İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, Sözcü'den Uğur Dündar'a İstanbul seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Uğur Dündar'ın Aytun Çıray ile söyleşine yer verdiği "İmamoğlu tüm ülkeyi vicdanlarda birleştirdi" başlıklı köşe yazısı şöyle:
Çıray, “İmamoğlu'nun yeniden İstanbul Belediye Başkanlığı'nı kazanması bambaşka bir ufkun habercisi olabilir” dedi.
Seçim sürecinde ne yapılması gerekeni anlattı: Sahnede sadece, bütün vatandaşlarımızı “Vicdan Kardeşliği”nde birleştiren Ekrem İmamoğlu'nun yer alması gerekir…
Sevgili okurlarım;
Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) tarafsız uzmanlarca tam bir hukuksuzluk olarak yorumlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal kararını ilk öngörenlerden biri, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray'dı. Öyle ki, Meclis'te YSK'ya “Failleri önünde sonunda ortaya çıkarılacak kontrollü yangınlar sürecinin sakın içine düşmeyin! Anayasaya, kanunlara ve içtihatlarınıza bağlı kalın!” diye seslenerek tarihi bir uyarıda bulunmuştu. Böyle olmadığı takdirde de “Muhalefet partilerinin hukuken meşru olmayan bir kararın sonucunun meşrulaştırıcısı; yani yeni bir manipülatif seçimin figüranı olmak istemeyebileceklerini” vurgulamıştı.
★★★
Dr. Çıray'la bugünkü söyleşimize “YSK'nın bu kadar ileriye gidebileceğini düşünmenizin sebepleri nelerdi? Boykot imasıyla aslında yapmak istediğiniz şey neydi?” sorularını yönelterek başlıyorum.
AYTUN ÇIRAY (A.Ç.): Değerli Dündar, YSK, aslında 2002 yılından beri anayasal görev ve sorumluluklarını kusursuz bir şekilde yerine getiren bir kurum değil. DYP'yi eleyen ve AKP'nin üçte birlik oy oranıyla Meclis'te üçte ikilik çoğunluğu elde etmesini sağlayan 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri'nden beri muhalefet, seçimler ve referandumlarda gitgide hakkaniyetsiz koşullara mahkum edildi. Mesela bütün milletin vergileriyle finanse edilen TRT, muhalefete seçim dönemlerinde bile adeta kapalıydı. Ancak YSK muhalefetin tüm itirazlarına hep kapalıydı!..
YSK'NIN HUKUKSUZLUK İZLERİNİ TAKİP ETTİM
UĞUR DÜNDAR (U.D.): YSK'nın kararları temyiz edilemeyen yegane yüksek mahkeme olmasının iktidar açısından önemini de vurgulamak gerekiyor degil mi?
(A.Ç.): Aynen öyle. İşte bu gerçek, iktidar için YSK'yı belki ele geçirilmesi gereken en önemli kurum haline getirdi. Tüm yargı kurumuna nüfuz etmeyi hedefleyen bir AKP-FETÖ ortak operasyonu olarak 12 Eylül 2010 referandumu YSK'nın yapılandırılmasını ve iktidar kontrolüne girmesini sağladı. Bu da bizim başından beri farkında olduğumuz YSK sorununun büyümesine yol açtı. YSK'nın açık kanun maddesine rağmen, mühürsüz oy pusulalarını geçerli saydığı, bu nedenle Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un ‘yok hükmündedir' dediği 16 Nisan 2017 referandumunda yaşattığı tam kanunsuzluğa tanık olduk. Kısaca YSK'nın bıraktığı hukuksuzluk izlerini takip ettim. AKP'nin sözcülerine ve başvurularına baktım. Niyet okudum. Ve 7 Nisan'da ilgililerine şu notu yazdım: “Amaç itirazlar ve sayımlar ile milleti bezdirmek. Bir punduna getirip seçimleri yenilemek. Yenilenecek seçimlerde her türlü oyunu yaparak seçimi kazanmak. Oyun bu!” Keşke yanılsaydım. İşte bu nedenle Meclis'te, konuşmamın son bir dakikasını YSK'yı uyarmaya ve tarihe not düşmeye ayırdım.
(U.D.): Uyarınız “Bu tarihsel rezalete imza atarsanız artık bizim gözümüzde hiçbir güvenilirliğinizin kalmayacağını bilin” demek içindi yani.
(A.Ç.): Aynen; ama daha da fazlasıydı. Onlara asli görevlerini ve sorumluluklarını hatırlatma, kendilerine çok yukarıdan gelen baskıya karşı “Yapmayın, etmeyin, sizin bu isteğinizi yerine getirirsek bakın muhalefetsiz seçim bile söz konusu olabilir. Bundan sandığınız kadar memnun olmayabilirsiniz” diyebilme imkanı verme çabasıydı. Maalesef mesajımızı dikkate almadılar. Bildiklerini okudular.
(U.D.): Kararlarını savunamayan ‘yedi suskun yargıcın' kararlarının esasen Sayın Cumhurbaşkanı'nı ve iktidarını güçlendirmek yerine zayıflatacağını mı düşünüyorsunuz?
SUSKUN KALAN YEDİ YARGICIN HESABI NE?
(A.Ç.): Hem de rahatlıkla. Bunda Sayın Cumhurbaşkanı'nın kendi devlet ve siyaset anlayışının rol oynadığı çok açık. Sayın Bahçeli de onun tereddüt ettiğini gördüğü anlarda onu tekrar iteliyor; “Durma, yürü!” diyor. Bakın burada ancak zaman içinde aydınlığa kavuşabilecek karanlık noktalar var. Yedi yargıcın suskun kalmaları, Sayın Cumhurbaşkanı'nı ileride başka aldanma ve kandırılma itirafları yapmak zorunda bırakabilir. Bu, onun FETÖ hıyanetinde somut kanıtlarıyla ispatlandığı gibi, kötü niyetli unsurlarca istismar edilebilecek bir zaafı.
(U.D.): Peki Sayın Cumhurbaşkanı bu sorunları aşacak güçte değil mi?
(A.Ç.): Aştığınızı zannedersiniz aşamazsınız! Kandırılmalarınız derin yaralar açarak ilerler, ilerlerken kan kaybettirir. Negatif sonuçlar ortaya çıktığı zaman inhisarınızdaki muazzam güçle baş edebildiğinizi zannedersiniz… Ama Apo aldattığında şehitler verirsiniz… Obama aldattığında 5 milyon sığınmacı ve güneyinizde başınıza bela olacak bir terör devletinin kurulmakta olduğu derdine düşersiniz… Peki 15 Temmuz hain kalkışması ile tarihimizin en derin travmasını yaratan FETÖ mücadelesinde neredesiniz? Kandırılıyorsunuz da kandırılmalarınızın maliyeti domateslerin arasına çürük karıştırılmasından ibaret değil!.. Onun için bu yargıçlar, aldıkları kararın YSK'yı iyiden iyiye itibarsızlaştığını göremiyor olamazlar. Bunun birinci dereceden sorumluları arasında yer aldıklarını da biliyorlardır elbette. Ne içinde yer aldıkları kurum, ne de yargıç olarak kendileri artık yok hükmündeyseler, bunu belli bir hesap içinde göze almış olamazlar mı? Bu karardan sonra ekonomiye bakın. Yoksunlukların, kötü ekonomik şartların zorlayıcılığı direncinizi ve önünüzdeki zamanı geometrik olarak azaltır.
BAHÇELİ'NİN BU TAVRI TESADÜFİ OLAMAZ
(U.D.): Sayın Bahçeli'nin tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?
(A.Ç.): Deneyimli siyasetçi Sayın Bahçeli gibi birinin, bir sabah uyanıp bir ömür boyu savunduklarından vazgeçmesi ne duygusal ne de tesadüfi olabilir. Belli bir stratejiyle hareket ettiği kesin. Çözemediğimiz şey bu stratejinin neyi amaçladığı? Şimdi geliyoruz zurnanın zırt ettiği yere… Böylesine hukuksuz ve haksız kararın, iyi saatte olsunlar, bambaşka yöntem ve tekniklerle devreye girmedikleri takdirde sonucu bellidir: İşin en zor kısmını başarmış Sayın Ekrem İmamoğlu'nun hem de bütün İstanbulluları paydaş kılacağı demokrasi tarihimizdeki en net seçim başarısı! Peki o zaman ne olacaktır? O zaman demokrasi tartışmaları bambaşka bir zeminde neşet mi edecektir?
(U.D.): Nasıl bambaşka bir zemin yani?
(A.Ç.): Siyasi değil, sosyal zemini kastediyorum. Bir çığ, bir tsunami gibi önüne çıkan her şeyi katıp götürecek bir sosyal talep: Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığına dayalı bir anayasal cumhuriyet! Sayın Ekrem İmamoğlu'nun yeniden İstanbul Belediye Başkanlığı'nı kazanması bambaşka bir ufkun habercisi olabilir.
SAHNEDE SADECE EKREM İMAMOĞLU OLMALIDIR
(U.D.): Peki bu ufkun yükselişini kolaylaştırmak için Millet İttifakı ne yapmalı?
(A.Ç.): Sadece iki şey.
Birincisi; sahnede sadece bütün vatandaşlarımızı “Vicdan Kardeşliği”nde birleştiren Sayın Ekrem İmamoğlu'nun yer alması. Çünkü bu seçim genel seçim değildir. Dört adaydan oluşan, iki adayın güçlü olduğu, devlet imkânlarının sonsuz kullanılacağı bir seçimdir.
İkincisi; İstanbul'un CHP'nin hep güçlü olduğu yerlerindeki unsurların, Sayın Ekrem İmamoğlu'nun iktidar partisinin kuvvetli olduğu bölgelere yönelik kampanyasını zayıflatacak tutumlardan özenle kaçınmaları.
Mesela AK Parti'ye oy vermiş vatandaşlarımız için caydırıcı olabilecek sözel ve görsel sosyal medya mesajlarından kaçınmaları ve onlara İmamoğlu'nun dilini benimsediklerini ortaya koyan tutumlar sergilemeleri.
Bu iki nokta tarihimizde çok önemli bir makas değiştirmenin anahtarı olacaktır.
BUNUN YOLU SANDIĞI PATLATMAKTAN GEÇER
(U.D.): Sayın Çıray ilk defa sizin kullandığınız bir kavram duydum: “Vicdan Kardeşliği…” Bunu açar mısınız?
(A.Ç.): İnsanımız YSK eliyle yapılan bu hukuki ve siyasi müdahaleye öfkesini, olabilecek en etkili biçimde göstermek istiyor. Bunun yolunun da sandıkları patlamaktan geçtiğini düşünüyor. İktidarın sandık üzerinde girişeceği her türlü oyunu el birliğiyle bozulabileceğine inanıyor. Onlara bu güveni veren de Sayın Ekrem İmamoğlu'ndan yayılan pozitif enerji, sevgi ve barış dili. İstanbul'da tekrarlanan bu seçimler sadece İstanbulluları değil tüm Türkiye'yi, Diyarbakır'dan İzmir'e, Edirne'den Hakkari'ye kadar birleştirecek. Güneydoğu'da Kürt vatandaşlarımız bugüne kadar sadece kendilerine haksızlık yapıldığını düşünürlerdi. Şimdi bunun hiç de böyle olmadığını yaşayarak, tecrübeyle görmüş bulunuyorlar. Yani artık vicdanlarda birleşiyoruz. Vicdanlarımızda bir milletin üyesi oluyoruz. Ben buna “Vicdan kardeşliği” diyorum. Millet olmanın pek söz edilmeyen bir alameti farikası… Ben, İstanbul'da Ekrem Bey'in demokrasi tarihimizin en büyük kucaklama seferberliğini vicdanlarımızda başlatacağını görüyorum. Tsunamiye dönüşecek bu dalgayı tetikleyenler müstehak oldukları pişmanlığı yaşayacaklar.
BİR MİLLET DEMOKRASİYE VE HUKUKA YENİDEN UYANIYOR
(U.D.): Boykotun İstanbul seçimlerinde bir hukuksuzluğa karşı gerçek bir direniş olabileceğini hiç aklınızdan geçirdiniz mi?
(A.Ç.): Bizim milletimiz, hakkıyla elde ettiği bir başarısı elinden alındığında, “O halde ben oyunda asla yokum, oynamıyorum” demiyor. “Sen hakkımı elimden aldın, ama ne yaparsan yap, hangi tezgâhları sergilersen sergile, ben yine başaracağım” diyor. Tıpkı 6 Mayıs gecesi Ekrem İmamoğlu'nun Beylikdüzü'nde, kendisine özgü sakinliğiyle ceketini çıkarıp beyaz gömleğinin manşetlerini katlayıp kollarını sıvadığı anlamlı, sembolik mesajında olduğu gibi. Eğer kolektif ruh, sosyal talep böyleyse “Boykot” hiçbir şekilde opsiyon olamaz. Bize düşen, tarihimizin belki de en büyük meydan okumasının seslerinden biri olmak, Türk Milleti'nden gelen büyük talimata harfiyen uymaktır.
(U.D.): Sizi sanki bugüne kadar hiçbir şey bu kadar heyecanlandırmamış gibi konuşuyorsunuz!..
(A.Ç.): Çok özel, çok tarihi bir olayla karşı karşıyayız. 23 Haziran'da İstanbul'da, tarihimizin makas değiştirdiği anın tadını çıkaracağım. Milletimiz oyunun kirletilmesine, iradesinin tanınmamasına çok tepkili. YSK hakimleri kendilerini akladılar mı, aklamadılar mı bilmiyorum; ama milletimiz Sayın İmamoğlu'nu tekrar seçerek oylarını aklayacaktır. Bu kararlılık iktidarın sandık üzerinde girişeceği her türlü oyunu bozacaktır. Ortaya çıkan milli özgüven her türlü kumpası, sandık hilesini, devlet gücünün kötüye kullanımını boşa çıkarıp etkisizleştirecektir. Bir millet demokrasiye ve hukuka yeniden uyanıyor.