Başkanlık divanı sonrasında partisi adına basın açıklaması yapan İYİ Parti Genel Sekreteri Mustafa Cihan Paçacı, ekonomideki dalgalanmalarla ilgili "Türkiye ilk kez, “SLUMPFLASYON” ile tanışmıştır. Geçmişte enflasyon ve resesyonu yaşayan ekonomimiz, AKP döneminde ilk kez slumpflasyonu yaşamaktadır. Slumpflasyon, kısaca “enflasyon içerisinde küçülme” demektir" ifadelerini kullandı.
YSK'nın İstanbul seçimlerini yenilemesine de değinen Paçacı, "AK Parti, İstanbul Belediye Başkanlığını kaybetmemek için Türkiye, yeni bir toplumsal gerginliğe, yeni bir seçim savurganlığına sürüklenmiştir" şeklinde konuştu.
Binali Yıldırım'ın Diyarbakır ziyaretinde PKK'ya Pe-Ke-Ke demesine de tepki gösteren Paçacı, "İstanbul’daki Kürt kökenli vatandaşlarımıza, Karadeniz bölgesi insanlarımıza şirin gözükeceğini hesap ederek “Kürdistan”, “Lazistan” tanımlamalarını yapması terör örgütü mensuplarını tanımladığı tarzda PKK’yı “Pe Ke Ke” diye telaffuz etmesi bardağı taşıran damlalar olmuştur" dedi.
Yıldırım'ın Rum Patrikanesi hakkındaki açıklamalarına da değinen Paçaçı, "Ülkemiz menfaatlerine aykırı dış politikamızın onlarca yıldır reddettiği bir husus olan, Fener Rum Patrikhanesinin “Ekümeniklik” talebini dillendirmesi ise, devletin önemli görevlerinde bulunmuş bir şahsa yakışmamıştır. Sayın Yıldırım’ın ve AK Partinin 31 Mart’tan sonra sergilediği tutum, kabul edilemez, hoş görülemez ve devlet ciddiyetiyle bağdaştırılamaz." şeklinde konuştu.
Paçacı'nın açıklaması şu şekilde:
Türkiye İstanbul seçimlerine kilitlenmiş iken, AK Partinin yanlış politikaları ve öngörüleri dolayısıyla ekonomimizde alarm zilleri çaldığını endişe ile takip etmekteyiz.
Hükümet, fabrikalarını bir bir kapatmak zorunda kalan ve sermayesi eriyip biten iş dünyasının, işlerini kaybedip açlığa mahkum edilen işçilerin, tarlaya ektiğinin karşılığını alamayıp tarlasını bankalara kaptırmış çiftçilerin, pazardaki artıkları toplayarak hayatta kalmaya çalışan emeklilerin, evladına harçlık veremeyen anne ve babaların feryatlarına kulaklarını kapatmıştır.
Damat Berat’ın dışında herkes endişeli ve kaygılıdır. Millet kan ağlarken, Damat Berat çizdiği pembe tablolarla milletin aklıyla ve ekonomi ilminin gerçekleriyle alay etmektedir.
Damat Berat’ın hayal dünyası ile ekonominin gerçeklerini karşılaştırdığınızda vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz.
Türkiye ilk kez, “SLUMPFLASYON” ile tanışmıştır. Geçmişte enflasyon ve resesyonu yaşayan ekonomimiz, AK Parti döneminde ilk kez slumpflasyonu yaşamaktadır. Slumpflasyon, kısaca “enflasyon içerisinde küçülme” demektir.
Son iki çeyrekte büyüme -3.0 ve -2.6 ile negatife dönüşmüş, aynı dönemde faizler yüzde 30’un, enflasyon ise yüzde 20’nin üstüne çıkmıştır.
İşsizlik oranı yüzde 25 ile rekor kırarken, her üç gençten biri işsiz kalmıştır.
Damat Berat ise, birkaç gün önce cari fazla vereceğimizi müjdelemiştir. Şayet, Damat Berat, ekonomi ilmine birazcık teşne olsaydı, üretmeyen bir ekonominin cari fazla vermesinin, o ekonomide kriz olduğunun tescili anlamına geldiğini de bilecekti.
Ekonomimiz, dümeninde AK Partinin olduğu, rotasız ve pusulasız, rüzgarın önünde sürüklenen bir gemi durumundadır.
Geçmişte Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurumumuz vardı. Bu kurum uzun ve kısa vadeli ekonomik kalkınma planları hazırlardı. Ülkemizin bütün ekonomik dengeleri, gelir, gider, yatırım projeleri, neyi nasıl nerede ve ne zaman yapılacağı bu kalkınma planlarında yer alırdı. Bugün bu kurum, AK Parti tarafından kapatılmıştır. Ülkenin gelecek planları ise Damat Berat ile Sayın Erdoğan’ın iki dudağının arasına terk edilmiştir.
Damat, son bir yılda sekiz farklı ekonomik paket açıklamış, ancak bu ekonomik paketlerin hiçbiri derde deva olmamıştır. Kaldı ki, bir yılda sekiz ekonomik paketin açıklanması ekonomik istikrarsızlığın göstergesi olduğu kadar, aynı zamanda ekonominin de “Paketlenmesi” anlamına gelmektedir.
Ekonomik paketler açıklanırken genellikle piyasalar olumlu beklentiler içine girerler. Ancak Damat Berat’ın açıkladığı paketler sonrası piyasalardaki dengeler alabildiğine bozulmaktadır. İş dünyası, Berat Albayrak’ın televizyonlarda açıklama yapmasından endişe duyar hale gelmiştir.
Çünkü, ekonomik çevrelerin hükümete, Ekonomiden Sorumlu damada ve değeri kendinden menkul paketlerine güveni kalmamıştır.
Bugün yaşadığımız ekonomik kriz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin bir ürünüdür. Türkiye bu ucube, tek adama dayalı yönetim sistemini değiştirmediği sürece, maalesef, yeni problemlerle karşı karşıya gelecektir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, özünde kriz üreten, problem yaratan bir sistemdir. Yürütme, yasama ve yargının tek adama bağlandığı, demokrasinin rafa kaldırıldığı, hukukun ve adaletin yok edildiği bu sistemi Türkiye daha fazla taşıyamaz.
“İYİ Parti olarak, sürekli problem üreten bu anti-demokratik sistemden vazgeçilerek “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”e dönülmesini yaşamsal bir zorunluluk olarak görüyoruz.
'ÜLKEMİZİN İSTANBUL SEÇİMLERİNE SIKIŞTIRILMASI İKTİDARIN BECERİKSİZLİĞİDİR'
Hepinizin bildiği gibi 31 Mart’ta sandıklarda vücut bulan halkın iradesine, 6 Mayıs’ta, sivil bir darbe yapılmış, demokratik değerler bir kenara itilerek, seçimlerin yenilenmesi kararı alınmıştır.
AK Parti, İstanbul Belediye Başkanlığını kaybetmemek için Türkiye, yeni bir toplumsal gerginliğe, yeni bir seçim savurganlığına sürüklenmiştir.
Bu süreçte AK Parti tarafından dillendirilen tüm iddiaların asılsız olduğu anlaşılmış olmasına rağmen, Yüksek Seçim Kurulu, eşine rastlanmayan bir kararla, halkın iradesini yok saymıştır.
Bu karar ile;
Dünyanın en büyük metropollerinden biri olan İstanbul için, üç ay gibi çok kıymetli bir zaman israf edilmiştir.
Cumhur İttifakının siyasi ahlak ve nezaketle bağdaşmayan söylemleri dolayısıyla toplumdaki ayrışmanın artarak devam edeceği görülmektedir.
Seçmenler büyük bir kararlılıkla gittiği seçimlerde kullandığı oyun dikkate alınmadığını görmüş, demokrasi, hukuk devleti ve anayasal sistemden ümidini kesme noktasına gelmiştir.
Değerli Basın Mensupları!..
İçeride siyasal sistem ve demokrasiyle ilgili bir kargaşa yaşanırken, sınırlarımız dışında da ülke güvenliğimizi yakından ilgilendiren, kaygı verici gelişmeler olmaktadır.
Doğu Akdeniz’de savaş tamtamları çalmakta,
Irak’ın Kuzey bölgesinde ve Suriye’de Mehmetçiklerimiz teröristler tarafından şehit edilmekte,
Ege adaları ve Balkanlarda sular ısınmaktadır.
Türkiye bu konulara dikkatini yoğunlaştırması gerekirken, iktidarın ihtirasları neticesinde, hala daha İstanbul seçimlerini konuşmaya devam etmektedir.
Ülkemizin İstanbul seçimlerine sıkıştırılmış olması, en hafif tabiri ile iktidarın beceriksizliği ve iş bilmezliğinin eseridir.
Ülkeyi yönetmekten sorumlu makamlar bütün hayati meseleleri bırakmış, 81 ilden biri olan İstanbul ilinin seçimlerine odaklanmışlardır.
'İSTANBUL SEÇİMLERİNİ KAYBETTİĞİNDE İKTİDARI KAYBEDECEĞİNE DAİR BİR PARANOYA İÇİNE GİRMİŞ'
20.yüzyıl başlarında “Hasta Adam” nitelemesine muhatap olan Osmanlının başına üşüşen akbabalar gibi, bölgede mevcudiyetimizi kendi menfaatlerine karşı tehdit olarak gören devletler, burnumuzun dibine kadar sokulmuş, askeri yığınak yapmaya devam etmektedirler.
Milli birlik ve beraberliğimiz her zamankinden daha fazla tahkimata ihtiyaç göstermektedir.
Görülmektedir ki AK Parti, İstanbul seçimlerini kaybettiğinde iktidarı kaybedeceğine dair bir paranoya içine girmiş, aklıselimini ve soğukkanlılığını kaybetmiştir.
Bu panik havası o kadar belirgindir ki, 31 Mart seçimleri öncesinde Millet İttifakı'na teröre destek verdiği iftiralarını atan AK Parti, üç beş oy daha fazla alabilmek için, bebek katili ve onun kanlı terör örgütü ile görüşme trafiğini hızlandırmıştır. Belli ki, İstanbul’u yeniden kazanmak için Türkiye’nin güvenliğini ve ekonomisini bile riske etmeyi göze almıştır.
Maalesef bu oyunun baş aktörlerinden birisi de Cumhur İttifakının adayı Sayın Binali YILDIRIM’dır.
'PKK’YI “PEKEKE” DİYE TELAFFUZ ETMESİ BARDAĞI TAŞIRAN DAMLALAR OLMUŞTUR'
Sayın Yıldırım yıllarca bakanlık yapmıştır, başbakanlık yapmıştır, sonra da gazi meclisin başkanlığına seçilmiştir.
Kamuoyu, günlerce, bu kadar devlet hizmeti olan bir kişinin, kendi etrafında sahnelenen bu seçim komedisine alet olmamasını ve dur demesini beklemiştir.
Ama öyle yapmamıştır Sayın Yıldırım…
31 Mart akşamında henüz oy sayımları devam ederken kameraların karşısına geçmiş “Seçimi 3 bin farkla kazandık” diyerek milleti şaşkınlığa düşürmüştür.
“Oyumuzu çaldılar” deyip, muhalefete iftira atmış, 24 saat geçmeden de “Öyle söylemeye mecbur kaldım” deyip, kendi kendini tekzip etmiştir.
“Sesimi yeterince duyuramadım ve başka imkanım kalmadığı için bu kelimeyi sarf ettim” demesi de, bir izahattan öte, olsa olsa bir zafiyetin ifadesidir.
17 yıldır muhalefetin tüm iletişim imkanlarını kısıtlayan, zapturapt altına alan AK Partinin adayının, sesini duyuramaması ve bu açıklamayı yapması ilahi bir cezalandırma değil ise, ancak siyasi bir komedi filminin esin kaynağıdır.
Telaş ve kaybetme korkusundan olsa gerek Sayın Yıldırım’ın gafları bununla da bitmemektedir.
İstanbul’daki Kürt kökenli vatandaşlarımıza, Karadeniz bölgesi insanlarımıza şirin gözükeceğini hesap ederek “Kürdistan”, “Lazistan” tanımlamalarını yapması terör örgütü mensuplarını tanımladığı tarzda PKK’yı “Pe Ke Ke” diye telaffuz etmesi bardağı taşıran damlalar olmuştur.
Bu bölücü ifadelerle etnik oy avcılığına soyunan Sayın Yıldırım, Türk Milletinin aklıyla, ferasetiyle alay etmeye soyunmuştur.
'FENER RUM PATRİKHANESİNİN “EKÜMENİKLİK” TALEBİNİ DİLLENDİRMESİ..'
Ülkemiz menfaatlerine aykırı dış politikamızın onlarca yıldır reddettiği bir husus olan, Fener Rum Patrikhanesinin “Ekümeniklik” talebini dillendirmesi ise, devletin önemli görevlerinde bulunmuş bir şahsa yakışmamıştır.
Sayın Yıldırım’ın ve AK Partinin 31 Mart’tan sonra sergilediği tutum, kabul edilemez, hoş görülemez ve devlet ciddiyetiyle bağdaştırılamaz.
Bu vesile ile, AK Parti sözcülerini ve Sayın Yıldırım’ı bir kez daha demokratik olgunluk, siyasi nezaket ve devlet adamlığı ciddiyetine davet ediyoruz.
Asıl sorulması gereken şudur;
İstanbul seçimlerinin kaybedilmesi, iktidar için, milli kabulleri bile yok saymayı gerektirecek bir anlam mı ifade etmektedir?
Yıldırım ve AK Parti İstanbul’u kaybettiğinde neyi kaybedeceğini ve neden kazanmaya mecbur hissettiklerini kamuoyu ile paylaşmalıdır.
Bu yapılmadığı takdirde, kamuoyu, yıllardır AK Parti tarafından yönetilen İstanbul Belediyesinde gizlenecek, üstü örtülecek mevzular olduğunu konuşmaya devam edecektir.
Değerli Basın Mensupları!..
31 Mart’ta yapılan seçimler sonrasında ve 23 Haziran seçim sürecinde İYİ Parti, doğrunun, adaletin, hukukun ve demokrasinin yanında durduğunu açık ve net bir şekilde göstermiştir.
Bu süreçte partimiz milletin iradesine sahip çıkmış, demokrasinin savunuculuğunu üstlenmiştir.
Demokrasiyi koruma hususunda milletinden aldığı vekaleti de, en küçük bir siyasi hesaba tevessül etmeden, mertçe ve samimiyetle kullanmıştır.
Çünkü İYİ Parti, İstanbul seçimlerinin sadece bir kentin yerel yönetim seçimi olmadığının farkındadır. Seçimlerin, Cumhur İttifakının demokrasiyi götürmek istediği karanlık menzile bakarak, demokrasiye ve millet iradesine sahip çıkmak anlamını taşıdığını görmüş ve bütün enerjisini bu yönde kullanmıştır.
Bu inançla, 6 Mayıs sivil darbesinden hemen sonra başta Sayın Genel Başkanımız olmak üzere, İYİ Partinin gönüllüleri sahaya inmiş, demokratik değerlere sahip çıkma mücadelesine girişmiştir.
İstanbul’un 39 ilçesinde 39 demokrasi çadırı kurarak vatandaşlarımıza yaşananları anlatmış, onlardan Cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkmalarını istemiştir.
Bu çerçevede İYİ Parti, yeni bir hamle daha yapmış, başkanlık divanı üyelerini, milletvekillerini, genel idare kurulu üyelerini ve il başkanlarını 14-15-16-17 ve 21-22-23 Haziran tarihlerinde, saha çalışması yapmak üzere, İstanbul’da görevlendirmiştir.
İYİ Parti, sözde değil, özde demokrasiye sahip çıkmak için İstanbul’a postunu sermiştir.
Millet iradesinin ve adaletin tecellisi için var gücüyle çalışmaya kararlıdır. Tarihi sorumluluğun farkındadır.
Tüm vatandaşlarımızı da İYİ Partinin verdiği demokrasi mücadelesine katılmaya ve katkı vermeye davet ediyoruz.
Biliyoruz ki, milletimizin bu gayreti ile her şey çok daha iyi, her şey çok daha güzel olacaktır.