Bir "Kadın Hakları" teranesidir gidiyor.
Zaten "kadına hak" talebi söz konusu ise, ortada "henüz verilmemiş" ya da "verilmişken geri alınmışlık", dolayısıyla "iadesi" durumu vardır.
İstanbul Sözleşmesi, işte tam da bu "iadeyi" sağlama yolunda, bu ülke topraklarında atılmış, bu ülke tarihinin en hayırlı en isabetli adımlarından biridir. Adının da açık ve net biçimde ifade ettiği üzere "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"dir.
Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin devam etmesini, bu şiddetin mağdurlarının korumasız bırakılması, ciddi bir insan hakları ihlali olmanın da ötesinde, "Sözleşmeden rücu (vazgeçme-geri dönüş)" yolunda alınmış olan karar, bu ülkeyi dünyaya rezil etmek anlamına gelir.
Başka ülkelerde yaşayan toplumların da, gerek kadın hakları, çocuk hakları vb. konularda mükemmel toplumsal - yasal düzenlemelere sahip olduklarını söylemek çok isabetli olmasa da, yine de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk imzacılarından biri olduğu ve bu anlamda gururlanmamız gereken bu sözleşmeyi iptal etmek, bir övünç madlyasını kendi kendimize göğsümüzden söküp atlam anlamına gelir.
Düşünsenize, Sözleşme'nin amaç bölümünde yer alan şu satırlara itiraz edebilmenin akıllı ve mantıklı bir izahı olabilir mi?
"...Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, bu sözleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Ayrıca, toplumun her ferdini, özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Esas itibariyle, erkeklerle kadınlar arasında daha fazla eşitlik sağlamaya yönelik çağrının yeniden yapılmasıdır..."
Bu ilkelerden rahatsız olabilecek bir kafanın, kadınlara ve genelde de insanlara nasıl baktığını tahmin etmek ve anlayabilmek güç değildir.
Anlaşılamayan, 10 yıl önce bu (aslında sosyal ve hukuksal her türlü düzenlememizde doğal olarak yer alması gereken) ilkeleri kabullendiğini söyleyerek sonradan çark etmektir. "Anlaşılamayan" derken aslında ironiye başvuruyorum. Benim gibi, bu zihniyeti gayet iyi anlayan ve öteden beri bu (takıyyeci) tarafını avucunun içi gibi bilenler için hiç de sürpriz olmadı ve "U dönüşü". Şu ünlü "menzile varana kadar seyahat edilip sonradan terkedilen tramvay" meselesi.
Türkiye'yi 19 yıldır yönetirmiş gibi yapan siyasi hareketin kadroları, bunu her alanda yapmadılar mı? Bu ülkeye ve insanlarına "Daha ileri demokrasi" getirme vaadi ile kandırıp, bugün adeta "taş devrine – mağara devrine" döndürme girişimlerini başka nasıl izah edebiliriz?
Bu ülkeyi Avrupa Birliği'ne tam üye yapma yalanı ve yutturmacası ile yola çıkıp, bugün "5'inci Dünya Ülkesi" standartlarında bir düzeye mahkum edenleri başka nasıl tanımlayabiliriz?
Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomisini, siyasetini, refah düzeyini getirdikleri noktada, imkanı olanın "bavulunu toplayıp gitmeye özendirildiğini" hepimiz bilmiyor muyuz?
Şunu da gayet iyi biliyoruz aslında:
Bugün "İstanbul Sözleşmesi"nden çark edip ülkeyi "5'nci Dünya Düzeyine" indirmeye çalışan kafaları, 20, 15, 10 yıl önce alkışlayanların vebalinin de en az bunlar kadar büyük olduğunu. Lafı eğip bükmeden söyleyeyim. Yetmez Ama Evetçi Pembiş-Liboş'ları kast ettiğim açık. Pembiş (bir tanker suyun içine damlatılmış 0.00001 mikrogram kırmızı boya misali solumsu, demokratımtrak) liboşların ve sağ cenahta, bu kadrolarda çeşitli dönemlerde kol kola yürümüş herkesin günahlarını suratlarına hatırlatmak da boyun borcudur.
Bugün yargının geldiği nokta, ne kadar haklı olursak olalım herhangi bir hukuki başvurunun akıbetini gayet iyi bilmemiz gerçeği, bize aynı zamanda bu gericilerin "Yol arkadaşlarının" da ortak oldukları hasarı hatırlatıyor. O yüzden, bunları yüzlerine vurmak, öyle kuru bir "kişisel hınç" filan değil. Bu ülkeye verilen zararın fatura dökümü sayılmalıdır.
Tekrar konumuza dönersek...
Temelde sıradan bir "insan hakkı"ndan ibaret olan kadın haklarının ve kadının erkek şiddetine karşı korunmasının tartışılmaz ve vazgeçilmez niteliğini, bugün gece gündüz konuşuyor olmamız bile bizler için yeterli bir ayıp sayılmalıdır.
Yapılacak tek şey, bu ülkenin tüm örgütlü güçlerinin "insan hakları" başlığı altındaki bu ağır ve utanç verici "gasp"ın önüne geçmek için mücadelesidir. Mücadeleyi büyütmek, safları daha da genişletmek, sıklaştırmak, tüm demokrasi güçlerini bu mücadeleye katmak ve bir sonraki seçimi, pek çok başka konu başlığı gibi bu konuya yani "Temel hak ve hürriyetlerimiz" barikatına taşımaktır.
Gelecek genel seçimi bu temelde bir mücadele haline getirmek, aklı başında tüm muhalefet liderlerinin gündemi olmalıdır.
Bu iktidara 23 Haziran 2019 kabusunu bir kez daha yaşatmak için and içilmeli, bu yolda da kadınların ve onların haklarının en ön safta çarpışması sağlanmalıdır.
İnsan hakkının tartışılacak bir yanı yoktur.
Kadın hakkının müzakere edilecek bir tarafı yoktur.
Hak için mücadele etmek insanı insan yapan birinci unsurdur.
- - - - - - -