Türkiye'nin, nereden baksan son 40 yılını hep terörle iç içe yaşadık.
Yaşamaya da devam ediyoruz.
Yitirdiğimiz canların sayısı "on binlerle" ifade edilebilir düzeye ulaştı.
Kimi zaman 3 ya da 5 kişi, kimi zaman da aynı anda 100'den fazla kişi, tek bir terör saldırısında, acımasız, insanlık düşmanı teröristlerce katledildi. Şahsen seçilerek ya da "gözü kör" bir şekilde, bir insan grubu ya da geniş kitleler hedef alınarak, bazen tabanca veya tüfekle bazen de bombalarla hunharca öldürüldü.
Teröristlerin kimi yakalandı, kimi kaçtı ve belki de hâlâ bir yerlerde yaptıkları alçakça planlarla, daha fazla can almanın hesabı içindeler..
Ancak her defasında yapılan klişe açıklamalardan bıktık, usandık.
Hatırlayalım mı, o klişeleri?
"Kanları yerde kalmayacak"
"Hesabını soracağız"
"Misliyle karşılık vereceğiz"
"İnlerine gireceğiz. İmha edeceğiz"
"Arkalarında kimlerin olduğunu biliyoruz"
"Bu coğrafyanın kaderi bu"
"Bu topraklarda terörle yaşamaya alışmalıyız"
Hepsi de, birbirinden daha faydasız ve "ajitasyonun" ötesine geçmeyen yerleşik ve artık iyice bayatlamış siyasi sloganlar.
"Kanlarının yerde kalmayacağını" söylerken, "olayın faili teröristi" kastediyorlar. Ama o teröristi ortadan kaldırmanın (etkisiz hale getirmenin) o cinayeti işleyen örgüt "faal" kaldığı müddetçe tek başına bir işe yaramadığını hepimiz bilmiyor muyuz?
"Misliyle karşılık vereceğiz" derken, bu "misil" nasıl hesaplanmaktadır? Yani 3 kişilik insan kaybımıza karşı 33 teröristi öldürsek, "vicdanımız soğur mu?"
"Arkalarında kimlerin olduğunu" biliyoruz dediğinizde, hangi ülkeler hangi dost ya da müttefik ülkeler olduğunu, biz de, dünya alem de bildiğine göre, o ülkelerle hâlâ "can ciğer" ilişkilerimizin sürmesini, bir yandan kameralar - mikrofonlar önünde esip gürlerken, bir yandan da pekala en ufak bir diplomatik "arıza bile çıkarmadığımızı" mesela (ABD, İngiltere, Fransa, Yunanistan vb.) büyükelçilerinin bir kez dahi sınırdışı edil(e)emediğini nasıl izah edeceksiniz?
"Bu coğrafyanın kaderi bu" sözüne her defasında sığınırken, belki yüzeysel olarak bir gerçeği ifade ediyorsunuz da... Peki bu coğrafyayı bu kadar iyi tanımamıza rağmen, yine "bu coğrafyadaki" hemen her çatışmanın içine, üstelik emperyal ve terör sevici devletlerin yedeğinde "bodoslama" dalmamızı nasıl anlatabilirsiniz bize? Irak'a birileri çökerken "aman biz de pay kapalım" diye oranın "destabilizasyonuna" katkıda bulunmak, Suriye'de maraza çıkarken, oranın hükümetine karşı bin türlü terörist unsura destek (eğit-donat-koru-kolla-besle-büyüt) vermek neyin nesidir? Komşunun hükümetine karşı silahlı mücadele veren teröristleri (ha, evet... onlar özgürlük savaşçısı değil mi?) desteklemek doğru bir komşuluk ilişkisi midir?
Ve...
Gelelim zurnanın "zort" dediği yere...
"Bu topraklarda terörle birlikte yaşamaya alışmalıyız..."
Pardon, hanımlar beyler?
Niye alışmalıyız? Neye alışmalıyız?
Siz terörle mücadelede hep yanlış yapıp, bu işin çözümünün 40 yıldır bir türlü becerilemeyişinin sorumlusu olacaksınız. Bu 40 yılın son 20 yılında, yani devr-i iktidarınızda terörün kaynaklarını kurutmak bir yana, tam tersine bir de "çeşitlendirmek" yani kendimize yeni yeni terör örgütlerini düşman etmek yolunda beceriksizce adımlar atacaksınız.
Sonra da bizler bununla "birlikte yaşamaya alışacağız", öyle mi?
Yok öyle yağma.
Bu ülkenin barışı ve huzuru hak eden halkı, ödedikleri vergileri kullanan yöneticilerinin, her türlü sorunu (ekonomi, hukuk, adalet, siyasi ve demokratik sorunlar) olduğu gibi terörü de çözmeniz için size oy verdi. Başarısızlıklarınızı da eleştirecek.
Buna rağmen siz ne yapıyorsunuz?
Her terör olayında meşru muhalif siyasi güçleri suçlamak, icraatınızı eleştirenleri "teröre destek vermekle, teröristten yana tavır almakla" suçluyorsunuz, yaptığınız her açıklamada kendi kendinizle çelişiyorsunuz.
Her eylemde, açık ve şeffaf bir açıklama süreci uygulamak yerine karartma, susturma, sindirme, veri-bilgi akışı yasaklama, interneti kapatma yoluna başvuruyorsunuz.
Ondan sonra da bizden, yani vatandaşlardan size güvenmemizi istiyorsunuz.
O noktayı çoktan geçtiğinizin farkında mısınız?
Umarım, ilk seçimde, bu ülkenin barışa ve huzura susamış yurttaşları, bunu size oyları ile hatırlatacaktır.
Zaten, teröre verdiğimiz kurbanların birinci derece yakınları bile (o kadar büyük bir nüfusa ulaştı ki) bu yönde oy kullansa, size tarihi bir ders verileceğini umuyorum.
İstiklal Caddesi'ndeki menfur saldırıda öldürülen ailelerin yakınlarına, gözlerinin içine bakarak, yukarıda saydığımız özürleri ve gerekçeleri, klişeleri saymaya kalkın bakalım size ne diyecekler?
Yetti artık.
Bu ülkenin insanları, terör musibetinden kurtulmayı beklemekten bıktı usandı.
Kuru hamasetten de bıktı.
Neredeyse, attığı her adımda terörün kökünü kurutmak yerine üzerine benzin döken bir anlayış başarısızlığa mahkûmdur.
1999 yılı itibariyle "kökünü tamamen kuruttuğunu" söyleyen devlet, bugün bu çaresizlik içinde görünüyorsa, cevabı hepimizce malûmdur.