Hazine eski Müsteşarı ve ekonomist Dr. Mahfi Eğilmez'e göre iktidar, zorlu bir kararın eşiğinde bulunuyor: Ya ekonomik küçülme ve artan işsizlikle başa çıkmayı kabul etmek ya da faiz artırımından vazgeçip ekonomiyi mevcut durumuyla sürdürmeye çalışmak.
Eğilmez, İsrail-Filistin çatışmasının Türkiye'deki ekonomik etkilerini ve olası gelecekteki gelişmeleri "Kendime Yazılar" adlı blog yazısında değerlendirdi.
Eğilmez'e göre Türkiye ekonomisi ve piyasaları, siyasi iktidarın bu iki seçenek arasından birini seçme noktasına ilerliyor. İktisatçı, "İktidarın iki seçenekten birisini tercih etmesi aşamasına doğru ilerliyoruz: Ekonomide küçülmeye ve işsizliğe razı olmak ya da faiz artırımlarından vazgeçip ekonomiyi bu haliyle gidebildiği yere kadar götürmeye çalışmak" dedi. Eğilmez, piyasada durgunluğun artıp büyüme oranındaki düşüş keskinleşince, iktidarın tercihini ikinci seçenekten yana kullanacağını öne sürdü.
Eğilmez'in ilgili yazısı şöyle:
"Dışarıda iç piyasayı etkileyen iki önemli olay var: Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail-Filistin Savaşı. Bunlara ek olarak Almanya’da resesyon, Avrupa genelinde durgunluk, Çin ekonomisinin borç sıkıntıları ve daha başka olaylar da iç piyasa üzerinde etkili. Bunların etkisi başlıca iki alanda görülüyor: Kurlar yükseliyor, petrol fiyatı artıyor. ABD ekonomisi, gelişmiş ekonomiler arasında en sağlam görünen ekonomi konumunda olduğu için dolar diğer paralara göre prim yapıyor. Dolar Endeksi (DXY) bir süredir 106 dolayında bulunuyor (100’ün üstü doların 6 önemli paraya karşı prim yatığının göstergesi.) Euro/dolar paritesi 105 düzeyine indi ve orada devam ediyor. Altın, doların durumuna göre inişler ve çıkışlar gösterse de özellikle İsrail-Filistin Savaşı’nın başlamasıyla o da prim yapmaya yöneldi. Aslında bu gibi durumlarda altın daha fazla prim yapar ama insanlar doları sağlam gördükleri için onu tercih ediyorlar. Bu durumun ortaya çıkmasında Fed’in tutarlı, hiçbir sürprize yer vermeyen, şeffaf yaklaşımlarının büyük etkisi var kuşkusuz. Petrol ve doğalgaz rezervlerinin ortasında yaşanan iki önemli bölgesel savaşın yarattığı olumsuz ortam petrol ve doğalgaz fiyatlarının da artmasına yol açtı.
Dolar kurundaki yükseliş ve petrol fiyatındaki artış doğal olarak Türkiye’nin aleyhine bir gelişme anlamını taşıyor. Türkiye, üretiminin önemli bir bölümü için ithal girdi kullanıyor. Kurdaki yükseliş (TL’nin dış değer kaybı) ithal girdilerin pahalanmasına ve dolayısıyla üretim maliyetlerinin, satış fiyatlarının ve dolayısıyla enflasyonun artmasına yol açıyor. Kur artışına ek olarak petrol fiyatlarının artması da petrol ve doğalgaz ithalatçısı olan Türkiye’nin yalnızca üretim değil konut giderlerinin, ulaştırma giderlerinin artmasına ve dolayısıyla enflasyonun bir kez de buradan olumsuz katkı bulmasına neden oluyor.
VAATLERLE DOLU BİR SEÇİM KAMPANYASI YAŞANIYOR
İçeride de piyasayı etkileyen üç önemli olay var: Bitmez tükenmez bir seçim maratonu, Türkiye’nin 11 ilini etkileyen depremin yarattığı yıkım ve son dönemde faizlerde başlayan yükseliş. Neredeyse 2 yıldır Türkiye hesaba kitaba sığmayan vaatlerle dolu bir seçim kampanyası yaşıyor. Öyle vaatler verildi ve önemli bir bölümü yerine getirildi ki, bunun bütçeyle taşınması mümkün görünmüyor. Ne var ki 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler için de benzer vaatlerin verileceği ve bütçeye yük getirilmeye devam edileceği görülebiliyor. Bu harcamalar enflasyonu iyice artırıyor. Öte yandan bir yandan seçim vaatlerinin bir yandan depremin yarattığı büyük harcamaların karşılanabilmesi için getirilen vergi artışlarının da enflasyonu etkilemesi söz konusu. Örneğin, KDV artırıldığında bu artış, fiyatlara yansıdığı için enflasyonu olumsuz etkiliyor. Merkez Bankası’nın, hükümetin “Faiz neden, enflasyon sonuçtur” görüşüne uyarak 2021 Eylül ayından itibaren politik faizini yüzde 19’dan yüzde 8,5’e kadar indirmesinin yarattığı enflasyonist baskı Türkiye’yi pek çok alanda yanlış kararlara yöneltti.
TL mevduat faizleri enflasyonun çok altına düştüğü için parası olanlar, ihtiyaçları olsun olmasın, döviz, altın, konut, otomobil ve diğer malları almaya yöneldiler. Bu yönelişleri tümüyle paralarının değerini koruyabilmek içindi. Faiz yoluyla koruyamadıkları anaparayı bu yollarla korumaya yöneldiler ve bu yanlış faiz kararı piyasada çarpıtmaya (distortion) yol açtı. Merkez Bankası son 5 aydır bu çarpıtmayı düzeltmek ve enflasyonu denetim altına alabilmek için politika faizini yüzde 8,5’ten yüzde 30’a yükseltti. Daha da yükselteceği bekleniyor. Çünkü açıklanan enflasyon oranı yüzde 61,5. Merkez Bankası’nın politika faizini yükseltmesiyle birlikte bankalar da hem mevduat hem de kredi faizlerini yükseltmeye başladılar. Böylece parayı mevduatta tutmak yavaş yavaş konut alımına, otomobilleri her yıl değiştirmeye, mal alıp stoklamaya alternatif oluşturmaya başladı. Bu gelişmenin sonuçları bugünlerde konut satışlarının düşmesinde, ileride daha da pahalanır alamayız diye düşünülerek yapılan ihtiyaç ötesi mal alımlarının gerilemesine ve piyasada yavaş yavaş durgunluk belirtilerinin ortaya çıkmaya başlamasına yol açtı.
Faizlerin daha da yükseltilmesi piyasada durgunluğun artmasına ve dolayısıyla büyüme oranının düşmesine yol açacak. Belirsizlikleri gideremeyen, beklentileri olumlu hale çeviremeyen her ekonominin kaçınılmaz sonu: Enflasyonu düşürmek için faizleri artırınca büyüme düşecek ve işsizlik artacak.
Türkiye ekonomisi ve piyasalar, siyasal iktidarın iki seçenekten birisini tercih etmesi aşamasına doğru ilerliyor: Halka gerçekleri anlatıp insanları ekonomide küçülmeye ve işsizliğe razı etmeye çalışmak ya da faiz artırımlarından vazgeçip ekonomiyi bu haliyle gidebildiği yere kadar götürmeye çalışmak. Piyasada durgunluk artıp büyüme oranındaki düşüş keskinleşince tercihin ikinci seçenekten yana olacağını tahmin ediyorum."