BIST 100 9.550 DOLAR 34,54 EURO 36,01 ALTIN 3.005,46
17° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Karanlığa ve teröre teslim olmak...

Kim bilir kaçıncı kez, bir kez daha insanlık düşmanı caniler, bu kez İstanbul'un "tam orta yerinde" kan döktüler, can aldılar.

Olayın hemen ardından başlatılan operasyon sonucunda bir teröristin ele geçirildiği, bazı adreslere yapılan baskınlarda düzinelerle insanın gözaltına alındığı ve olayın soruşturmasının sürdüğü açıklandı.

Terörün nedenleri, kaynakları, önlenebilirliği, başarı ya da başarısızlıklar, çıkarılacak dersler vs. zaten on yıllardır konuşuluyor, tartışılıyor ve tartışılacak.

Ama, yapılanların yapılamayanların soğukkanlı bir dökümüne, analizine kalkıştığımızda ortaya iktidar açısından hiç de övünülecek bir manzara çıkmıyor. Yapılan açıklamalardaki hayret verici çelişkileri ve "beceriksizlik itiraflarını" filan uzun uzun eleştirebiliriz. Meselâ teröristi bombacıyı önleyemeyip, yüzlerce kilometre öteden getirip de İstiklal'in orta yerinde patlatması karşısındaki çaresizliğine karşın, sözde "önlem" diye, caddedeki ağaçları, bankları ve saksıları kaldırmanın abukluğu üzerine yüzlerce sayfa yazı yazabiliriz.

Ama, olayın bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum bugün.

Terörün ve teröristin amacına (can almanın, kan dökmenin yanısıra) başka açılardan da, bu saldırı ile nasıl ulaşabildiğini de konuşmalıyız.

Terörist örgütler, silahlar ve bombalarla insan öldürerek, ne yapmak isterler?

Cevabı çok basit:

"Düşman gördükleri" için hedef aldıkları ülkenin ve toplumun "tekerlerine çomak sokmak..."

O ülkenin toplumsal yaşamını rayından çıkarmak ve moralini bozmak. Bir toplumun "ayarları ile oynamanın" en etkili yollarından biri de, günlük yaşamı sekteye uğratmak, toplumun "Ruh halini bozacak travmalar" yaratmaktır. Kuşkusuz patlama, ölüm, cenazeler ve bunun getirdiği tedirginlik, o "travmanın" en üst boyutudur.

Ancak, bunun ardından yaşanan süreçte, toplumu "sindirmeye, içine kapanmak zorunda bırakmaya ve karanlığa gömmeye" yönelik her türlü çaba da, terörün ve teröristin ekmeğine yağ sürecek "ilave katkılar"dır.

Başka bazı ülkelerdeki örneklerden hatırlamamız gereken "yerinde tepkiler" vardır.

Böylesi olaylardan sonra, insanların sokaklardan "uzak durmak" yerine, tam tersine "sokağa çıkarak", teröristlerin suratına "sizden korkmuyoruz, hayatımıza aynen devam edeceğiz!" diye haykırması, en etkili tepkidir.

Yine, ülkeyi yöneten ve kriz anlarında çözüm üretmesi gereken otoritenin, yani devletin de bu "olağanüstü ve travmatik süreci" iyi yönetebilmesi, ve "toplumun-milletin-devletin tekerine sokulmak istenen çomağı" bir an önce çıkarıp çöpe atabilmesi gerekir.

Bunu yapmanın yolu da, "açık, şeffaf, temiz, sağlıklı ve sürekli ilgi akışını" sağlamaktır.

Peki, bugün Türkiye'yi yönettiğini zanneden ama yönetemeyip "savrum savrum savrulan" irade ne yapmıştır?

İlk dakikadan itibaren, "Bilgisizlik, karanlık ve karamsarlık" iklimini körükleyecek bir "iletişim yasağına" başvurma yolunu seçmiştir. İnterneti yavaşlatarak, her türlü haber ve bilgi kaynağına kelepçe-pranga vurarak bilgi musluklarını kapatarak insanları karanlıkta bırakmış, yani bir anlamda terörün amaçlarından birine "bizzat hizmet etmiştir"...

Önce bir gerçeğin altını çizelim:

Olayın sıcaklığı içinde teröristi takip edip yakalayabilmek için teknolojinin her türlü olanağıdan yararlanma dürtüsünü anlamak mümkün. İyi de, teröristlerin kaçış sürecinde "haberleşmek için" hangi araçları kullanacağını bilmiyor muyuz?

Telefon, telsiz ya da SMS, Whatsapp benzeri haberleşme programları değil mi?

Bunları engelleyemeyeceğinize, (zaten mümkün de değil telefon şebekesini kapatmak) ve o tür bir iletişimi durdurmayacağına göre, "Facebook, Twitter, Instagram vb. mecraları" kapatmak neyin nesidir? İstiklal Caddesi bombacısı "Instagram'dan mı haberleşiyor sanki?

O mecraların, özellikle de Twitter'ın ve YouTube'un "küresel ve yerel çapta bilgi alış verişi" için kullanıldığını bildiğimize göre, oraları kapatmak "bilgi akışını durdurmak"tan başka ne işe yarar?

Bilgiden niye korkuyorsunuz? Ya da insanların bilgi alabilme hakkını niye gasp ediyorsunuz?

Nedeni belli:

Sadece ve sadece "resmi söylemin" (bunu resmi ve yandaş medyadaki söylem diye de okuyabilirsiniz) yürürlükte olacağı bir iklim istiyorsunuz demektir. Zaten yapılan açıklamalarda da bu net biçimde dile getirilmiştir. "Sadece resmi kaynaklara itibar ediniz"

İyi de, resmi açıklamalardaki birbirine tam 180 derece ters ve gerçeklerden uzak bilgi ve değerlendirmelere ne demeli? Bu ülkeyi yönetenlerin, millete bilgi vermekle görevli tüm ağızlarının ve kurumlarının, üstelik de rutin olarak (TCMB - TÜİK - Bakanlıklar, İletişim Başkanlığı duyuruları veya veri açıklamaları) milleti yanılttığı gerçeği ortada iken, niye size itibar edilsin ki?

Elbette ki, tüm mecralardan veri ve bilgi akışına da, onlarla "resmi ağzın" karşılaştırmasını yapmaya da ihtiyacımız yok mu?

Siz eğer sağlıklı, doğru ve şeffaf bilgiyi, olay anından itibaren rutin ve inandırıcı bir şekilde milletle paylaşırsanız, millet de hiçbir kuşkuya kapılmadan bunları hazmedebilirse, zaten yalanın, yanlışın, kara propagandanın ve yanıltıcı bilgilerin çöpe atılacağı ortada değil midir?

Dezenformasyon ve kara propagandayı önlemenin yolu, açıklıktan ve şeffaflıktan geçmez mi? İnterneti karartarak, insanların en temel hakkı olan bilgi edinme ve haber alabilme hakkını elinden almak, yayın yasağı getirmek, erişim engeli getirmek, sosyal medyayı boğmak, ciddi bir "hak ihlali" değilse nedir?

Medeni ülkelerde, demokrasinin görece geliştiği yerlerde, büyük toplumsal hadiselerde veya felaketlerde, (zaten önceden var olan) basın birimleri (Bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, belediye vs) hemen görev başındadır ve topluma rutin ve sağlıklı bilgi açıklar. Yetkililer sık sık kamera karşısına gelir insanların aydınlanmasına yarayacak bilgi (sırf ajitasyona dayalı siyasi propaganda değil) paylaşırlar. Soruları yanıtlarlar. "Alt kademelerin kendilerine aktardıkları bilgileri, kamuoyu ile paylaşıp, milleti bilgilendirirler.

Hiç mi Amerikan, İngiliz, Fransız vb. filmi izlemediniz? Hiç mi bu tür olaylarda yabancı TV haber kanallarına bakmadınız hayatınızda? Oradan da mı öğrenmiyorsunuz?

Ama başka bir yol seçiyorsunuz.

Milleti karanlıkta bırakmayı tercih ediyorsunuz.

"Biz ne kadar istersek o kadar bilgileneceksiniz," diyorsunuz.

Haklarımızı, yani vatandaş olmaktan kaynaklanan en temel hakkımızı gasp ediyorsunuz.

Böylelikle de hem suç işliyor, hem de terörün amacına hizmet ediyor, ekmeğine yağ sürüyorsunuz.

Karanlıkta kalmamız nedeniyle de fısıltı gazetesi ve dedikodu mihraklarının ve hatta teröristlerin yayılmasını istedikleri dezenformasyonun esiri oluyor, bizi de esir ediyorsunuz.

Bu ülke tercihini yapmalıdır.

Kapalı, diktatoryal, vatandaşını küçük ve önemsiz gören bir rejim mi olacağız? Ya da öyle mi kalacağız?

Açık bir toplum mu olacağız?

Bunun ortası yoktur.