Gezi Davası'nda mahkumiyet kararı bozularak tahliye olan Mücella Yapıcı, cezaevinde yaşadıklarını anlattı. T24'ten Murat Sabuncu'ya konuşan Yapıcı, kendisine "15 dakika içinde hazırlan, çıkıyorsun" dediklerini ve ilk tepkisinin çocuklarına karşı olduğunu söyledi.
Çocuklarının kendisinden habersiz şekilde tahliye dilekçesi verdiğini sandığını belirten Yapıcı, "'Ben çıkmıyorum' dedim. Zira, bizim, hepimizin orada kaldığımız her gün hukuk devleti adına işlenmiş çok ciddi bir suç. Bunun karşılığı da öyle tahliye falan değil, hepimiz için kesin ve derhal beraat olmalıdır" dedi.
Yapıcı, hissettiklerini ise şöyle anlattı:
"2013’te ben çocuğumla birlikte gözaltına alındım. Gözaltı süremiz 4 gün uzatıldı. Bir gece önce sağlığım nedeniyle beni bıraktılar ve benim çocuğum, öz evladım içeride kaldı. Ben kıyameti koparttım, “Çocuğumu burada bırakıp çıkmıyorum” dedim. O gün ne hissettiysem, aynısını hapishanede Mine ile Çiğdem’i bıraktığımda hissettim. 'Bu politik' deyin, 'Apolitik' deyin, ne derseniz deyin. Hissettiğim bu."
Davadan beraat etmediğini hatırlatan Yapıcı, izinsiz gösteri yürüyüşünden yargılanacağını ifade ederek şunları söyledi:
"Mahkeme, 'Kardeş kusura bakma, ben direniyorum, bu arkadaşı tekrar alalım?' der mi, der. Başım gözüm üstüne, buyursunlar. Onlar utanmıyorsa bu hukuksuzluktan, ben gider yatarım. Çünkü benim 18 ay yatmam, 18 yıl yatmam, o sekiz çocuğun acısıyla ölçülmez. Kaybolan göz nurlarıyla ölçülmez. Onun için çok da dert değil bana."
Sabuncu'nun Yapıcı ile söyleşisinin ilgili bölümü şöyle:
"... Çıktığımı anlamadım. Bir kere ben bu şekilde çıkmaktan çok sinirliydim. Hiç böyle istemezdim. Hakarete uğramış hissediyorum kendimi. Bunu kim, nereden nasıl alırsa alsın. Anlamadık biz! Yargıtay’ın ilk tebliğnamesinde “delil bulunamadı” dendiği anda benim bazı avukatlarım ve çocuklarım “Bir tahliye dilekçesi vermemiz gerekir” dediler çıkmam için. Reddettim. Sonra yaşlılık ve hastalık üzerinden gelindi bana. Ben zaten hastaneye gitmeyi reddediyordum. Birkaç kere bu müdüriyet hastaneye götürüyor ya, en son yaşlıları çıkarıyorlar falan… Çarşamba günü infaz savcılığının talebiyle hastaneye götürmek istediler. Yine reddettim. Ancak perşembe akşamı gelip, “15 dakika içinde hazırlan, çıkıyorsun” dediler. Benim ilk tepkim çocuklarıma karşı oldu. Beni dinlemediler zannettim, çünkü bilmiyoruz hüküm verildiğini. Zannettim ki, gittiler tahliye dilekçesi verdiler ve bu nedenle çıkacağım. “Ben çıkmıyorum” dedim. Zira, bizim, hepimizin orada kaldığımız her gün hukuk devleti adına işlenmiş çok ciddi bir suç. Bunun karşılığı da öyle tahliye falan değil, hepimiz için kesin ve derhal beraat olmalıdır. Ne hissettiğimi size şöyle anlatayım: 2013’te ben çocuğumla birlikte gözaltına alındım. Gözaltı süremiz 4 gün uzatıldı. Bir gece önce sağlığım nedeniyle beni bıraktılar ve benim çocuğum, öz evladım içeride kaldı. Ben kıyameti koparttım, “Çocuğumu burada bırakıp çıkmıyorum” dedim. O gün ne hissettiysem, aynısını hapishanede Mine ile Çiğdem’i bıraktığımda hissettim. Bu kadar basit söyleyeyim size. “Bu politik” deyin, “Apolitik” deyin, ne derseniz deyin. Hissettiğim bu. Çok büyük bir haksızlığa uğradı herkes. Zaten bir haksızlık süreciydi. Tabii ki çocuklarıma kavuştum, bu bambaşka bir şey fakat kendimi özgür hissedemiyorum. Hep dışarıdakiler diyordunuz ya siz, burada dışarıda da bir hapishane var diyordunuz. İçerideyken biz azıcık kızıyorduk ama yok, çok haklıymışsınız. Çünkü içeride yapabileceklerimizin sınırı vardı ama şimdi sanki çok şey yapmam gerekiyor, çok vebal var ve ben hiçbir şeye yetemiyorum, çok fazla engelim var gibi geliyor. Biliyorsunuz sağlık engellerim var. Bunlar beni çok yordu. Ben zaten beraat filan ettirilmedim bu arada. Çok komik bir şekilde 2911’den, yani izinsiz gösteri yürüyüşünden yargılanacağım. Ama der mi mahkeme, “Kardeş kusura bakma, ben direniyorum, bu arkadaşı tekrar alalım?” Der mi, der. Başım gözüm üstüne, buyursunlar. Onlar utanmıyorsa bu hukuksuzluktan, ben gider yatarım. Çünkü benim 18 ay yatmam, 18 yıl yatmam, o sekiz çocuğun acısıyla ölçülmez. Kaybolan göz nurlarıyla ölçülmez. Onun için çok da dert değil bana..."