Türkiye son iki gün içinde alkol yasağı, aşı tedariki, çeklerin ibraz tarihi ve İstanbul Sözleşmesi'nin sona erme tarihin güncellenmesi gibi pek benzeri görülmemiş bir kaos yaşadı.
Vadesi 30 Nisan ile 31 Mayıs tarihleri arasında olan çeklerin ibrazını, torba yasaya son anda eklenen maddeyle 1 Haziran sonrasına ertelenmesi piyasada büyük kaosa neden oldu.
Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş, “Kim bu ‘cin fikirli’ ya da kötü niyetli?” başlıklı yazısında, “Türkiye bir çek düzenlemesi rezaleti yaşadı. Devlet, kendsine olan borçları değil, vatandaşın vatandaşa, şirketin şirkete olan borcunu ertelemeye kalkışınca sistem bir anda kaosa sürüklendi. Bu sefer kanun, çıkarılan bir tebliğle sözüm ona aşıldı!” ifadelerini kullandı.
Aktaş şöyle devam etti: “Bu düzenleme Meclis'te verilen bir önergeyle eklenmiş. Önergeye imza koyan milletvekillerine bakıyoruz; hukukçular, müftü, futbolcu... Bu vekiller ‘Aman şu düzenlemeyi yapalım’ demediler tabii ki, önlerine getirilen metni gözü kapalı imzaladılar.”
İşte o yazı…
Cuma günü adeta tüm ödeme sistemini bloke eden uygulamanın yanlış olduğunu tepkiler üstüne fark edebildik. Bu sefer de geri adım atabilmek için bir tebliğ çıkarıp bu tebliğin kanunun üstünde olduğunu belirterek bir de hukuk skandalına imza attık. Çek düzenlemesiyle ilgili kanun yürürlükte ama tebliğle “Hayır uygulama kanunda yazdığı gibi değil, şöyle olacak" dedik, diyebildik.
Kanun kapı gibi orada duruyor!
Ama doğrusu kanun hükümlerini uygulamak mümkün değildi ve yeni bir kanun çıkarana kadar bile her şey alt üst olurdu; dolayısıyla bir kez daha hukuka aykırı işlem yapmak durumunda kaldık.
“Bir kez daha diyoruz”, çünkü daha önce değil sıradan sayılabilecek bir kanunun, Anayasa hükümlerinin bile uygulanmadığını gördük.
Ama bunun öncekilerden önemli bir farkı var. Bu kez istisnasız herkes, tüm tarafl ar, bu hukuksuzluğu benimsedi, benimsemek zorunda kaldı.
KİMİN FİKRİ OLABİLİR?
Cuma günü nanılmaz bir panik yaşayan, neredeyse hiç işlem gerçekleştiremeyen ve uygulamanın kanunda öngörüldüğü biçimde mayıs ayı boyunca sürmesi durumunda büyük kayıplara uğrayacak olan finans kesimi ve ticaret erbabı, şimdi böyle bir uygulamayı kimin hangi gerekçeyle gündeme getirdiğini merak ediyor.
Ama hiç kuşkunuz olmasın, şimdi bu topu herkes birbirine atacaktır. Bu dahiyane fikrin sahibi sanırız hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktır.
Ancak önemli bir soru var ve mümkün olsa da buna yanıt bulabilsek. Çek konusu, birinin ya da birilerinin Covid-19 dolayısıyla zora girecek kesimlere destek olmak amacıyla iyi niyetle gündeme getirdiği bir uygulama mı, yoksa tam tersi mi?
Tam tersi derken kastımız, “Sistem karışsın, tıkansın; ödeme güçlüğü yaşansın” düşüncesiyle hareket edildiği değil.
Deli sorular geliyor insanın aklına...
Düşünüyoruz da, acaba birilerinin verdiği ödemesi mayıs ayında olan yüklü miktarda çek mi vardı?
Acaba bu çeklerin karşılığı da vardı ama çek verenler “yağmur yağsa, sel bassa, çığ düşse, yollar kapansa, yani bir şeyler olsa da bir ay boyunca ödeme yapmaktan kurtulsak” gibi bir düşünceye mi kapılmıştı?
Ve bunu sağlamak için gerçekten ödeme sıkıntısı çekenleri kendilerine siper mi etmişlerdi? Bunun kulisi mi yapılmıştı acaba?
Başka nasıl olablir ki! Vergi Usul Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapmak üzere Meclis’ten bir kanun çıkıyor ve bu kanunun geçici maddeleriyle kendi kuralları içinde iyi kötü işleyen ödeme sistemine devlet bir anda müdahil oluyor ve “Durun bakalım, ödeme de yok, tahsilat da yok” diyor. Zora girmiş ve ödeme yapamayacak durumda olanlar için iyi de, karşılıklı rızayla gerçekleşmekte olan ödemeleri sona erdirince sistemde müthiş bir aksama oluyor.
Ayrıca çek işlemi hep kişiden kişiye ya da şirketten şirkete değil ki, bunun bankacılık ayağı var, factoring şirketleri ayağı var; bu kuruluşlarla çekle iş yapanların durumu var.
Bakılıyor olacak gibi değil; sonra da gelsin kanunun üstünde bir tebliğ! Adeta, “Bu seferlik de böyle olsun; kanun olmadı, tebliğle idare edin” yaklaşımı!
"BARİ BEN DE OFSAYTI YASAKLAYAYIM!"
Cuma, yazı günüm değildir, köşemi sürekli izleyen okurlar bilir. Ama yazı yazmadığım geçen cuma, yazı olan günlerden daha çok telefon trafiği yaşadım.
Arayan, şikayetini dile getiren, bu konuda yazı yazmamı isteyen okurlar...
O gün herkeste bir panik havası hakimdi. Öyle ya, kanun çıkmış ve yürürlüğe girmişti, uygulanması mümkün olmayan bu düzenlemeden geri adım atmanın yolu da yeni bir kanun çıkarmaktan geçiyordu. Yeni bir kanun da bir-iki güne sığmazdı ki.
Herkes kara kara düşünüyordu. Ama bilmedikleri bir gerçek vardı; gerekti mi bizde tebliğler kanundan daha üstün(!) olabilirdi.
ÖNERGEYLE EKLENDİ
Biraz araştırınca ortaya çıktı ki bu çek düzenlemesi kanun teklifinde yer almıyor. Söz konusu hükümler teklif Meclis'te görüşülürken verilen bir önergeyle kanuna ekleniyor.
İnsan önce "Demek ki bu önergeyi veren milletvekilleri finans ve ticaret sisteminin işleyişine çok hakimler ama yapmışlar işte bir hata” diye düşünüyor. Biz de safiyane bir şekilde öyle düşündük. Ama daha sonra durum tersine dönünce bir bakalım dediki, kimlermiş bu önergeyi veren milletvekilleri.
İsimleri önemli değil, on milletvekili imza vermiş. Üçü hukukçu, biri ekonomi, biri işletme, biri sosyoloji mezunu, biri uluslararası ilişkiler eğitimi almış, birinin biyografisinde matematiksel iktisatçı, edebyatçı yazıyor, biri müftü, biri de eski futbolcu.
Geçen cuma günü beni arayan okurlarımdan biri bu düzenlemeye imza veren milletvekillerinin kimler olduğunu merak edip sordu. İsimleri sıralayınca verdiği tepki şahaneydi:
“Bari ben de ofsaytı yasaklayayım!”
"BİR İMZA DA SEN AT!"
Meclis’te bu tür önergelerin nasıl verildiğini biliyoruz. Kanuna ek yapmak isteyenler hazırladıkları önergeyi önlerine gelen milletvekillerine imzalatıyor.
İşte ödeme sistemini alt üst eden bu önergeyi de içeriğinde ne olduğunu bilmeden müftü de imzalıyor, futbolcu da...
Bu önergeye imza koyanların hiçbirinin aklına da “Ben bunu imzalamayayım, alanım değil; ben hukukçuyum, müftüyüm, futbolcuyum; çekten ne anlarım” demek gelmiyor.
Daha kötüsü belki geliyor da ya itiraz etmekten çekiniyorlar ya da umursamadan imzayı basıyorlar.