Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Mehmet Bilal Dede: Kalbin hafızasıdır edebiyat!

“Üçüncü Tekil Şahıs”, “Adresinde Bulunamadı”, “Üvey”, “”Béla / Osmanlı’da Bir Vampir” ve “Günah / Osmanlı’da Bir Vampir” adlı eserleriyle tanınan Mehmet Bilal Dede’nin son romanı “Unutmadan” İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Biz de bu vesileyle kendisine sorularımızı yönelttik.

“BU KİTABI BANA BUGÜNÜN KÖTÜLÜĞÜ YAZDIRDI”

“Unutmadan” nasıl ortaya çıktı?

Hayat zorlaştıkça, dünyada ve memlekette her şey akıl dışı süreçlerle aktıkça sanırım gençliğe, eskiye bir tür özlem duygusu filizlendi içimde. Geçmiş benim için de cennet değildi ama bildiğimiz ve kaybettiğimiz, yaşadığımız ve unuttuğumuz değerlerin eksikliği hayatı yaşanmaz hale getirdikçe bir tür hatırlama ve sığınma içgüdüsüyle gelişmiş olabilir bu zihinsel yolculuk. Lise yıllarından tanıdığım, izini erken kaybettiğim bir arkadaşım geldi aklıma. Onun nasıl sevdiğimi, onun için hissettiğim hakiki kaygıyı hatırladım, mümkün olsaydı onun için yapabileceklerimi tasavvur ettim. Buradan hareketle bir büyüme hikâyesi kurmaya başladım, zor bir arkadaşlığın günümüze kadar süren yolculuğu ve beş mevsimi geçmeye başladı zihnimden. Bu kitabı bana bugünün kötülüğü, sevgisizliği, değersizliği yazdırdı desem yanlış olmaz.

Kitabın yazım sürecine dair bize neler anlatmak istersiniz?

İki yılı aşkın bir süre önce öykü dosyamı tamamlamak niyetiyle başlamıştım aslında adı henüz “Unutmadan” olmayan öyküme. “Sonsuza Kadar Ağıt” gibi bir ismi vardı aklımda başlangıçta. Yazdıkça malzeme öykü ya da novella ölçülerine sığmıyor, “ben romanım” diye bağırıyordu. Ben de inadı bırakıp metnin sesine boyun eğdim. İki yıla yakın bir sürede tamamladım. Arada hiç yazamadığım haftalar oldu doğal olarak…

Kitapta Yılmaz ve Fırat’ın uzun yıllara dayanan ilişkisini okuyoruz. Bu ilişkinin hem dostluğu hem aşkı hem de aile olma halini içermesine dair neler söylemek istersiniz?

Birini sevmenin, sevme şeklinin standart bir formu, sınırı yok, bildiğiniz gibi. Bu yüzden her ilişki biriciktir. Bir dostlukta veya aşkta biliyoruz ki herkes eşit sevmez, herkes aynı şekilde sevmez. Biri bazen aşkla sever. Sevgiyle aşkın ayrıldığı ve ama akan sular gibi birbirine karıştığı havzalar vardır. İkili ilişkilerdeki belirsiz alanlar, kör noktalar, çeken ve iten, korkutan ama vazgeçilmeyen duygu hallerinden bahsediyorum. Böyle derin ve kapsayıcı dalgalanmalar iyi gelebilir, zamanla ağır da gelebilir, tutsak edebilir veya kaçırtabilir de…

“TOPLUMDAN BAĞIMSIZ VE HAFIZASIZ BİR EDEBİYAT DÜŞÜNEMEM”

Kitabınızda 78 hareketi, 12 Eylül, Gezi olayları vs. gibi ülkemizdeki pek çok kırılma noktasına değiniyorsunuz. Edebiyat, toplumsal hafızayla nasıl bir ilişki içinde olmalı sizce?

Toplumdan bağımsız ve hafızasız bir edebiyat düşünemem. Ancak bu hafıza, otoritenin, resmi tarihin tuttuğu kayıtlar değildir. Kalbin hafızasıdır edebiyat benim gözümde. Vicdan içerir. Çağın yangınını, düzeni ve düzensizliği, çürümeyi, insanı, yozlaşmayı, çatışmayı edebiyatçı herkesten önce görür hisseder, sancısını çeker, dert eder, konu eder. Edebiyatın, edebiyatçının hafızası tarihçinin hafızasından evladır!

Yılmaz’ın yurtdışında yazdığı şiirleri var bir de. Peki edebiyat hayata tutunmanın yollarından biri midir?

Bir örnekle işimi kolaylaştırayım! Hayat Dostoyevski’ye daha doğduğu andan itibaren yerini işaret etmiştir sanki. Yoksullar evinde doğmuştur, toplumun en alt katında yer alanların, hor görülenlerin, diptekilerin yeridir burası. Bir “mucize” olmazsa acıyla, ıstırapla, ölümle hep komşu olacağı bir hayat beklemektedir onu. Bunları yaşamasa yazabilir miydi, hayata tutunabilir miydi veya ruhun, insan zihninin en büyük okuyucusu katına yükselebilir miydi? Duygunun en has analisti olabilir miydi? Hiç şüphe yok ki edebiyat hayatta kalmanın, hayata tutunmanın benzersiz bir yoludur benim için de.

Kitapta genel anlamda bir “yaşanamamışlık” hissi var. Neredeyse bütün karakter bu eksikliğin derdini çekiyorlar. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Belki gerçek hayatta da gönül rahatlığıyla nefes alıp veren, kendini huzurla dinlenmeye bırakabilen, meramını sahiden anlatabilen, gayesine ulaşabilen insan sayısı yok denecek kadar azdır. Hayat artık daha acı, daha yakıcı, sarsıcı ve tedirgin edici. Bu haliyle dünya eksik, noksan, az, yarım yamalak, kusurlu ve yetersiz… Bence insanlık çok büyük bir geçiş döneminde. Eski çağın bilgi, tecrübe ve terbiyesiyle yeni bir çağı karşılamaya çalışıyoruz ve bu süreç herkes için sancılı, acemice ve tatminsiz ilerliyor.

“ŞİİR VE UTANCIN YAN YANA GELMESİ BAŞKA ŞEYLERE BENZEMEZ!”

Edebiyatın yanında reklam, dizi ve tiyatro yazarlığı, kültür-sanat incelemeleri gibi pek çok alanda çeşitli üretimlerde bulunmuş bir isimsiniz. Bu alanlarda uzun müddet kalem oynatmanın edebiyatınıza nasıl bir katkısı oldu?

Çok farkında olduğum bir katkıdan söz edemem aslında ama eminim bir esneklik, kıvraklık, deyim yerindeyse teknik bir zenginlik kazandırmış olabilir. Tabii bunların hepsi sonuçta yazı işleri, yazının halleri… Ben yazmaktan başka hiçbir mesleğe el atmadım, denemedim bile. İlk gençliğimden itibaren ansiklopedi maddesi bile yazdım, muhabir olarak haber yazdım, röportajlar yaptım. Şiir hariç hemen tüm alanlar…

Şiir niye hariç?

Çocukça gelebilir ama daha ortaokulda şiir yazmamaya söz verdim kendime. Kötü şiiri hissetmiş olabilirim erkenden. Bugün de şiiri her şeyden ayrı tutarım, çok yüksekte bir yerde, tanrısal bir dil gibi görürüm. Yine de “Unutmadan” romanımda şiirin nasıl bir rol oynadığını, şiirle nasıl oynaştığımı fark etmişsinizdir. “Şiir ve utancın yan yana gelmesi başka şeylere benzemez!”

Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Şimdilik “Bana Müsaade” adını verdiğim bir öykü dosyam var. Gidemeyenlerin, kalamayanların, kadınların ve erkeklerin hikâyeleri şeklinde özetleyebilirim.

İlginizi Çekebilir
SONRAKİ HABER