Boğaziçi'nde, liyakatsizliği gün gibi ortada olan ve "Kayyum Rektör" unvanına layık görülen Melih Bulu'ya karşı yükselen direniş, bütün tazeliği ile sürüyor.
Demokratik bir rejim olmanın vazgeçilmez şartı olan barışçıl protestoyu, bir "terör eylemi" gibi göstermek isteyen iktidar ise, oturup konuşmak ya da en azından bu konuda bir çözüm aramak yerine, protestoyu "sopa" ile bastırmaya çalışıyor. 35 gündür devam eden bu inatlaşmada, çok sayıda öğrenci de hem polis şiddetine maruz kaldı hem de toplu bir "mobbing"in hedefi oluyor. En hafifinden(!) "LGBTİ Sapkını" en ağırından "Terörist" olmakla suçlanan öğrencilere, hükümet yandaşı basın yayın organları ve bizzat Türkiye Cumhuriyeti'nin İstanbul Valisi, ellerinde hiç bir delil olmadan "Bizzat örgüt isimleri kullanılarak", terörist yaftası yakıştırılmak isteniyor.
Neredeyse alfabenin tüm harfleri kullanılarak uydurulmuş örgüt isimleri ve belirli kontenjanlarla "üyelik"ten, "iltisaklı" olmaya kadar farklı ton ve kademelerde şeytanlaştırıcı beyanlar havalarda uçuştu.
Ama, gördük ki bu kadar cömert bir şekilde öğrencilerin üzerlerine atılmak istenen bu çamur, Adliye'de karşılık bulmadı.
Hani bir türkü vardır ya:
"Yalan mıydı Yaşar? Karakolda Doğru Söyler. Mahkemede Şaşar"
Tam da bu türküdeki gibi, mahkemede "Öykü" zorunlu olarak değişiverdi.
Çünkü, ortada tek bir kanıt yoktu. Ne "yasadışı eylem" suçulaması oturabildi, ne de "Yasadışı örgüt" iddiası.
Eylemler yasadışı değil.
Neden?
Çünkü Anayasa'nın 34'ncü maddesi ile 2911 sayılı yasa, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına "Önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ve bir şeyleri (istediği her şeyi) protesto edebilme hakkı" tanıyor. Tam tersine, barışçıl olmak, yani şiddete başvurmamak ve başkalarının haklarına zarar vermemek koşulu ile, bu hakkın kullanılmasına müdahale etmek "yasadışı bir eylem"in ta kendisidir.
Polisi şiddet kullanarak bir yasal hakkın kullanılmasına engel olması, buna itiraz edenleri adeta "yasadışı" duruma düşürmeye kalkışması ve bu sarmal içinde "Güvenlik kuvvetlerine mukavemet" suçlaması ile mahkemeye sevketmesi, akıl almaz bir anti-demokratik rejim uygulamasıdır.
Adliye'ye sevk edilen gençlerin hemen hepsi örneğin "Polis kalkanına tekme atmak" suretiyle kamu malına zarar vermek, örneğin kalabalık arasında "Kendilerini ezmeye çalışan bir polis aracına tekme atmak" ve benzeri suçlamalarla karşılaşınca, bunu bir "terörist kalkışma" olarak sunmak da insafsızca bir algı oluşturma yöntemidir.
Neticede, bu "Terör örgütleri elemanları oradaydı. Yakıp yıktılar" suçlaması tutmamış, mesele anlamak isteyenler tarafından yani aklı başında çoğunluk tarafından gayet net anlaşılmıştır.
Besleme havuz medyasının günlerdir borazanlığını yaptığı "Terörist, sapkın, hain Boğaziçililer" imajı berhava olmuştur.
Bunu yapamayan satılık medya, yine "aynı odaklardan" aldıkları emirlerle "Zaten bunlar bütün öğrencileri temsil etmeyen bir azınlıktır" diye, öğrencileri "marjinalize" etmeye kalkıştı. Oysa ki, öğrenciler, marjinalize olmak ya da azınlıkta kalmak şöyle dursun, tam tersine daha da fazla kenetlenmiş, okulda 1 aldan fazla bir süredir her gün eylem yapan öğretim üyelerinin de desteği ile daha da güçlenmişlerdir.
Prof. Melih Bulu, ayak direyerek, istafa etmemekte ısrarcı davranarak ve adeta "Allah bana bu makamı nasip etti, bırakmayı nasip etmesin" moduna girerek inat ve şiddet sarmalını daha da karmaşık hale getirmektedir.
Bugün (cuma) Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı R. Tayyip Erdoğan da, "Ben atadım. Arkasındayım. İstifasını isteyenler teröristtir" mealinde bir konuşma yaparak, "Yürekleri yetse benim de istifamı isterler" demiş ve bambaşka şeyleri birbirine karıştırarak, istemeden de olsa "Benim de istifamı isteyin bari" diyerek kendi açısından talihsiz bir "Pas" atmıştır, hoşnutsuz halk kitlelerine.
İnsan ister istemez sorgulamak durumunda kalmaktadır.
"Bir Melih'e arka çıkmak için bu gaf yapılır da, kendi istifasını isteme 'tüyosu'nu verir mi muhalefete?"
Dış mihraklar
İktidar ve onun yönlendirdiği borazan yandaş besleme medya, bu "İç düşman ve iç teröristler" senaryosunun tutmaması (yapışmaması) üzerine, şimdi bambaşka yerlerden "Acil şeytanlık-düşmanlık reçeteleri" temin etmeye çalışmaktadır.
ABD, BM ve Avrupalı insan hakları savunucularının "Boğaziçi'nde öğrencileri destekler mahiyetteki" demeç ve yayınları üzerinden, "Hah!.. İşte Gezi'de yaptıklarını yaparak dışarıdan gaz veriyorlar" söylemine sarılmaktadır.
Şuna, kafaları basmıyor bir türlü:
İnsan hakları ve temel demokratik özgürlükler söz konusu olduğunda milli ve coğrafi sınırlar ortadan kalkar. Gezegenin bir yerindeki insan hakkı ihlali, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suç sayılır. Zaten o yüzdendir ki, insanlar yıllardır, yüzyıllardır bu tür "insan hakları temalı, çokuluslu sözleşmeler, antlaşmalar vs" tasarlayıp topluca imzalamışlardır. Birleşmiş Milletler, Avrupa ve başka düzlemlerde bu tür metinlerin altına düzinelerle ülke imza atmış ve hatta ulusal anayasalarına da bu konuda bağlayıcı hükümler koyarak (bkz. T.C. Anayasası Madde 90) kendiliklerinden "dış denetim" gönüllülüğü içine girmişlerdir.
Yani hem bunlara (mesela idamın kaldırılması, mesela Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, mesela Kopenhag kriterleri, mesela İstanbul Sözleşmesi ve pek çok uluslararası metin) imza atıp kendini "angaje" edeceksin hem de dışarıdan bir görüş bir endişe bir tavsiye (olayları tırmandırmayın bir barışçıl ve demokratik çözüm arayın) gelince "Vay!.. Dışarısı bana nasıl söz söyler? Ne karışır benim işime?.." diyeceksin.
Olmuyor tabii.
Küresel Köy'ün kanunlarına böyle direnince ülke mahcup duruma düşüyor.
Yine bu "Dışarıdan terörü körüklüyorlar" faslında bugün bir besleme gazetenin "Kandil'de PKK'lılar oturup karar aldılar. Boğaziçi olaylarını körüklemek için 70 – 80 bir birlik yollayacaklar" mealinde pespaye, aşağılık senaryolara, hiç girmiyorum bile.
Bu "dış güçler" faslında, bir sözüm de, Twitter uyarıları hakkında.
Sayın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Sayın MHP lideri Devlet Bahçeli'nin "Nefret söylemi ve ayrıştırıcı dil" kullanan Tweet'ler atarak LGBTİ bireyler "Sapkın – Sapık" diye nitelemelerine Twitter haliyle "Bir dakika. Bunu yazamazsınız. Çünkü "community rules" (twitter alemi kullanım kuralları) sözleşmesine aykırıdır" demesi üzerinden ironik bir "Demokrasi çığlığı" atmasına da insan gülsün mü ağlasın mı bilemiyor.
Altına imza attığınız sözleşmelere uymak, en temel ve evrensel "etik" kuraldır beyler.
Size uymuyorsa bu ilkeler, almazsınız o toplumdan olur biter.
Twitter da, BM de, AB de, Avrupa Parlamentosu da.. Hepsi.
Yalnız, "dışarıda" kalmak, "üşümeyi" de getirebilir.
Yani "Demokrasinin sıcak ve ılıman iklimini" terketmek, yalnızlık ve soğuk bir aleme kendini (dışarı) hapsetmek anlamına gelir.
Bunu da bilin.
- - - - - - -