı? Bu kadar kirleticiyi denize veriyorsunuz da bu denizde bir değişim olacağını hiç düşünmediniz mi?” düşüncelerini dile getiri.
Kahraman şunları kaydetti:
“Raporda bahsedilen tüm sorunların sorumlusu iktidarın kendisidir. Denetleme” faaliyetlerinden bahsediliyor ancak Bakanlık bu işi zaten çoktan üzerinden atmaya çalışıyor. Denetleme faaliyeti özel sektöre sevk edilmek isteniyor ve Çevre Ajansı ile de bu iş pekiştirilmek isteniyor.
Metinde ‘atık su’ yerine ‘karasal kökenli girdiler’ gibi ilginç bir ifade kullanılıyor. Yani ‘havasal kökenli girdiler’ gibi bir şey yok ki zaten. Atık suyun adı atık sudur. Bu dile dikkat etmek lazım, içinde bulunduğumuz durumu yumuşatmaya dair bir algı yönetimi bu.
Koruma, bundan 30 yıl öncenin gündemiydi, bir şey kalmadı, neyi koruyacaksınız ki? Eylem planlarına baktığınızda buram buram yeni ihale kokuları geliyor. Birisi ‘Müsilajı tarımda kullanacağız, para bile kazanabiliriz’ diyor, öbürü ‘Kanal İstanbul’u açarsak sorun çözülür’ diyor. Bu zihniyet sonucu oluşturulan ‘eylem planı’ ile yeni yıkımlar ortaya çıkacaktır. Aslolan planlar ya da yönetmelikler değil uygulamadır. Asıl sorun müsilaj değil kirliliktir demiştik ya, asıl sorun bu zihniyettir, çevre politikalarına bu bakıştır. Marmara Denizi’nin ‘koruma bölgesi’ ilan edilmesi de bugüne dek korunmadığının itirafıdır.
Sanki kirlilik sorunu yok da müsilaj sorunu var. ‘Bariyerlerle müsilajı topladık, tanklara aldık, bertaraf noktasına getirdik’ deniliyor. Bunu zaten televizyonda görüyoruz da ‘bertaraf noktası’ dediğiniz yer neresi ve bunu nasıl bertaraf ediyorsunuz? Şu kadar ton deniz salyası topladık’ diyorlar ancak böyle yaparak sorunu başkalaştırıyorsunuz, üstelik ana sorunu da değersizleştiriyorsunuz. Bu esnada bile birileri müsilajı topluyor, birileri taşıyor ve buradan para kazanıyor. Atık tesislerine deniz salyalarını almaları yönünde baskı yapıldığı duyumları geliyor bize
Bildirgede ‘Karadeniz kökenli kirleticilerden’ bahsediliyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’nın ‘Kanal İstanbul müsilajı temizleyecek’ açıklamasını düşününce burada bir çelişki var. E hani Karadeniz’den gelen su Marmara Denizi’ni temizleyecekti? Bir de ‘nüfus yoğunluğuna bağlı sebepler’den bahsederken öte yandan da Kanal İstanbul’la yeni bir faaliyet merkezi, yeni gettolar, yeni bir kent yaratmak ne anlama geliyor? Dolayısıyla bu raporun satır aralarına bakıldığında da Kanal İstanbul’un neden yapılmaması gerektiğini anlayabiliriz."