DEM Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Meral Danış Beştaş, CHP'nin karşısına aday çıkartmaları konusundaki eleştirileri değerlendirdi, "2019'da İmamoğlu sayemizde kazandı ama 50 belediyemize kayyım atanınca tek açıklama yapmadı" diye konuştu. Diğer partilerin DEM Parti'yi bir özne olarak görmediğini ve politikaları ile ilgilenmediğini belirten Beştaş, "Şu anda bütün tartışmalar 'Kürtlerin oyu kime kazandırır, kime kaybettirir?' gibi çok sığ bir yere indirgenmiş durumda" dedi. Başak Demirtaş'ın adaylıkla ilgili düşüncesinin Selahattin Demirtaş tarafından Partiye iletildiğini söyleyen Beştaş, Partiye zarar verenin Başak Demirtaş'ın açıklaması değil, bunun üzerine yapılan tartışmalar olduğunu kaydetti. Şu ana kadar iktidar ile hiç bir görüşmelerinin olmadığını belirten Beştaş, 31 Mart'tan sonra uygun ortam olursa bir görüşme olabileceğini de ifade etti.
T24 yazarı Cansu Çamlıbel'in Meral Danış Beştaş ile yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:
-Siz düşünürken ben birkaç faktörü daha hatırlatayım. Sadece siz değil aslında yüzde 48’in çok büyük bölümü Kılıçdaroğlu’na verdikleri oyu ‘tek adam rejimini sonlandıracak hamle’ olarak gördü, böyle görmek istedi. Ama sonuçta Kılıçdaroğlu’nun daha seçilmeden tek adammış gibi hareket ederek ittifakı genişletme uğruna pek çok kimseye bol keseden ‘pozisyon’ vaat ettiği ortaya çıktı. Dahası, 14 ile 28 Mayıs arasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile yaptığı protokole kayyım uygulamasının devamına geçit veren bir madde eklenmesine izin verdi. Bu perspektiften bakınca yine de ‘Erdoğan’a karşı yarışan adaya destek vermek faşizmin geriletilmesi için doğru şeydi’ diyebiliyor musunuz?
Yok değilmiş… Değilmiş. Biz zaten o protokol açıklanır açıklanmaz bunu kabul edilemez bulduğumuzu ve duruşumuzu ifade ettik. Biz ‘Faşizmi geriletelim’ derken Türkiye'nin en ırkçı ve faşizan yaklaşımını gösteren bir partinin başkanına siz İçişleri'ni veriyorsunuz. Yani dert faşizmi geriletmek değil, iktidarı devralmakmış. Oysaki biz iktidar mücadelesinden ziyade yönetimin demokratikleşmesi, Türkiye'nin umudunun hakikaten yükselmesi, insanların daha güvende olması, demokrasi kurallarının işlerlik kazanması gibi çok temel ve ulvi değerlerle yola çıktık. Ama ben bugün Meral olarak dönüp baktığımda görüyorum ki Kılıçdaroğlu da tıpkı Erdoğan gibi sadece iktidar olmak istiyormuş. Bizim seçmenlerimiz de dahil olmak üzere Türkiye'de insan haklarını ve demokrasiyi esas alan bir düzene geçme hayali kuran herkes şoka uğradı, dumura uğradı. Sadece biz değil, herkes şoka uğradı. Ve düşünün biz masada bile olmadığımız, resmi olarak bir bakanlık talebimizin ya da pazarlığımızın olmadığı bir ortamda destek vermişiz.
(…)
-Selahattin Demirtaş demişken kamuoyuna sunduğu son mektuptaki en can alıcı bölümü hatırlatmak istiyorum. Şöyle demişti; ‘DEM Parti, iktidar partisi dahil ana muhalefet ve diğer tüm partilerle görüşebiliyorsa görüşmeli, ilkeler çerçevesinde ve demokrasinin gelişimi için uzlaşabiliyorsa uzlaşmalıdır. Bizim için 31 Mart seçimlerinden çok, 1 Nisan ve sonrası önemlidir.’ Bu sözler yerel seçimlerden sonra AKP hükümetiyle yeni bir süreç başlatma arzusunda olduğunuz şeklinde okunuyor haliyle. Demirtaş’ın mesajları ile sizlerinkileri yan yana koyup sormak isterim; hükümetle bu yönde bir temas var mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Mart’tan sonra ‘çözüm’ gündemine dönebileceğine dair sinyaller veriyor mu size?
Birincisi, şu ana kadar bir görüşme yok. Kesin bir dille söylüyorum. Bizim aramızda 1 Nisan sonrasına dair konuştuğumuz, planladığımız, söz aldığımız, söz verdiğimiz bir şey yok. İkincisi, biz parti olarak şunu çok net söyledik; özellikle 14-28 Mayıs’tan sonra yapacağımız bütün görüşmeler şeffaf olacak, ittifak yapacaksak bunu ilan edeceğiz. Kapalı kapılar ardında hiçbir görüşme, temas ve uzlaşı olmayacak. Bu seçmenimize verdiğimiz, Türkiye kamuoyuna verdiğimizi söz. Üçüncüsü, 2013’te çözüm süreci dönemi hakikaten herkesin nefes aldığı bir süreçti. Benim Diyarbakır'da da bir evim var. Oraya gittiğimde polisinden, genç bir kadınına, yaşlısına herkes gülümsüyordu. Bir çözüm umudu vardı, güçlü bir ihtimal vardı. Sadece Kürtler değil, halkın yüzde 70’i destek veriyordu. Anketler de bunu gösteriyordu. Bu olabilmişti çünkü dil normalleşmişti. Ötekileştirme, düşmanlaştırma, kutuplaştırma yerine çözüm odaklı bir dil kullanılıyordu.
(…)
-’Bu ülkede herkes eşittir, Kürtler daha az eşittir’ diye bir cümle kurduğu için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin eleştiri oklarından nasibini alan da Özgür Özel’di ama.
Bu tabii ki değerli ve önemli bir laf. Ana muhalefet partisinin genel başkanı en azından bunu söyleyebildi. Ama CHP’nin kayyım politikasına karşı saysanız 10 tane açıklaması yoktur. Mesela bugün kamuoyu çözüm süreci için adımı neden iktidardan bekliyor, neden muhalefetten bekleyemiyor?
Hadi işin bam teline gelelim. Ekrem İmamoğlu'na biz 2019’da destek vermeseydik ve İstanbul’da yaşayan Kürtler kendisine oy vermeseydi? Hayır. Bunu herkes biliyor. 2019’da İmamoğlu’na seçimi biz kazandırdık. Peki İmamoğlu bizim 50 belediyemize kayyım atandığında, o duruma karşı duran kaç tane cümle kurdu hatırlıyor musunuz?
Ekrem Bey, Selçuk Mızraklı’yı ziyaret etti, Atatürk portresi hediye etti. Onun dışında da bir şey olmadı. Ama Ekrem İmamoğlu hakkında bir dava açıldığında biliyorsunuz bütün kanallar 24 saat yayın yaptı ‘Yetkiler kısıtlanıyor, belediyeye el konuluyor’ diye. Halbuki biz şunu dedik; ‘Bugün kayyıma ses çıkarmazsanız yarın herkese kayyım gelecek’ ve nitekim oldu. Evet böyle bir iktidar var ama bir de böyle bir muhalefet var. Kürt meselesi söz konusu olunca hepsi aynı retoriği tekrar ediyor. İşin özü bu, bizim de mücadelemiz tüm bunları aşmaya dönük"