Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Hemen başlamak lazım...

Gözümüz Maraş’ta, Hatay’da, Malatya’da...

10 ilin her bir köşesinde atıyor yüreklerimiz.

Daha doğrusu kanıyor, onlarla birlikte.

O minicik bedenlerin o yorgun ihtiyar bedenlerin koyulduğu tabutların altında hissediyoruz omuzlarımızı.

O çadırlarda tir tir titreyen insanların sırtına birer battaniye olmak istiyoruz... Ta buralardan, evimizin sıcacık odalarından.

Ama...

Bir yandan da, aynı akıbetin bizleri beklediğinin bilincindeyiz. Bilincinde olmalıyız.

Muhtemel, daha doğrusu kaçınılmaz Marmara Depremi’nin (İstanbul depremi demeye utanırım – o kadar bencillik hoş değil) ayak seslerini her geçen gün ya da saat duyar gibiyiz. Duymak zorundayız.

Ve tabii ki, hazırlıklı olmalıyız.

Hazırlık deyince, bina stoğumuzun bir anda yani “şıp diye” yenilenemeyeceği gerçeğini kabul etmeliyiz. Bunun tesbiti, keşfi, yıkımı, yeniden yapılması vs. uzun zaman alacak. Yani doğanın, o affetmez muazzam gücün (7 nokta bilmem kaç) bizi bekleyecek ve “uygun bir zamana” randevu verecek hali de yok.

O halde, o ağır darbeyi yediğimizde nasıl hayatta kalırız sorusunun yanıtını kendi kendimize bulmamız ve bugünden, hattâ bu saatten itibaren önlem almamız lazım.

Ev ödevimiz belli.

  • Deprem anında “çök kapan tutun” diye özetlenen önlemi tabii ki alacağız da, evin orasından burasından devrilecek eşyalara karşı bir “Yaşam üçgeni” oluşturma fikrini de ufak ufak terketmemiz gerekiyor. Bunun yerine o eşyanın “devrilmemesi” için en azından duvara sabitlemek niye gelmez aklımıza? Bir matkap, 2 vida 1 de küçük L demir görüyor o işi. Toplam 5 dakikanızı alır ya da almaz.
  • Dairemizin “çıkma” bölümlerine, balkonlarına sorumsuzca bindirdiğimiz ağır yükleri hafifletmeyi düşünemez miyiz?
  • Deprem sonrasında (diyelim ki hayatta kaldık ve) binamızdan çıkmayı başardık diyelim. Ondan sonrasında hayatımızı idame ettirebilmek için önlemlerimizi gözden geçirmemiz lazım. Şu, 24 senedir tekrarlayıp durduğumuz “deprem çantamız” hazır mı? Çoğumuz unttuk bile değil mi? Hatırlamanın tam zamanıdır. Su, bisküvi, düdük, çakı, fener, ilk yardım kiti, powerbank, yedek pil, kıymetli evraklarımızın asılları ya da fotokopileri, bir miktar nakit, yağmurdan korunmaya yeterli bir giysi, yedek çorap, en az bir kat iç çamaşırı vs.
  • En azından sokakta 1-2 gün ya da kritik saatlerde hayatta kalmamıza yetecek kadar besin maddesi, ilk yardım aparatı ve temel gereksinimler. İlaç, temizlik, kesintisiz iletişim için powerbank kablo, fener, termal battaniye vs.
  • Her ne kadar örgütlü mücadeleyi. Örgütlü savunmayı ve örgütlü haylatta kalma çabasını (dayanışmasını) beceremeyen bir toplum isek de, bunu öğrenmek için bir fırsat sayılır bu süreç.
  • Site düzeninde iskan, büyük kentlerde neredeyse standart ya da en yaygın oturma biçimi olduğundan, site halinde hazırlık da çok önemli. Bunu unutmayın.
  • Sitelerin, son deprem felaketinden dersler çıkararak, toplam kaç blok ya da daire varsa, en azından o kadar insanın “ilk birkaç günü atlatana kadar, bir yerlerden yardım gel(e)mese de hayatta kalabilmesi için” merkezi örgütlü önlem alması şart.
  • Bu amaçla, “toplanma alanları kaçış noktaları vb.” detaylarını hatırlamak ve site sakinlerine hatırlatmak için bugünden kolları sıvamaları gerekiyor. “Nasıl olsa millet bilir onları. İnternette vardır. E-devletten baksınlar abi” deyip kestirip atmamak da lazım.
  • 1999 depreminden sonra her sitenin ya da mahallenin oluşturduğu “deprem konteyneri”nin canlandırılması, içeriklerinin gözden geçirilmesi ve zenginleştirilmesi, gerekirse çoğaltılması da düşünülmelidir. O konteynerlerin içinde neler var(dı) biliyor muyuz? Belki de askerde olduğu gibi bir miktar “kıta yükü erzak”la (en azından çocuklarımızı hayatta tutacak kadar) donatmak fena mı olur?
  • Yine, son afette gördüğümüz üzere, kışta kıyamette sokakta kalırsak, kafamızı sokacak bir çadır bulmak için “devletin”in (gördük ne kadar hazır(!) ve ne kadar duyarlı(!) olduklarını) eli uzanana kadar kendi imkanlarımızla bunu sağlamak neden düşünülmez? Herkes arabalarının (arabası olmayan) içine hapsolmak zorunda mı? Benzin yakıp çuvalla para harcamak ve sürekli havayı kirletmek akıllıca bir iş mi?
  • Ya mobil tuvaletler? Ne kadar önemli olduğunu Maraş – Hatay depremlerinde görmedik mi? 2 haftadır sokakları dışkı götürüyor. Çok mu “gereksiz” bir ihtiyaç, sizce? Yani koca bir sitenin otoparkında en fazla 3-4 araçlık yerin iptal edilerek burada (şimdilik kilitli) hazır bekletilmeleri çok mu hayalci bir senaryo olur? Afet geldiği gün (hayatta olursam ya da yoksam bile) “dediydi” dersiniz.
  • Mesela bir sitenin toplanacak ilave bir aidatla 10 adet büyük çadır edinmesi, 250 – 300 battaniye stoklaması, en azından 100 damacana su bulundurması (bunlar kullanılıp dönüştürülerek sürekli tazelenebilir bir yerde) çok mu büyük zahmettir? Misal 600 daireli bir siteden toplanacak 100’er liralık deprem fonu ile 60,000 TL’lik bir kaynak nelere kadirdir, akıllıca harcanırsa.
  • Özellikle kentin merkezindeki yerlerde, yolların acil yardım ekiplerinin geçişine olanak sağlayacak şekilde açık bırakılması, bencil parklanma yapılmaması, sitelerin otoparklarında “kaçış” için giriş çıkışların işgal edilmemesi de önemli değil mi?
  • Ve en önemli kalemlerden biri de iletişim. Mobil telekom şirketlerinin nasıl “şiştiğini – patladığını” Hatay’da gördük.

- Sağlam ve dayanıklı (güç kesildiği zaman jeneratörlerinin devreye girebildiği) baz istasyonlarına ihtiyacın önemini de yaşadık. Şimdi zaman, o şirketleri sıkıştırıp, bu anlamda sorumluluklarını hatırlatmak. İletişim hele ki bu zamanda herşeydir. Saniyeler içinde sağlıklı iletişim, kimbilir kaç yaşamı kurtarır. Baz istasyonlarını çürük binaların tepelerine koyup giden sonra da “Ne yapalım? Bina yıkıldı” diyen şirketleri teşhir edip zorlamak gerekmiyor mu?

  • Bunlara alternatif telsiz şebekesinin güçlendirilmesi, yerel ve merkezi yönetimlerin mutlaka ama mutlaka “uydu iletişimi olanağı bulunan mobil cihaz stoklarını” güçlendirmesi gerekiyor. Artık 21’nci yüzyılda yaşıyoruz. Bu yüzyıl sadece son model harika otomobillerin ve UHD televizyon alıcılarının ve Gamebox’ların Playstation’ların, kesintisiz uydudan iletişimin de övünç kaynağı olduğu bir çağ olmalıydı.
  • Yaşadığımız apartman, site ve mahallenin düzenli bir nüfus kaydının merkezi biçimde tutulması ve afet vukuunda kayıpların yani akıbeti belli olmayacak insanların sayısının sıfıra indirilmesi çok önemli değil mi? Apartman ve site yönetimleri, muhtarlıklarla koodineli biçimde bu kayıtları güncellemeli. “Kişisel verilerin gizliliği” masalını kimse okumasın. Bu zamanda öyle bir gizlilik kalmadı. Hepimiz biliyoruz. Sizin kendi bilmediğiniz bir yığın veri, ilgili ilgisiz herkesin elinde bu zamanda. Sırası geliyor kendi aile bireylerinizin telefon numaraları ve T.C. kimlik no.larını ezbere bilmiyorsunuz. Ama sizden başka en az 1000 kişinin bildiğinden emin olabilirsiniz. Numaranı, tişört ya da ruj aldığın dükkanın kasiyerine söylüyorsun, ama deprem anında kayıp kişilerin bulunabilmesi için “Kişisel verilerin gizliliği” öyle mi? Haydi canım sen de!.. O yüzden “biz o kaydı tutamayız” deyip tembellik edenlere kulak asmayın. Sorumluluktan kaçmasınlar.
  • Çocuklarımızı korumak ve bu alanda eğitmek de işimizin (ev ödeimizin) bir parçası olmalıdır. Afet yönetimine onları da ortak etmek, göreceksiniz, işimizi nasıl kolaylaştıracaktır. Çocuklar en çabuk öğrenen ve yetişkinleri hemen uyaran bireylerdir. Unutmayın. Çocuk sahibi olan herkes bilir bunu. Bir kere öğretmek ve göstermek yeter. İnanılmaz etkili olur bunu yapmak.
  • Tabii hepsinden önce, yaşadığımız konutların ve işyerlerinin güçlendirilmesi için kılı kırk yararak, en sağlam çözümlerin peşinde koşmak için geç bile kaldığımızı idrak ederek, var gücümüzle hazır olmalıyız. Yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimlerin de bu anlamda (başka yerlerden kısıp) tüm imkanlarını buna (yani yaşama) seferber etmesi gerekiyor.

İşimiz zor...

Ama imkansız değil...

Ders almak şart...

Örgütlü olmak şart...