Sosyal medya, (bu akşam yayınladığınız mesajda olduğu gibi) “Toplumsal barışı tehdit eder bir hale” gelmedi. Sosyal medya, (yine bu akşam buyurduğunuz gibi) “devletin milli güvenliğini de tehdit eder bir hale” de gelmedi.
Siz her iki kavramı, yani “Toplumsal barış ve devletin milli güvenliğini” kendi şahsi ve siyasi bekanızla özdeşleştirdiğiniz için böyle düşünüyorsunuz. Tipik bir otoriter yönetim tarzının haletiruhiyesi ile bu değerlendirmeyi yapıyorsunuz. Aslında, sosyal medyanın bugünkü haliyle kullanımı, yani insanların fikir ve ifade özgürlüğünün sınırlarını zorlayarak bu mecralarda görüşlerini açıkça duyuruyor ve sizin hoşunuza gitmese de eleştirel paylaşımlar yapmaları, yanlışları görmeleri ve göstermeleri, övüneceğiniz – övüneceğimiz bir şey olmalıdır.
Oysa ki siz, Cuma akşamı “Türk Konseyi Medya Forumu” adlı etkinliğin kalıtımcılarına hitaben yolladığınız video mesajda şunları buyurmuşsunuz:
“Günümüzde sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla birlikte tüm insanlıkla beraber biz de sık sık dezenformasyon kampanyalarına maruz kalıyoruz. Yalan ve çarpıtılmış haberler sebebiyle dünyada milyonlarca savunmasız insanın hayatı kararmakta, ciddi travmalar ve dramlar yaşanmaktadır. Hiçbir denetimin veya otokontrolün olmadığı sosyal medya mecraları, bugün hem demokrasiyi hem toplumsal barışı hem de devletlerin milli güvenliğini tehdit eder konuma gelmiştir."
Bu cümlelerinizde “savunmasız innsanların hayatlarının karartılmasından, ciddi travmalar yaratılmasından” filan söz ederek, haliyle kimsenin savunamayacağı mağduriyetlerin arkasına gizlenerek, meselenin asıl muhtevasını gözlerden kaçırmaya da çalışıyorsunuz. Kimse, savunmasız insanlara yönelik saldırıları mazur göremez. Ayrıca kimse, “hiçbir denetim ve otokontrolün olmadığı” bir sosyal medya talebinde de bulunmuyor.
Farklı düşündüğümüz nokta şu:
Siz, “Kendi yandaşlarınızdan ve kendi güç aygıtınızdan gelen saldırıların mağduru olan ve travmalar yaşayan insanları düşünerek” etmiyorsunuz bu lafları. Tam tersine “sizin cenahtan” bunların yapılmasına bir itirazınız yok. Hiç olmadı. Çünkü kendiniz, pekala sözlü ya da (sizi savunanların marifeti ile fiili) saldırıları savunan bir zihniyetle hareket edebilme hakkını kendinizde görebiliyorsunuz. Bunu, iktidarınız süresince yaptığınız hemen her konuşmada görmek mümkün. Benzer otoriter yönetimler hep başvurdukları “Ben her ağzıma geleni, her istediğim insana söyleyeyim. Ama kimse bana, ima yoluyla da olsa, en ufak bir eleştiriye yeltenmesin” anlayışı içinde davranıyorsunuz. Zaten avukatlarınız tarafından, başkaları aleyhinde rekor düzeyde hakaret davaları açılmasının arkasında da bu yok mu?
Yine, bu akşamki demecinizde “Digital Faşizm”den ve onun yıkıcı etkisinden söz ediyorsunuz. Buna örnek olarak da (mealen) “Azerbaycan – Ermenistan çatışmasında uluslararası medyanın, Türkiye – Azerbaycan tezlerinin karşısında bilgi ve tezlerle uluslararası kamuoyunu yanıltmasını” gösteriyorsunuz.
Ama verdiğiniz örnek her ne kadar doğru olsa da, kendiniz iç siyasette “Hakim medya üzerinden, sadece resmi bilgi ve söylemin tartışmasız olarak empoze edilmesini arzulayan” bir medya politikası ile, aynı bu sözünü ettiğiniz “Digital Faşizmin” örnekerini sergilemiyor musunuz?
Sayı olarak (izlenirlik ya da tiraj tartışmalı ama) da olsa önemli bir çoğunluğunu kontrolünüzde tuttuğunuz yandaş medya organlarının, en başta da resmen denetiminizde olan TRT ve Anadolu Ajansı üzerinden kayıtsız koşulsuz bir tek taraflı yayıncılığının başka bir izahı olabilir mi?
Muhalefetin sesini duyurabilecek (muhalif demiyorum) medya organlarının gazetesi ile ajansı ile TV’si, radyosu ve internet siteleri ile, sürekli baskılara maruz kaldıkları, reklam ve ilan ambargosu , RTÜK cezaları ile sürekli kapatma ve susturulma tehdidi altında yayın yaptığı bir medya ortamının, “Digital Faşizm”den daha başka ve daha yerinde bir tanımı yapılabilir mi?
Sosyal medyada talep ettiğiniz ve yasal bazı düzenleme hazırlıkları içinde olduğunuzu bildiğimiz hazırlıkların da temel muhtevasını bu anlayış oluşturmuyor mu?
Twitter, Facebook, Instagram ve pek çok benzeri ortamlarda, istiyorsunuz ki, aynen TRT ve AA örneğindeki gibi, ya da kontrolünüzdeki yandaş gazete ve TV-Radyo alemindeki gibi, ille de “Devlet propaganda aygıtının” kayıtsız şartsız hakimiyeti olsun. Hoşunuza gitmeyen yani “Saray”ın onaylamadığı hiçbir şey hiçbir ses duyulmasın. Ya da cezalandırılsın. Kısılsın. Kesilsin.
Bu da bir taleptir. Bu da bir istektir. Ve tabii ki bu da bir tercihtir.
Ama bu tercih, Kuzey Kore, eski Arnavutluk, Saddam’ın Irak’ı, Kaddafi’nin Libya’sı ve hatta Kenan Evren’in 1981-82 Türkiyesi benzeri rejimlerin de tercihi değil miydi? Yani bu ülkeyi, “Demokrasi Skalası’nda ya da Ligi”nde alt sıralara itecek bir tercihten söz ediyoruz burada.
O yüzden sosyal medya, özgürlükler, düşüncenin ifade edilmesi ve benzeri konulara bu tercihlerin ve bu tercihlerin bir ülkeyi nerelere götürebileceği gibi konularını iyice gözden geçirmeniz ve bu “Digital Faşizm” konusunda farklı görüşleri de dinleyip kulak vermenizi diliyorum.
Bu yazı o tür (saray dışı) bir “alternatif bakış açısının örneği” olarak görüşlerinize sunum örneği olsun.
Size ulaşır mı bilmiyorum…
Ama avukatlarınızın – hukukçularınızın ziyadesi ile ilgisini çekeceğinden ve yukarıda saydığım ve eleştirdiğim bir anlayışla “üzerine atlanacağından” eminim. Siz de emin olun.
Bir gün muhalefete düşerseniz (aslında iyi bir tecrübe olabilir) bu dediklerimi daha iyi anlayacağınızdan da emin olarak, en derin ve en kalbî saygılarımın kabulünü rica ederim.