Ne kadar hikayesi var bu toprakların! Neden çoğunda hüzün ve keder vardır? Ölü insanlar şehri midir İstanbul?
“Eskiden buralar çok güzeldi, Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi, Nasturi, Keldani, Süryani, Levanten… Alevi, Sünni… Ortodoks, Katolik, Protestan! Hepimiz komşuyduk!” Peki ne oldu? Kimlerdir bu acı olayların sorumlusu?
Toplumsal bellek ve neden olduğu travmalar yeterli olmasa da sanat alanında kendisini var etmeye başladı. Popüler kültürün suya sabuna dokunmayan üretimleri, içerisinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik atmosfer nedeniyle, kendine alıcı bulamayınca, sanat tüketicileri yeni alternatifler aramaya başladı.
Dijital Platformlar, bu yapımların adresi olurken, yönetmenlik için seçilen isimlere baktığımızda, bağımsız yapımların başarılı isimleri Seren Yüce, Emin Alper, Kaan Müjdeci ve Özcan Alper gibi yönetmenleri görüyoruz. Dijital platformların bu yönetmenleri seçmesi tesadüf değil elbette. Çünkü çağının sorunlarına duyarlı bu yönetmenlerin daha başarılı olduğunu düşünüyorlar. “Alef”, “Hamlet” ve “Masumlar” gibi yapımlar bunlardan sadece bir kaçı...
“Çoğunluk”, “Rüzgarda Salınan Nülüfer” gibi filmlerin yönetmeni Seren Yüce ve televizyon dizilerinde tanıdığımız Zeynep Günay Tan’ın birlikte yönettiği “Kulüp” Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı yıllara götürüyor seyirciyi.
Sefarad Yahudisi Matilda’nın (Gökçe Bahadır) yaşadıklarından yola çıkarak, bu iki olayın birey ve toplum üzerindeki etkilerine değinen diziye, bugünden bakmak istedik.
Kulüp’ün assolisti Selim Songür (Salih Bademci): Biraz Zeki Müren’i, biraz da Erol Büyükburç’u hatırlatır. Alaturka yerine alafranga şarkılar söylemek ister, ancak kendi tarzıyla… Zeki Müren gibi oda ışıltılı, parlak kıyafetlerle sahneye çıkar. Ancak sanat müziği değil Erol Büyükburç gibi pop şarkılar söyler. Türk, sünni ve maddi durumu iyi olan bu karakterimiz “çoğunluğa” mensup olsa da, kendisine çizilen sınırların dışına çıkıp, cinsel kimliğini yaşamak isteğinde ötekiye dönüşecektir.
Kulüp’ün müdürü Çelebi ( Fırat Tanış): Maddi imkansızlıklar nedeniyle köyden- kente göç etmek zorunda kalır. Çaycı olarak çalıştığı Yahudi ailesi tarafından hor görülür. Küçük kurnazlıklarla sistemde var olmaya çalışan karakterimizin, öteki olması için geldiği sınıf yeterlidir.
Kulüp’ün sahibi Orhan Şahin ( Metin Akdülger): İstanbul’da yaşayan Rumlardan biri. Ancak o seçkin Türklerin arasında yer almak için, kimliğini gizlemek zorunda kalıyor. Ta ki annesi Alzheimer hastalığına yakalanana kadar. Yıllarca sakladığı inancını yaşamak isteyen anneyi, takip ettiğimizde Orhan’ın aslında Niko olduğunu öğreniyoruz.
Fıstık İsmet ( Barış Arduç): Siyasi erkin ve mevcut sistemin ona verdiği çerçevede kendine bir hayat kurmuş. Kendisini geliştirmek yerine verilenle yetinen, aşık ancak aşık olduğu kızın gerçek ismini söyleyemeyecek kadar sisteme bağlı, ama vicdanlı, ötekiyle bir derdi yok. Ancak erafında olup bitenlere sessiz… Birey olarak tutunamamış, bunu sorumlusu olarak kaderini suçluyor. Biraz arabesk.
“Kulüp” aslında ötekilerin bir araya geldiği ve kendilerine yaşam alanı yarattıkları bir mekan! İstanbul gibi…
Ne kadar da günümüze benziyor değil mi? Her karakter içimizden biri, bazen yan komşumuz bazen akrabamız bazen de hayranı olduklarımız.
Bu birliktelik dönemin siyasetinin yeni planlarını uygulamaya başladığı 1955’deki 6-7 Eylül günü son bulur.
Peki 6-7 Eylülde ne oldu? Dizide Rum, Ermeni ve Yahudi dükkanların nasıl yağmalandığını gördük? Bu olayların sorumlusu kimdi onu da biz anlatalım size...
6-7 Olaylarını kim yaptı?
“Bir Zamanlar Nişantaşı'nda” kitabı için söyleşiye gittiğim usta gazeteci-yazar Hıfzı Topuz’dan dinlemiştim 6-7 eylül olaylarını. O döneme Akşam Gazetesi’nde haber müdürü Topuz hatırladıklarını şöyle anlatmıştı:
Ertesi gün dönemin gazete yöneticileri toplantıya çağrılır. Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın da katıldığı toplantıda, “Bayar acıklı bir sesle ‘Türkiye’nin kaderiyle oynayacak bir sabotajla karşı karşıyayız. Bu olayı komünistlerin yaptığını biliyoruz, hepsini tutuklayacağız” dediğini aktaran Topuz, toplantıdan çıkıp eve dönene kadar, ne kadar komünist,-solcu varsa gözaltına alınır.
Günümüzle ne kadar benzer değil mi? Komünistler hiç dahli olmadıkları olayların baş zanlısı olarak gözaltına alınırken, dükkanları yağmalayıp, insanları öldüren ve kadınlara tecavüz edenler, emniyetin ön kapısından girip, arka kapısından çıkıyordu.
Göz altına alınıp tutuklananlar arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Hulusi Dosdoğru, Dr. Müeyyet Boratav, Dr. Can Boratav, Dr. Nihat Sargın, Faik Muzaffer Amaç, Aslan Kaynardağ, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo, İlhan Berktay gibi önemli isimler var.
Bir Dinozorun Anıları isimli kitabında Mina Urgan olayları şöyle anlatır:
Aziz Nesin, 6-7 Eylül olaylarının suçlusu olarak kendilerini cezaevine gönderen kişinin dönemim İçişleri Bakanı Namık Gedik olduğunu söyler ve kendi yöntemiyle intikamını alır: “Nöbetçi er bağırıyordu : “8 numaradaki kim ?..” Birden aklıma geldi, hücremden seslendim : “8 numara Namık Gedik..” Nöbetçi er şöyle bağırarak dolaşmaya başladı : “Ulan Namık Gediiiik, neredesin ulaaan?..” Sövüp sayarak dolaşıyordu. Hücrelerden de kahkahalar yükseliyordu.
50 yıl sonra, yani 2005 yılında olayların gerçek azmettiricileri ortaya çıkar. 27 Mayıs Yassıada Mahkemeleri, DP yöneticilerini, 6-7 Eylül Olaylarını organize etmekten dolayı suçlu buldu. 6 - 7 Eylül Olayları öncesinde, Selanik'te Atatürk’ün evini bombalayan MİT ajanı Oktay Engin olarak ifade edildi. Daha sonra mükafat olarak, İçişleri Bakanlığı’nda görev aldı ve daha sonra Nevşehir’e Vali oldu. Böylece bu olayın dönemin hükümeti eliyle yapılan eylem ve tahriki olduğu ortaya çıktı.
Tarihin tekerrür etmemesi için toplum hafızamızı tazelememiz gerekiyor. Sanatın bunun önemli bir aracı olduğunu düşünüyorum. Kulüp dizisi eksikleri olsa da kıymetli bir çalışma.
Kendimize benzemeyeni, kendimize benzetmeye çalışmadan, geçmişe bugünden bakarak ne faşizmin aracı ne de faili olalım! Ülkemizin karanlık tarihini anlatırken “ama”lara sığınmayalım…