İşçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2020'de geçerli olacak asgari ücreti belirlemek üzere bugün saat 14.00'te ilk toplantısını gerçekleştiriyor.
2020'de geçerli olacak asgari ücreti belirlemek üzere gerçekleşecek görüşmeler öncesi Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu önemli açıklamalarda bulundu.
Asgari ücret konusuna dair dikkat çeken sözler sarf eden Karamollaoğlu, "Makul olan şu ki; çalışan bir insan hiç olmazsa yoksulluk sınırında bir ücret almalı. Şimdi bize diyecekler ki; el insaf! 2000 lira nerede, 6500 lira nerede? Kim öder bunu? Halbuki şunu bilmeleri lazım. Ülkenin kalkınabilmesi ihtiyacımız olan her şeyin yeteri kadarının Türkiye'de üretilebilmesiyle mümkün. Hatta fazlası üretilmeli ki ihracat potansiyeli doğsun. Eğer siz bu üretimi arttırmak isterseniz bunun karşılığında bir talep olması lazım. Talep ne? Türkiye'de yaşayan ve alışveriş için sokağa çıkan insanlar. Yani asgari ücretliler. Bir insan 2 bin lira maaş alıyorsa diğer ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkmaz" ifadelerini kullandı.
Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu, Milli Görüş'ün Refah-Yol döneminde gerçekleştirdiklerini de hatırlattı. Karamollaoğlu, "1996 yılında Erbakan Hoca iktidara geldi, ilk anda %50 zam yaptı. Bir de sene başına kadar toplam %132 zam yaptı. Şimdi bakın o zaman verilen bu zam ekonominin canlanmasına denk bütçenin yapılmasına vesile oldu. Burada söylemek istediğim husus şu. Aslında hedefin yoksulluk sınırı ve yoksulluk sınırının üstünde bir ücret olması icap eder. Çok açık ve kesin" diye konuştu.
Karamollaoğlu, "Biz bu hususları dikkate almadan kendiliğimizden bir rakam söylemiyoruz, sadece hayal ederek bir rakam söylemiyoruz. Bunlar belli bir plan ve program içerisinde hükümetin gündemine alınırsa çözülebilecek problemler. Avrupa bunu çözmüş. Şu anda açlık sınırı Avrupa için bir sınır değil. Yoksulluk sınırının üzerinde bir ücret alıyor Avrupa'da çalışan bir insan. Onu da harcıyor, harcadığı için de sanayinin, üretimin, kalkınmanın artmasına vesile oluyor" dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun konuya ilişkin sözleri şu şekilde:
Esas olan şudur. Bir memlekette hangi işte çalışırsa çalışsın bir insanın geçimini rahat sağlayacağı bir ücret alması gerekir. Bakın ne diyorum ben; geçimini rahat sağlayacağı bir ücret alması icap eder. Bugün ise tüm sendikaların toplu iş sözleşmesine ister devletle ister özel sektörle oturduğu zaman rakam açlık sınırıyla gündeme geliyor. Açlık sınırı şu an iki bin liranın biraz üzerinde.
Şimdi TÜRK-İŞ oturuyor. TÜRK-İŞ Genel Başkanı'nı severim. İster istemez bugünkü şartlarda 2450 lira ile açtılar. 2450 lira demek neticede iktidarla 2200-2300 arasında anlaşacağız demek.
Milli gelirin sağlam temellere oturması icap eder. Bu da üretimin artmasıyla mümkündür. Sadece hizmet sektöründeki artış ülkeyi zenginleştirmez. Hakiki manada güçlendirmez. Güçlü bir ülke haline getirmez. Üretim üretim üretim. Tarımda da sanayide de teknolojide de üretim. Bu bir numaralı mesele. Milli gelir üretime dayalı olarak artmalı.
İki; milli gelir adil bir şekilde paylaşılmalı. Peki adil bir şekilde paylaşılırken dediğimiz şey ne? Bugün milli gelir ölçülüyor bir rakamlar çıkıyor. İki iki tane ayrı rakam ortaya koyuyorlar. Diyorlar ki bir açlık sınırı var. Dört kişilik bir ailenin aylık geliri 2050 liranın -bugün için söylüyorum- altında olursa bu ailede insanların karnı doymaz. O halde 2000 liranın üstünde olması icap eder. Ama bu ne demek? Sadece karnını doyurur. Elektrik faturası, su faturası, çocukların okula gidip gelirken taşıma masrafları, giyim kuşam bulara karışmam diyor. Bu nasıl mantık?
Onun için ikinci bir rakam daha var. O rakamın adını da yoksulluk sınırı olarak koymuşlar.
Bütün sendikalar, iktidarlar da işverenler de toplu sözleşmeler başladığında genellikle hep açlık sınırında bir ücretle başlıyorlar. Onu hep göz önünde bulunuyorlar. Bunun ise isabetli olmadığını, doğru olmadığını söylüyorum. Çünkü bir insanın sadece karnının doymasının ailenin hayatiyetini sürdürmek için yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz. Diğer bütün masrafların göz ardı edildiğini de biliyoruz. Onun için bizim kanaatimiz; bugün milli gelir ölçülüyor, fert başına düşen milli gelir belli. Ancak asgari ücret evet bir yerde açlık sınırı göz önünde bulundurularak belirleniyor. Hemen şunu söyleyelim tabii. Kalifiye işçinin aldığı ücret bunun üstünde oluyor, bunu biliyoruz. Bu en asgari ücrettir, kabiliyeti, vasfı olmayan insana ödenen ücrettir, işe giriş ücretidir. Halbuki bir de iktisatçıların ölçtükler yoksulluk sınırı diye tabir edilen bir sınır var. Yani dört kişilik bir aile yoksulluk sınırında bir ücret alırsa bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek demektir. Zenginleşecek değil aylık ihtiyaçlarını borçlanmadan karşılayabilecek demektir. Yani faturalarını, çocukların okul masraflarını, giyim kuşam ihtiyaçlarını, diğer ihtiyaçlarını bunları da karşılayabilecek bir ücret. Bu zenginlik ücreti değil. Buna yoksulluk sınırı deniyor. Bunun altında olursa bir aile bazı ihtiyaçlarını karşılayamıyor demektir. Bu ne Türkiye'de? Elbette bu sürekli olarak değişebiliyor. Şu anda bu 6500 lira civarında. Makul olan şu ki; çalışan bir insan hiç olmazsa yoksulluk sınırında bir ücret almalı. Şimdi bize diyecekler ki; el insaf! 2000 lira nerede, 6500 lira nerede? Kim öder bunu? Esnaf şöyle düşünecek ben bunu ödeyemem ki, 2 bin lirayı ödeyemiyorum şimdi vergisi vs ile. İş veren ya da sanayici aynı mantıkla hareket edecek. Halbuki şunu bilmeleri lazım. Ülkenin kalkınabilmesi ihtiyacımız olan her şeyin yeteri kadarının Türkiye'de üretilebilmesiyle mümkün. Hatta fazlası üretilmeli ki ihracat potansiyeli doğsun. Eğer siz bu üretimi arttırmak isterseniz bunun karşılığında bir talep olması lazım. Talep ne? Türkiye'de yaşayan ve alışveriş için sokağa çıkan insanlar. Yani asgari ücretliler. Bir insan 2 bin lira maaş alıyorsa diğer ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkmaz. Eğer diğer ihtiyaçlarının bir kısmını karşılıyorsa bu sefer çocukların karnı tam olarak doymaz. Açık. Siz eğer çarşıya pazara çıkacakların eline bütün ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilecekleri bir ücreti verirseniz patlama olur pazarda. O zaman esnaf daha fazla mal talep eder. Bu sefer üretici o talebi karşılamak için yeni yatırımlar yapar. Yeni istihdamlar oluşur. Yeni istihdam bu talebin daha da fazla artmasına vesile olur. Ekonomi birden bire sağlam temeller üzerine oturarak aklımızın almayacağı kadar canlanır.
Bunu bir misal olarak söyleyeyim. Örneği var mı, var. 1996 yılında Erbakan Hoca iktidara geldi, ilk anda %50 zam yaptı. Bir de sene başına kadar toplam %132 zam yaptı. Şimdi bakın o zaman verilen bu zam ekonominin canlanmasına denk bütçenin yapılmasına vesile oldu. Burada söylemek istediğim husus şu. Aslında hedefin yoksulluk sınırı ve yoksulluk sınırının üstünde bir ücret olması icap eder. Çok açık ve kesin.
Ben bunu şu şekilde de söyledim işçi sendikalarının kongrelerine gittiğim zaman da söyledim diğer sendika başkanlarına da söyledim. Bunu siz belki üç senede halledemeyebilirsiniz, beş senede halledemeyebilirsiniz, ama en azından kendinize bir hedef koyun. Deyin ki; arkadaş ben on sene sonra bugünkü maaşın en azından iki mislini vermek istiyorum. Bu ne demektir biliyor musunuz? Senede sadece reel olarak enflasyondan arındırılmış yüzde yedi zam yapmak demektir. Eğer siz derseniz ki ben bunu yedi senede gerçekleştiririm. %10 reel zam yapın her sene. Yedi sene sonra maaş iki misline çıkar. Ondan sonraki yedi sene on dört eder iki misline daha çıkar. Dört misli olur maaş bugüne göre 14-15 sene sonra. Yani bu ne demektir? Bugünkü iktidar baştan deseydi ki ben %7 zam yapacağım reel manada her sene. Bugün iktidarın verdiği para 5500-6000 lirayı bulurdu. Abartarak söylemiyorum. Sadece %7 ile %10 arasında. İki misline çıkması yedi ile on sene arasında bir süre gerektirir. Mühim olan sizin niyetiniz ne? Kabiliyetiniz ne? Hakikaten işçinin asgari ücretlinin derdiyle dertleniyor musunuz? Bu onun göstergesidir.
Tabi burda da şunu hemen ortaya koymak lazım. Burada ne çiftçi ne esnaf ne de sanayici korkmamalı. Çiftçi herkes bilmeli ki taban fiyatı onun da aynı şekilde dikkate alınmalı. Her sene %7 artacak diye bir şey yok orada. Ama çiftçi emeğinin karşılığını hasat sonunda mutlaka almalı ve mutlaka kendi geçimini sağlayacak para onun cebinde olmalı. Esnaf da böyle gittiği takdirde malının fiyatını anormal şekilde arttıracak değil. Şundan emin olmalı ki bugünkünden daha fazla kazanır. Sanayici de aynı şekilde. Yani biz bu hususları dikkate almadan kendiliğimizden bir rakam söylemiyoruz, sadece hayal ederek bir rakam söylemiyoruz. Bunlar belli bir plan ve program içerisinde hükümetin gündemine alınırsa çözülebilecek problemler. Avrupa bunu çözmüş. Şu anda açlık sınırı Avrupa için bir sınır değil. Yoksulluk sınırının üzerinde bir ücret alıyor Avrupa'da çalışan bir insan. Onu da harcıyor, harcadığı için de sanayinin, üretimin, kalkınmanın artmasına vesile oluyor.