Bizim alanımız, yani (genel bir tanımlama ile) medya sektörü ve gazetecilik çok ilginç bir "iştigal mevzuu"dur. Bir yandan akademik seviyede eğitimi verilen, yani "mektepte" sosyal bir bilim kolunun alt dallarından biri olarak okutulan, bir yandan da bizzat icra edilerek yani "alayda" çalışarak da öğrenilebilecek bir zenaattır.
Yukarıdaki cümlenin ikinci bölümünden kaynaklanır bir şekilde, yeteneği (ve hevesi) olan herkesin kolları sıvayıp girişebileceği ve pek çok iyi örnekte görüldüğü üzere olağanüstü düzeyde başarılı olabileceği bir işten söz ediyorum. Yine, aynı özellikten dolayı da toplumun hemen her kesiminin "N'olmuş ya. Ben de yaparım buların yaptığını" diyebilme cesaretini gösterebildiği, günümüz medyasında da maalesef bu özelliğinden dolayı, herkesin (biraz da futbol teknik direktörlüğü gibi, bilgi sahibi olmadan) bir fikir sahibi olabildiği bir uğraştır. Sektörün profesyonellerinde büyük bir rahatsızlık yaratan bu özelliğinden, sık sık şikayet eden, üstelik de "alaylı" bir (kendince görece deneyimli – 44 yıl diyelim) gazeteci olarak bu konuyu özellikle dile getirerek başlamak istedim.
İşin bu yanını bir kenara koyalım.
Mesleğin (zenaatın) temel doğruları ise, bellidir. Kimi zaman, tercihler ve farklı olaylara ve haberlere farklı bakış açıları bu doğruları tartışmalı hale getirse de "genel ve evrensel ilkeler" çerçevesinde formüller üç aşağı beş yukarı bellidir. Gazeteci milleti olarak, bu konuları kendi aramızda da sık sık konuşur, tartışırız.
Son günlerde Türkiye gündemine hakim olan haberleri gerek yazılı gerekse elektronik-digital medyada "işlerken" yaşanan bir tartışmaya getirmek istiyorum sözü.
En sıcak tartışmamız, "Tartışmalı-karanlık ilişkileri" mafya reisi Sedat Peker tarafından da ortaya atılan ve gündemin en öne çıkan aktörlerinden Sezgin Baran Korkmaz'la ilişkileri "faş edilen" bir TV sunucusunun ekrana çıkarılıp çıkarılmaması olayıydı.
Halk TV'de özel bir röportaj için konuk alınan ve sevgili meslektaşım İsmail Saymaz'ın "Bire bir" yüz yüze konuştuğu Veyis Ateş'le ilgili tartışma, aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteciyi, "sıcak bir münazara"da karşı karşıya getirdi.
KRT TV Genel Müdürü, sevgili meslektaşım Adnan Bulut'la birlikte bu "münazara"da aynı safta yer aldığımı, Salı gecesi bizim ekranda yayınlanan "Şimdiki Zaman" programındaki konuşmalardan anlıyorum.
O konuşmalar sırasında, Bulut'a yönelik "Bunu bilmiyorsa, gazeteciliği bırakıp gitsin" şeklinde (nezaket sınırlarını bir hayli aşar şekilde) mukabele eden Saymaz'ın adeta "Kimse yoğurdum ekşi demez" içerikli savunmasına ilişkin görüşlerimi, Pazartesi günü bizim ekranda "MEDYAterapi" programı yayınımda dile getirmiştim. Ama, yine bizim ekrandaki "Şimdiki Zaman" programında, hararetli biçimde bence aynı "yanlışların" üstelik de çarpıtılarak savunulması üzerine, (adı geçen kadronun görece deneyimli bir meslek büyükleri, bir eskimiş televizyoncu olarak) şunları bir daha kayda geçirmek isterim.
** Veyis Ateş'in, malum gündem içinde "bire bir röportaj için" ekrana çıkarılıp çıkarılmaması tercihini, "Tartışılmaz bir konu" olarak görmeyi, iki yönden yanlış buluyorum. Birincisi, böyle şeylerin "tartışılmaz" kabul edilmesi büyük bir kibir ve kendini beğenmişlik içinde ifade edilince sevimsiz olur. İkincisi, gazetecilik sanatında şöyle bir varsayıma esir olmamak gerekir:
"Gazeteci herkesle görüşür."
Evet. Genel bir doğrudur bu.. Yani "Şununla asla konuşulmaz. Şöyle biriyle asla mülakat yapılmaz. Filanca nitelikte biri asla ekrana çıkarılmaz" gibi bir önyargı tabii ki söz konusu değildir. Gazeteci, bir hükümdardan ya da devlet başkanından tutun da, bir terör örgütü liderine ya da bir suç örgütü liderine, bir torbacıya, bir çantacıya, bir hırsıza kadar geniş bir yelpazede herkesle röportaj yapabilir.
Ancak. Bu ilkeyi alıp da "İlle de yapmalıdır" diye bir kurala taşımak, teşmil etmek yanlıştır. Burada "Tercihler ve öncelikler" gözetilmeden alınacak editoryal kararlar, hatalı olabilir.
** Başka bir deyişle "Madem herkes filancayı konuşuyor. İlla ki ekrana çıkartılıp (önemli bir figür -adam- yerine koyulup) konuşulmalıdır. Özel TV röportajında bir saat ağırlanmalıdır" sonucu çıkarmak, çok cömert bir tercihtir. Bu son olayda Veyis Ateş, "sadece ve sadece bir iki haftadır çok konuşulduğu ve ekranda da tanınan biri olduğu için" TV'de, bire bir röportajda konuşturulmayı hak eden bir figür değildir. Elbetteki yanıtları, kamuoyunun bilme hakkı gözetilerek sorulup aktarılmalıydı. Ama, Halk TV gibi çok izlenen bir TV kanalında 1 saat ayrılarak, hem de yalana başvurarak kendini (ve dolaylı olarak) iş gördüğü bazı önemli insanları aklamasına olanak sağlanmamalıydı. Özetle: "Gazeteci herkesle konuşur" genel doğrusunun esiri olmadan, bu ilkeyi, "Değecek, kamu yararına hizmet edecek herkesle" gibi algılamak gerekir. Zorunluluk değil, tercih bazında karar alınmalıydı diyorum.
** Olayın bir başka yönü de, bu röportajın gerçekleşme biçimi yani "icra edilişindeki" arızalardır. Şöyle ki:
İsmail Saymaz, son dönemin genç gazetecileri arasında en çok istikbal vaadeden, başarılı ve popüler bir isim olsa da, ses getiren "bomba gibi haber dosyaları ve kitapları ile" hak edilmiş bir şöhrete sahip olsa da, canlı yayında bir kitlesel TV kanalında böyle bir röportajı "icra" edecek donamımda ve yetkinlikte değildir. Bunu kendisi kabul etse de etmese de, Şimdiki Zaman yayınında (aralarında Ertuğrul Özkök'ü ve Fikret Bila'yı da saydığı – ne alakaysa?) "mesleğin önde gelenlerince takdir edildiğini" söylese de, naçizane TV ekranında "bir hayli kilometre yapmış" bazı insanların (örneğin benim) ya da TV yayıncılığı ve yöneticiliği alanında deneyimli Adnan Bulut'un eleştirilerine daha açık olmalıydı.
Gazetecinin, "eline kalemi kağıdı alıp, telefonu çevirip, ses kayıt cihazına basıp bir röportaj yapan ve bunu yazıya, makaleye döken" türü ile, "konuğu karşısına alıp tek başına – bire bir, yüzyüze" röportaj yapan türlerinin kabiliyetleri ayrıdır. Bu ikisini de başarı ile becerebilen olabileceği gibi, ikincisinde pekala "kötü not" alabilmek mümkündür.
Ben sevgili Saymaz'ı, "Uzun ve teke tek canlı TV mülakatında" daha önceki başka performansları ile hatırlamıyorum.
** Kendisi de itiraf ettiği üzere, bu iş ayrı ve çok başka bir donanım ve maharet isteyen bir zenaattır. Kulağınızda kulaklıkla, reji ile sürekli haberleşmeyi gerektiren, bir gözü saatte, bir gözü konukta, iki kulağı hem konukta hem rejide, beyni her tarafa yoğun ve yüzde yüz konsantre biçimde bir canlı yayın mülakatı, apayrı bir zenaattır. Reklâma giriş çıkışları, jingle giriş çıkışları, arada (Sezgin Baran Korkmaz bağlantısı örneğindeki gibi) başka canlı-zorunlu bağlantılar. Bunların gidişatı, tepkiler üzerine belki kısa kesme ve tekrar bağlama gereği, o aradaki anlık saniyelik-saliselik karar süreçlerini idare edebilmek, patronaj dahil, rejinin ve belki de kendi karar tercihlerini hızla yürürlüğe sokup, bir yandan da konuğa odaklanmak, herkesin altından kalkabileceği bir iş değildir.
Saymaz, bunu "başaramadığını" kabul etmeyerek, kendisini eleştirenlere hırçın bir üslupla, bir de konuyu alakasız yerlere (kişisel gelişim süreci, çocukluğu, eğitimi, mesleki başarıları vs.) taşıyarak defans yapmaya çalışmıştır.
Hatırlayın, Veyis Ateş de, herkesin yanıtını merak ettiği ve İsmail'in yerinde ve haklı sorulara yanıt vermek yerine "Çoluğu, çocuğu, geldiği yer, mesleki gelişimi, kariyeri vs." alakasız konulara girince Saymaz da kendisini "Geç bunları konuya gel. Cevap ver" diye uyarmak zorunda hissetmişti. Talkın – salkım durumu yani.
** İyi bir gazeteci olmak, iyi yazıp iyi konuşabilmek, iyi bir "kalemi ve üslubu" olmak, ve hatta "Her gece bir başka TV'de yorum yapıyor, görüşlerine önem verilen saygın bir yorumcu" (bunları içtenlik ve takdirle) olmak, illa ki "İyi bir TV röportajcısı – sunucusu – moderatörü" olmayı gerektirmez. Otomatik değildir yani bu. Mesela Saymaz, kendisinin (söz konusu röportajı kastederken) "moderatörlük" yaptığını söyleyerek zaten "mesleki bilgi eksikliğini" ikrar etmiştir. Orada yaptığı iş "moderatörlük" değildir. Olabilir. Ama zamanla öğrenilir bunlar da.
** Bütün bunları alt alta koyarsak, "Veyis Ateş röportajı ille de TV'de canlı yayında mı yapılmalıydı? İsmail Saymaz bunun altından kalkabilmiş midir" sorularının yanıtını farklı verebilirsiniz. Benim yanıtlarım yukarıda yazdığım şekildedir. Ama bunları yazıyor söylüyoruz diye; Ne gazeteciliğimize laf edebilir kimse, ne de bizi kıskançlıkla (iyi bir şey yapanı kıskanmam, takdir eder hatta gerektiğinde göklere bile çıkarmasını bilirim. Beni tanıyan dinleyen, okuyan herkes bilir) suçlamak hakkaniyete sığar. Halk TV saygın bir yayın organı, eski tabirle "refikimiz"dir. Orada çalışan program yapan, yöneten, geri planda ter döken herkese saygımız sonsuzdur. Tatlı bir rekabet içinde piyasada icrayı sanat eyleriz. Ama kimsenin ve hiçbir kurumun tercihleri ve icraatı eleştirilemez değildir.
Ben kişisel olarak da, taktığım kravattan, ekrandaki performansıma, sunduğum haberlerden, yaptığım yorumlara, kullandığım dilden, halime tavrıma kadar günde bir milyon eleştiri alıyor ve bazılarına hak versem de vermesem de bunlara katlanıyorum.
Bütün meslektaşlarımı da öyle yapmaya çağırırım.
"Daha gidecek çok yolu" olan ve öğrene öğrene gitmesini ve benden daha başarılı olmasını canı gönülden dilediğim tüm genç gazeteci kardeşlerime de bunu öneririm.
Ben hâlâ, üstelik bu yaşta her gün, her dakika, hem yaşamın ve mesleğin pratiğinden, hem de gençlerden öğrenmeye çalışıyorum.
Tartışa tartışa, müzakere ve münazara ederek birbirimizden öğrenmeliyiz.
"Senin gibi gazeteci olmaz olsun. Bırak git bu işi yeaa" tavrı güzel değildir.
Kimse bırakıp gitmemeli.
Hepimize ihtiyacı var; sektörün de kamuoyunun da.
Öğrenmek iyidir.
Hazım daha da iyidir.
İnsan, geceleri daha rahat uyur...