BIST 100 9.550 DOLAR 34,54 EURO 36,01 ALTIN 3.005,46
17° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Medyada kirlilik yeni mi?

Mafya reisinin videolarını mı bekliyorduk, bütün bu pisliklerin farkına varmak için?

Siyasette, iş dünyasında, devlette, yargıda dönenleri filan kastetmiyorum.

O işlerin, o başlıklar altında tartışmasını, analizini yeteri kadar yaptık, yapageldik, yapacağız zaten.

Benim kastım, kendi sektörümüzde yani medyada olup bitenler.

Bir takım "gazeteci kılıklılar" işadamları ile siyasetçiler arasında "git-gel" rolü üstleniyormuş da, iş takibi yapıyormuş da, bunun karşılığında maddi çıkar sağlıyormuş da, aslında normal yoldan elde edemeyecekleri derecede servet sahibi oluyormuş da, bilmem ne...

Bilmediğimiz şeyleri anlatın bana.

Tanımadığımız insan tipinden söz edin bana.

Haberimiz olmayan bir şeyi tarif edin bana.

Bu "gazeteci" türünü, ben mesleğe girdiğim andan itibaren tanıyorum.

Mesleğe başlamam da neredeyse 20 yaşıma filan denk gelir. Nereden baksan 40 yılın üstü. Anlattırmayın bana..

Ya da... Madem yeri geldi, bırakın anlatayım.

Bizim "mahalle"de, gazetecilikten başka her türlü işi yaparak, cebinde basın kimliği taşıyan insanları yeni tanımıyoruz. Bunların önemli bir kısmı haberin, fotoğrafın, görüntünün, yorumun analizin, bilgi takibinin yanında, belki de bu saydıklarımdan daha da fazla parasal-rantsal-servetsel işler peşindedir. Bir kısmının zaten tüm mesaisini bu işler oluşturur. Gazeteye-TV ya da radyo, ajans ofisine, ayda yılda bir uğrarlar. Patronlar, yöneticiler de bunu gayet iyi bilirler.

Bazıları zaten bizzat patronun işlerini takip eder. Bunları hepimiz iyi tanırız. Gazetecilik kapasitesi ve kimliği çerçevesinde "hangi kapıları nasıl açabileceği, hangi düğmelere ne zaman nasıl basılacağı" gibi yeteneklere haiz olduklarından, bunlardan daha iyi eleman bulamaz patron.

Maymuncuk gibidir alimallah bu tipler. Her kapının nasıl açılacağını bilirler. Gerek ticari hayatta, gerekse bürokraside "iş takipçiliğinin" kitabını yazmışlardır. Sihirbaz gibidir mübarekler. "İşi ver ve unut" esası ile bir tür "anahtar teslimi" çalışırlar. İhale dosyası takibinden rakiplerin işlerine çomak sokmaya, kirli-pis-gizli-saklı iş ve para trafiğinden, özel (mahrem) işlerin görülmesine kadar her halt gelir ellerinden.

Maharetlerinin yanına kimse yaklaşamaz, ellerine kimse su dökemez. Bunlar arasında bir sıkı yarışma tertip etsen, neredeyse her ay bir tanesini "Ayın elemanı" diye yaldızlı fotoğraflı bir panoya koyup iftiharla(!) teşhir edecek kadar sever patronlar.

Ama bunu yapmazlar tabii.

Ya ne yaparlar?

Başka türlü ödüllendirilirler.

Nasıl?

Bunların medya kurumlarında "kutsal" bir dokunulmazlıkları vardır. Kimi zaman en yakışıklı odada ya da belli bir katın "erişilmez" ofislerinde "tahtı" vardır. Özel sekreterleri, emirlerine tahsis edilmiş sekreter ve şoförleri bile bulunur. Kimisi de zaten gazeteye-TV'ye filan uğramaz bile. Kendi evinden (villa diyelim) ya da özel ofisinden çalışır.

Kimisi, ekrana çıkıp arada bir program da yaparlar ama, öyle önemli şeyler değil, "keyfe keder" ve "maksat tatmin olsun" babında işlerdir. Gazetede köşe yazarlar.

Bunların en önemli özellikleri, patron katında özel bir itibar görmeleridir. Onlarla yer içerler. Birlikte tatil, tekne gezisi gibi ağıralmalar da standarttır. Hepsi için demiyorum tabii. Bazısı "ayakçı muamelesi" görür. Yani, gördükleri işin karşılığını minik porsiyonlar halinde alırlar. Bazıları da "adam muamelesi" görür. Dışarıdan bakıldığında "Şirketi temsil eden adam" gibi bir imajları vardır.

Kimisi, (daha uyanık olanları) arada bir "çizgi dışına" çıkıp kendi adlarına da iş çevirir ve şahsi servet sahibi olurlar. Servet diyorum da.. Benim gibiler için "servet" tabii. Yoksa patronlarının (sahiplerinin-efendilerinin diyelim) yaşamı ve serveti yanında minik kırıntılardan ibarettir bu dediğim.

Sana bana servet tabii. Bir pahalı(ca) otomobil ve apartman dairesi eziyetinden kurtulup ucuz bir villa sahibi olabilmek yeter bunlara. Ceplerinde bol sıfırlı limiti olan ya da kimi zaman limitsiz (onlar limitlerini bilirler zaten) kredi kartları vardır.

Orada burada "janjanlı" mekanlarda bedava ağırlanma ayrıcalıkları da olur. Pırıltılı bir yaşam. Erkekse şık ve zengin kadınların bulunduğu, kadınsa şıkır şıkır ve zengin adamların bulunduğu ortamlara angaje edilirler, ki kendilerini daha iyi hissetsinler.

Bütün bu saydıklarıma, çalıştığı büyük medya kuruluşlarında rastlamayan, rastlamamış meslektaşım var mıdır?

Önemli olan da bu zaten.

"Mahalle"de hepimizin bildiği bir kirlilikten, bir "gazetecilik dışı" faaliyetten söz ediyorum. Ve hepimizin, patronundan çaycısına kadar herkesin bildiği bir pislikten söz ediyorum. Bir danışıklı dövüş oyundan, ve maalesef sektör içi bir "standart rol paylaşımından" söz ediyorum.

Bunun da nedeni, medya kurumu patronajlarının sahip oldukları kurumu bir "Bilgi alıp verme, bir gazetecilik-yayıncılık faaliyeti içinde" kurum değil, bir "ticari kurum, bir dükkan bir fabrika, bir işletme" olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır.

Patron böyle bir "dükkan" işletiyorsa, çalıştırdığı elemanları da "iş gören adamlar" diye görmesinden daha doğal bir şey olabilir mi?

Bu "iş" de çizgi dışına çıkınca, yani Veyis Ateş örneğinde olduğu gibi, "elemanlar" işi bir tür "free lance iş takibine" dönüştürünce kuruma zarar vermeye başlayınca, iş siyasi ve toplumsal boşutta bir skandala dönüşünce, kurum da kendisi de zarar görebiliyor.

10 milyon Euro gibi meblağların çok uçuk şeyler olduğunu düşünebilirsiniz. İş dünyasında dönen rantın ne kadar olduğunu bilenler için bunların kimi iş bazında "leblebi çekirdek parası" olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Netice olarak, bizler yani bu sektörün (mahallenin) biraz eskimiş, kıdemlenmiş, paslanmış, küflenmiş ama namuslu temiz kalabilmiş tayfası için hiç sürpriz olmadı son duyduklarımız. Sedat Peker'in anlattıkları ve sonrasında Fatih Altaylı, Sevilay Yılman yazıları ile de teyit edilen kirlilikler, çoğumuz için zaten "sektörün rutin pislikleri" niteliğindedir.

"İçeride" sürekli kınadığımız, şikayetçi olduğumuz, ama yukarıda sözünü ettiğim "patron onaylı bir düzenek ve yaşam biçimi" niteliğinden dolayı değiştirmeye gücümüzün yetmediği bir olgudan söz ediyoruz.

Bizler, yani gerçekten gazetecilikten başka işi (ve başkaca bir ufku) olmayanlar, kendi mesleğimizi onurumuzla, bükülmeyen omurgamızla icra ederken, sadece ve sadece gazeteciliğe odaklanırken, bu işler de adeta bilgisayarlarımızda ve cep telefonlarımızda "arka planda çalışan aplikasyonlar misali" yaşanmaya devam ediyordu hep. Ediyor da.

Şirketlerle ticari kuruluşlarla vıcık vıcık, reklam ve promosyon kokan ilişkiler. Haber görünümlü reklam yazıları, tanıtım gezileri, hanutçuluk yavşaklıkları vesaire. Bunları saymıyorum bile.

Her biri birbirinden vıcık vıcık her biri birbirinden mide bulandırıcı "üç beş kuruşluk" gibi görünen faaliyet, Veyis'in telefonda pazarlığını ettiği "10 milyon Eurocuk"tan daha mı masum yani?

Allah belanızı versin.

Mesleğin zaten yerlerde sürünen itibarını iyice ayağa, iyice "eksiye" düşürdünüz.

Hepinizden kurtulacağımız günleri görebilmek için mücadelemiz sürecek.

Tez zamanda kurtulmak dileğiyle.

- - - -