Faşizmin bu topraklarda ne kadar kök saldığının tarihi simgelerinden biridir, Kürtlerin varlığını inkâr. Mâlûm bir zamanlar, şimdi ismini bile hatırlamadığımız bir "Zat-ı namuhterem" ne demişti?
Kürt diye bir millet yok. O bölgede (Doğu ve güneldoğuyu kastediyor) kışın arazide, dağlarda kara basan insanların ayaklarından çıkar 'kart kurt' sesinden dolayı öyle kalmış isimleri.."
Yıllardır alay ettiğimiz, ilelebet alay edilmeyi ve dalga geçilmeyi, aşağılanmayı hak edecek bu tanımlama, aslında faşizmin "kendi egemenlik ve yaşam hakkı sınırları dışında, bırakın başka halkları, başka canlı varlıkların bile yaşamasına nasıl tahammül edemediğinin ve kendini alçaklık sınırlarını bile zorlayacak derecede ne kadar küçük düşürebildiğinin" somut bir örneğidir.
Neyse ki, Kürtlerin varlığı konusunda tartışmayı abuk kılacak kadar bir Kürt nüfus yaşıyor da bu ülkede, en azından bu "Kart - Kurt"çular, en azından artık bu kadar açıktan savunamıyorlar bu "vahşi ve ilkel" tezi.
Ancak, bir o kadar abuk ve "ilkel" tez olan ve bu topraklarda hâlâ taptaze var olmayı sürdüren, şu "Kürt sorunu mu? Ne Kürt sorunu ulan?" tezini de bir türlü aşamadık. Öylesine çirkin ve aymazca bir saplantı ki bu, kimileri "Kürtlerin sorunu mu varmış ki?" seviyesine bile indirgeyebiliyorlar bu faşist düşünce tarzını.
Bu abuklukları ve trajikomiklikleri bir yana bırakırsak, ülkede gerçekten de çözülmesi gerekli en önemli sorunlar arasında ilk sıralarda yer alan bu sorunu bir kez daha gündeme getirdiği ve en azından tartışılmasını sağladığı için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na teşekkür etmeliyiz. CHP'nin ve Kemal Bey'in kafasındaki somut çözüm planı ve stratejisi nedir ne değildir? Onların yaklaşımı ne kadar sağlıklı ve "hayata geçirilebilir"dir? Bunları tam olarak bilmiyoruz.
Ama en azından, yakın bir gelecekte iktidara talip bir partinin lideri olarak CHP Genel Başkanı'nın bu konuyu önemsediğini ve doğru muhatabı adres gösterdiğini görmek ve bilmek, bu ülkenin demokrasiye inanan insanlarını önemli öçlüde sevindirmiştir.
Kemal Bey'in bu sözlerinin ardından HDP Eski Eş Genel Başkanı Sezai Temelli'nin yaptığı "Asıl muhatap İmralı"dır mealindeki son derece yanlış açıklama (ki kendisi de, 'partiyi bağlamaz bu sözüm' diyerek durumu düzeltmeye çabalamak zorunda kalmıştır) istediği kadar istismar edilsin ve iktidar temsilcileri tarafından kullanılmaya çalışılsın, meselenin önemini unutturmaya yetmez.
İktidar ağızları ve yandaş-yalaka-yılışık-yalancı-besleme 5Y1B medyası her ne kadar her zamanki seviyesizlikle "Kemal Bey İmralı'yı muhatap alacak mı?" çakallığı ile "İki ismi aynı cümlede kullanarak" hayali bir "iltisak yaratmaya" çalışsa da, kendileri komik duruma düşürmekten başka bir işe yaramadı.
Bu ülkenin aklı başında her bireyi, geçmişte "Bırakın iltisakı, bizzat İmralı ve Kandil'in ayağına kadar gidip" çözüm getiriyoruz sahtekarlığı ile bu ülkeye zaman ve enerji kaybettirdiklerini unutmadı. Daha şunun şurasında 2 sene önce yerel seçimde İmralı'ya "N'olur Apo Bey bi mektup çiziktir de, oylar Millet İttifakına gitmesin" diye yalvaranların kim olduğunu da hatırlıyor. Yine aynı mihraka, yani "İmralı"ya ve Kandil'e TRT mikrofonunu tutup "N'olur Osman Abi. Bize bir demeç ver de, Ekrem'e gitmesin oylar" mealinde birilerinin ne kadar alçalabildiğini de unutmuyor.
Bugün gelinen noktada, geçmişin "Sahte çözümcüleri" ısrarla ve utanmazca "Ne Kürdü ya? Ne çözümü ya? Öyle bir sorunumuz mu var?" demeyi sürdüredursun, bu ülkenin Cumhurbaşkanı "Biz onu zaten çözdük, aştık" gibi akıllara ziyan bir kandırmaca çabasına girişsin, bu ülkeyi yönetmeye "alternatif talip"ler, bu konuyu gündemlerine alarak, toplumun önüne çıkmış ve demokrasi için bir adım atacaklarını beyan etmişlerdi.
"Demokrasi için bir adım" lafını özellikle kullanıyorum, çünkü sorunun çözümü ülkede "Demokrasi başlığı altında" çözüm bekleyen tüm sorunlarla iç içe bir görev olarak ortada durmaktadır.
Başka bir deyişle, öyle bir iç içelikten söz ediyorum ki, "Kürt sorunu çözümlenmeden gerçek demokrasiye geçişten, gerçek demokrasiye geçmeden de Kürt sorununun çözümünden söz etmek" mümkün değildir.
İkisini birbirinden soyutlamak da bu anlamda söz konusu olamaz.
Kürtlerin "mücerret" (genel anlamda demokrasi mücadelesinden soyutlanmış) bir çözüm arayışında olmadıklarını da diliyorum.
Dikkat buyrun, "biliyorum" değil "diliyorum" yazdım.
Geçmişte, AKP iktidarının temsilcileri ile birlikte o "sahte çözüm süreci treninin vagonlarına" binmiş giderlerken her istasyonda uyarmıştık.
"Yapmayın" demiştik.
"Bu sorun demokrat olmayan insanlarla çözümlenemez" demiştik.
"Yanlış yapıyorsunuz. Bunlar çözemez, bunlarla çözemezsiniz" demiştik.
Ama dinletememiştik.
Yine, hem onlara hem de AKP'ye şunları da söylemiştik:
"Böylesine ciddi ve karmaşık bir demokrasi sorununu, milletin meşru temsilcilerini dışlayarak, Kandil ve İmralı'da kurulan masalarda fısıldayarak, fiskoslayarak çözemezsiniz. TBMM'ye getirilmedikçe, tüm partilerin katkısı ve katılımı sağlanmadıkça, bir işe şaramaz, dahası meşru olmaz" demiştik.
Kulak asmadılar. Sonuçlarını da gördük. Bütün bu uyarılarımızın maalesef gerçeğe dönüştüğüne de tanık olduk. Sonrası mâlûm. İzleyen aylar ve yıllarda daha fazla hayal kırıklığı, daha fazla kan ve gözyaşı...
Burada bir şey de yanlış anlaşılmasın...
İmralı da Kandil de, sorunun çözümünde "asla ve kat'a görüşü ve katkısı istenmeyecek" mihraklar değildir. Bizzat, "Dağdakiler"in, silahlı mücadelenin yani "terör odaklarının" ta kendisinden söz ediyoruz. Onları on yıllarca kesin ve tartışmasız bir yenilgiye uğratamadığınıza göre, bir şekilde silâh bırakmalarını sağlamaya yönelik adımlar atılacaktır. Bu da tabii ki (dünyanın her yerinde bu işin pratiği bunu dikte etmiştir) onlarla konuşmadan olmaz. Ama asıl muhatabın ve zeminin meşru güçler olduğunu unutmadan.
Özetle:
İki önemli ödev ve sınav söz konusudur bu sorunu çözebilmek için:
1. Meşru ve demokratik zeminde çabalar.
2. Ülkede total ve kapsamlı demokrasiyi yerleştirmek ödevinden ayrı görmemek.
3. Meseleyi "bir yere çakılması gereken çivi" ve devletin de kendisini "çekiç" olarak görme alışkanlığını (neredeyse 100 yıllık alışkanlık) terk etmesi koşulu.
Bu yönde atılan atılacak her adımı desteklemek, yüreklendirmek ve en önemlisi de "herkesi dinlemek" esastır ve hepimizin görevidir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ateşlediği bir işaret fişeğinin, ülkenin tüm sorunlarını çözümle paralel biçimde bu sorunun çözümü için de bir umut olmaktan öte bir gerçeklik ihtimalini sıcak tutabilmesi dileğiyle.