Bir gazetecinin, bir siyasi parti genel başkanı ile Levent Gültekin’in anlattığı gibi senli benli konuşması, akıl vermeye çalışması gazetecilik faaliyeti olamaz.
Nitekim Levent Gültekin, tartışma büyüyünce Fatih Altaylı’ya “Ben gazeteci değilim. Kendimi gazeteci olarak hiç görmedim. Ben yazarım. (Kılıçdaroğlu ile) aramızda derin bir ilişki vardı. Adı konmamış bir tür danışmanlık gibi” deyip pozisyonunu değiştirmeye çalıştı. Ama bu sözleri durumu açıklamaya yetmiyor.
Zira Gültekin, tartışılan görüşmeyi Medyascope'ta anlatırken de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na “Ben buraya gazeteci olarak gelmedim. Senin evladın olarak geldim” dediğini söylemişti. Programdaki sözleri ile Altaylı’ya söyledikleri birbirini tutmuyor. Daha önce “gazeteci” olarak görüşmüş olmasa o gün niye “Gazeteci olarak gelmedim” desin ki?
Kaldı ki, bugüne değin haberlerde, programlarda hep “gazeteci” olarak anılıyordu. Hatta son açıklamasıyla ilgili haberlerde bile “gazeteci” diye yazılmış durumda. Gazetecilik böyle duruma ve ihtiyaca göre giyilip çıkarılabilecek bir kimlik olamaz.
Gelelim Gültekin’in tartışma yaratan açıklamasına. Anlattığına göre, Kılıçdaroğlu’na “Burada bir film var ve bu filmin sonunda siz aday oluyorsunuz ve seçimi kaybediyorsunuz” demiş, cumhurbaşkanı adayı olmamasını istemiş. Ondan da “Ülke bitti hiçbirimizin kurtarma şansı yok” ve “Levent benim kendi adaylığımı engelleme şansım yok” yanıtını almış.
CHP’den gecikmeden yalanlama geldi bu sözlere. Ama açıklamada “iddia edilen diyalog tümüyle hayal ürünüdür” gibi genel bir ifade kullanılmıştı. Böylesine ciddi, böylesine ağır bir iddianın daha net, konunun bütün yönlerini aydınlatan bir açıklamayla yanıtlanması beklenirdi.
Son derece sıradan ve yetersiz de olsa bu açıklamadan sonra Gültekin’in ya anlattıklarını kanıtlayacak yeni bir veri açıklaması gerekirdi ya da özür dilemesi. İkisini de yapamadı. Nihayetinde ikili bir görüşmeden söz ediyordu ve bir taraf o sözleri yalanlıyordu.
Gültekin yine de geri adım atmadı. Görüşmeye ilişkin daha önceki bir açıklamasının Kılıçdaroğlu’na Babala TV’deki söyleşi sırasında dinletildiğini hatırlattı. Ben de oturdum, programın o bölümünü yeniden dinledim; Kılıçdaroğlu “Levent Gültekin evet geldi görüştük. Bir gazetecidir. Görüşüne saygı duyarım” diyor ama görüşmenin içeriğine dair konuşmuyordu. Gültekin’i doğrulamadığı gibi bir de “gazeteci” olarak görüştüğünü söylemiş oluyordu.
Gültekin geçen yıl da benzer bir tartışma yaşamıştı. KONDA Araştırma’nın yöneticisi Bekir Ağırdır'ın 2018’de “Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığı için 4 liderin önüne bir anket koyduğunu” öne sürmüştü. Ağırdır hemen onu yalanlamış, “Ne bizden böyle araştırma istendi ne de biz yaptık” demişti. Gültekin o zaman da söylediklerini kanıtlamak yerine “Bu bilgileri hem Gül’den hem de sürecin içindeki onlarca kişiden dinledim” diye ısrar etmişti.
Ağırdır ile tartışması da sonuçsuz kaldı. İki tartışma arasındaki başka bir benzerlik de Gültekin’in Ağırdır hakkındaki iddiasını “yeni kitabının tanıtım programı”nda dile getirmiş olmasıydı. Kılıçdaroğlu ile görüşmesini de yeni kitap çalışmasıyla bağlantılı olarak anlatmıştı.
İKTİDAR MEDYASINDAKİ KAMPANYA
Karadeniz’de yine sel ve heyelan felaketi yaşandı. 10 Temmuz akşamı ATV başta olmak üzere iktidar yanlısı televizyon kanallarını taradım. Hepsinin ortak yanı bu felaketin sorumlularından hiç bahsetmemeleriydi.
Ertesi günkü basılı gazetelerde de doğal afet haberi birinci sayfaya çıkarılmıştı ama hiçbirinde yağışın sele dönüşmesinin altında yatan çarpık kentleşme, yanlış otoyol projeleri gibi nedenlere değinilmiyordu. Belediyeler ve iktidarın sorumluluğu görmezden geliniyordu.
Hatta Sabah gazetesi, “Selin yaralarını sarmak için büyük seferberlik” haberiyle felaketi de halkla ilişkiler faaliyetine dönüştürmüştü.
Çünkü sel felaketinin meydana geldiği Düzce, Giresun, Sakarya, Samsun, Ordu ve Zonguldak’ta AKP, Bartın, Karabük ve Kastamonu’da MHP’li belediye başkanları görevde. Sadece Bolu’da belediye başkanı CHP’li.
Oysa aynı iktidar medyası mayıs ve haziran aylarında Ankara’da yaşanan sellerde “CHP’li belediye Başkanı Yavaş yine sınıfta kaldı” haberleri yayımlıyordu. Daha önce İstanbul’daki selde de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu sorumlu gösteren haberler kullanılıyordu.
Sel haberleri, iktidar yanlısı medyanın çifte standardını gözler önüne seriyor. Zaten iktidar medyası AKP’den önce başladı yerel seçim kampanyasına. İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere CHP’li belediyelerle ilgili karalama haberlerine hız verdiler.
15 TEMMUZ DAVALARINA İLGİ
Her yıl olduğu gibi başta Sabah, ATV ve A Haber olmak üzere iktidar yanlısı medya günler öncesinden itibaren 15 Temmuz kahramanlık öyküleri (ve tabii sayfalar dolusu anma ilanları) yayımladı. Ancak darbe girişiminin karanlık yanlarını aydınlatma doğrultusunda en ufak bir çaba sergilemediler. Zaten darbe girişimiyle ilgili davaları bile izleyip haber yapmıyorlar.
Geçen gün, eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in “Yurtta Sulh Konseyi davası”ndaki dikkat çekici ifadesini gazeteci Müyesser Yıldız kendi web sitesinde yazdı. Yıldız, davayı izleyen tek gazeteci olduğu notunu da düşmüştü yazısına.
Bu da iktidar medyası gibi muhalif medyanın 15 Temmuz davalarına ilgi göstermediğinin işareti. Muhalif medya, 15 Temmuz’un yıldönümünü de genellikle sessiz geçiştirmeyi yeğledi. TV5’de Y. Emre İşci’nin programında KHK Platformu Sözcüsü ve bir hukukçunun konuk edilmesi, 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan hukuksuzlukların konuşulması açısından değerliydi.
İktidar medyasındaki gibi “kahramanlık öyküleri”ne odaklanıp soru işaretlerini örtmek yerine darbe girişiminin öncesini sonrasını tüm yönleriyle aydınlatmaya çalışmak, tartışmak, araştırmak gerek. O darbe girişimiyle ilgili hâlâ bilmediğimiz o kadar çok şey var ki…
MUHABİRİN İTİRAZI
Geçen haftaki “Kılıçdaroğlu’nun tatilini yazamayan gazetecilik” yazımda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Antalya tatili haberinin ilk olarak yerel bir sitede çıktığını belirtmiş, Sabah’ın iki gün sonra özel haber gibi kaynak göstermeden yayımlamasını eleştirmiştim.
Sabah’taki haberi yazan Ümit Erkan Demircan bu eleştirime üzülmüş, itirazını dile getirdi. Anlaşılan Demircan, Kılıçdaroğlu’nun Antalya’da tatil yaptığını yerel sitede çıkmadan bir gün önce öğrenmiş, teyit etmesi zaman almış. Ama haber önce basılı gazetede yayımlanması, sonra da Kılıçdaroğlu’nun dayısının ölümü nedeniyle iki gün bekletilmiş. O zaman da gazetecilik deyimiyle haber elinde patlamış. Gün Haber, “Kılıçdaroğlu’nun gizli Antalya tatilinden özel fotoğraflar” başlığıyla yayımlamış haberi. Her muhabirin başına gelebilecek bir talihsizlik bu.
Ancak bence yerel site öncelik aldıktan sonra yok saymak olmaz. Üstelik haberin ana unsurlarından biri olan Kılıçdaroğlu’nun orada kaldığını kanıtlayan, otel sahibi ve bir işinsanı ile birlikte çekilmiş fotoğraf, yerel siteden alınmış. Hatta Sabah’ın internet sitesinde halen fotoğrafın ortasında Gün Haber’in logosu duruyor ama gazetede o logo temizlenmiş.
Elbette haber Sabah muhabirinin imzasıyla yayımlanabilir ama haberi iki gün önce yayımlayan yerel siteye de atıfta bulunulması ve kaynak gösterilmesi gerekirdi. Sabah, kendi muhabirinin araştırmasını ve bulgularını da ayrıca belirtebilirdi. Öylesi daha doğru olurdu. Sabah’ın haberinin hüküm veren, yargılayan üslubu da ayrıca tartışılabilir tabii ki…
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com