Yılmaz, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanlığına bağlı, ilgili ve ilişkili kurum, kuruluşların 2025 yılı bütçeleri üzerindeki görüşmelerde milletvekillerinin soru ve eleştirilerini yanıtladı.
Tam 22 yıldır aralıksız iktidarda olan AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın bugün görüşülen 23. bütçesiyle çiftçiden sanayiciye, işçiden öğrenciye, yaşlısından gencine toplumun tüm kesimlerine hizmet etmeyi amaçladığını belirten Yılmaz, 23. bütçeyi hazırlıyor olmanın başlı başına istikrar göstergesi olduğunu, ülkenin aslında uzun dönemli bir yönetimle son derece büyük, önemli dönüşümleri yaşamasının da zeminini oluşturduğunu söyledi.
Yılmaz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin sağladığı hız ve dinamizmle, istikrarla Türkiye Yüzyılı hedeflerine kararlılıkla ilerlemeye devam edeceklerini vurguladı.
Bugün üzerinde en fazla durulan konulardan birinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olduğunu belirten Yılmaz, sistemin demokratik olmasının önem taşıdığının altını çizdi. Demokratik sistemlerde farklı yönetim biçimlerinin her zaman mümkün olduğunu dile getiren Yılmaz, parlamenter sistem ne kadar demokratikse başkanlık sisteminin de en az o kadar demokratik olduğunu ifade etti.
Bu sistemlerin ülkelere, bölgelere göre değişiklik gösterdiğini anlatan Yılmaz, şöyle konuştu:
"Türkiye'de de halkın oyuyla, halkın onayıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmiştir. Önceki sistemi yaşamasak, bilmesek neredeyse ideal bir sistemden çıkmışız da bozmuşuz gibi yönetim sistemimizi... Buna neredeyse ben de inanacağım buradaki ifadelerden. O çok şey yaptığınız eski sistem diyeceğim ben ona - tam ideal parlamenter sistem miydi, değil miydi o da tartışılır - 12 Eylül sonrası oluşturulmuş, vesayetçi bir anlayışla kurgulanmış, birçok ekonomik krizin, siyasal krizin oluştuğu, yaşandığı bir dönemden bahsediyoruz. Sanki böyle çok ideal bir şeyden çıkmışız da kötüye gitmişiz gibi bir atmosferin oluşturulmasını hiçbir şekilde doğru bulmuyorum."
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin içinden geçilen konjonktürde ülkenin istikrarına, bekasına katkıda bulunan bir sistem olduğunu, yönetimde istikrarı sağladığını, salgın gibi, uluslararası meseleler gibi bazı krizlere, sıkıntılara karşı hızlı karar alınmasında etkili olduğunu vurgulayan Yılmaz, "Halkımız başka bir karar vermediği sürece demokratik bir ortamda, bu sistemi devam ettireceğiz." diye konuştu.
Her sistem gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin de iyileştirilmeye açık olduğunu dile getiren Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu yönetim sisteminde tecrübeyle ortaya çıkan bazı eksiklikler varsa veya daha iyi yapılabilecek bazı şeyler varsa neden olmasın, burada bir tabu söz konusu değil. Öyle bir zihniyetimiz yok. Tam aksine ilk tartışmaları hatırlarsanız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dinamik bir sistem olarak toplumun karşısına konulmuştur. İdarede yeri geldiğinde kanun bile gerektirmeden bazı tedbirler alabileceği şekilde tasarlanmıştır. Dolayısıyla geliştirilmeye, daha iyiye götürülmeye de her zaman açık bir sistemdir."
Bir ülkede parti sayısını belirleyenin daha çok ülkelerin seçim sistemleri olduğunu ifade eden Yılmaz, örneğin başkanlıkla yönetilen ABD ile parlamenter sistemle yönetilen İngiltere'de az sayıda siyasi parti olduğunu, çünkü ikisinin yönetim sistemleri farklı olsa da dar bölge seçim sistemine sahip olduğunu belirtti. Yılmaz, şunları söyledi:
"Parti sayısı fazla mı Türkiye'de derseniz, bence de fazla parti var, 158 parti var. Bir kısmı neredeyse dernek diyebileceğimiz nitelikte ama parti. Parti kurmak bizde oldukça kolay, dernek kurmak gibi. Tabii seçime girebilen partinin belli şartları var. Onlar da her zaman tartışmaya açık hususlar. Malum yönetimde istikrar ve temsilde adalet, seçim sistemlerinin de özünü oluşturan hadisedir. İkisini de bir arada sağlayacak bir sistem elbette en ideal sistem. Bunu da bütün ülkeler tartışıyorlar biz de tartışmaya devam edeceğiz. Ama Siyasi Partiler Kanunu'nda da Seçim Kanunu'nda da mutlaka çalışmalar yapılması gerektiğine inanıyorum ülkemizin daha istikrarlı ve temsil gücünün de daha iyi noktaya gelmesi için. Bu tabii tek başına bir partinin değil birçok partinin birlikte tartışması, konuşması gereken meseleler."
Bakanlarla ilgili tartışmalar yapıldığını da belirten Yılmaz, kendisinin parlamenter sistemde bakanlık, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev yaptığını, her iki dönemde de halk tarafından seçilmediğini dile getirdi.
Geçmiş sistemde seçilmiş milletvekilleri arasından Başbakan tarafından atama yapıldığını, bugün de seçilmiş veya seçilmemiş kişilerden atama yapıldığını anlatan Yılmaz, geçmişte de bakanların doğrudan seçildiği bir sistem olmadığını belirtti. Yılmaz, şöyle devam etti:
"Geçmiş sistemde ağırlıklı olarak seçilmiş kişiler arasından atanırdı, bakın yine atanırdı, onu ayırt etmeniz lazım. İnsanlar milletvekili olarak seçiliyor, bakan olarak kimse seçilmiyor. Milletvekilleri arasından bir kısmı, çoğunluğu geçmiş sistemde bakan olarak atanırdı, istisnai de olsa milletvekili olmayanlardan da bakan atamak mümkündü. Bakan atananlar da oldu geçmişte. Yeni sistemde de yine seçilmiş milletvekilleri arasından da atamak mümkün, olmayanlar arasından da bakan atamak mümkün. Bakanlar her zaman atanarak gelmişlerdir. Doğrudan bakanın seçildiği bir sistemi ben hatırlamıyorum, öyle bir sistemimiz hiçbir zaman olmadı. Ama elbette meşruiyetini seçilmiş başkandan ve meclisten alır yönetimler. Dolayısıyla bakanlar siyasi midir, değil midir? Elbette siyasidir ben öyle görüyorum. Bakanlarla meclisle daha yoğun bir ilişki olsun her zaman tartışılabilir bu. Hesap verme yöntemleri geliştirilsin, tabii ki bu tartışılabilir."
Bütçede tartışılan konulardan birinin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi olduğunu belirten Yılmaz, şunları ifade etti:
"Cumhurbaşkanlığı Sarayı dediğiniz yer, biz külliye diyoruz, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, 85 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yönetim merkezi. Elbette buranın belli altyapısı olacak, belli bir personeli olacak, elbette korunacak, elbette birtakım hizmetleri olacak. 85 milyonluk bir ülkenin yönetim merkezinden bahsediyoruz. Burada yanlış bir şey varsa da hep birlikte tabii ki bunları düzelteceğiz ama şunu rakam olarak söylemek isterim; Cumhurbaşkanlığı bütçesinin çok fazla olduğuna dair eleştiriler yapıldı. 2007 öncesinde biliyorsunuz başbakanlık vardı, kapandı başbakanlık, yeni sistemle başbakanlık bürokrasisiyle cumhurbaşkanlığı bürokrasisi birleşti. Buradan baktığınız zaman 2018 yılı bütçesinde başbakanlığın ve cumhurbaşkanlığının bütçesinin toplam bütçe içindeki oranı yüzde 0,32 imiş. 2025'te Cumhurbaşkanlığı için ki bu başbakanlık ve eski cumhurbaşkanlığının birleştiği hali, toplam bütçe içindeki payı yüzde 0,11. Bütün bu tartıştığımız bütçenin içindeki payı bu ve geçmişle de mukayesesi bu. Takdiri size bırakıyorum. Bu ödeneğin de önemli bir kısmı, barışı koruma hizmetleri gibi veya başka kurumların çalışmaları gibi, kütüphane gibi başka şeyler için kullanılıyor."
Taşıt konusunun da çok tartışıldığını dile getiren Yılmaz, "2023 yılında 20 adet taşıt alımı öngörülmüş ama 3 adet Togg marka araç alınmış, 3 adet minibüs alınmış, toplam 6 adet taşıt alınmış. Herhangi bir artışa gidilmemiş. 2025'te yine Togg olmak üzere 20 taşıt alımı planlanmış." dedi.
Bazı araçlardaki rakamsal artıştan bahsedildiğini ifade eden Yılmaz, bunun enflasyon muhasebesinden kaynaklanan değer artışı olduğunu, yani yeni bir araç alımından değil mevcut araçların yeniden değerlenmesiyle oluşan kaydi bir artıştan kaynaklandığını anlattı.
Makro ekonomiyle ilgili değerlendirmeler de yapan Yılmaz, şunları kaydetti:
"Bugün büyüme rakamları açıklandı. 3'üncü çeyrekte beklentilerin bir miktar altında yüzde 2,1 oranında büyüme gerçekleşti. Böylece 17 çeyrektir kesintisiz büyümemiz devam etmiş oldu. 9 aylık büyümemiz yüzde 3,2. Bu çeyrekten 12 ay geriye giderek yıllıklandırılmış büyümemiz ise yüzde 3,6 olarak gerçekleşti. Bu yıl için bizim öngörümüz 3,5 civarında bir büyüme. Bu gelen rakamlarla bir miktar aşağı yönlü bir risk olduğunu söyleyebiliriz ancak son ekim, kasım aylarında da öncü göstergelerde belli bir toparlanma işareti var. Sonucunu hep birlikte göreceğiz ama yüzde 3,5'in çok uzağında olmayan bir rakamla bu yılki büyümeyi kapatmayı öngörüyoruz. Yine tam da Orta Vadeli Program'da öngördüğümüz üzere daha dengeli bir büyüme yapısına gittiğimizi, dış talebin özellikle büyümeye katkısının arttığını görüyoruz. Önümüzdeki dönemde de fiyat istikrarını sağlama hedefiyle birlikte dengeli büyümeyi de bir taraftan sürdürmeye dönük olarak politikalarımızı hayata geçireceğiz."
Bir taraftan enflasyonu düşürürken, diğer taraftan dengeli büyümeyi sağlama, depremin etkilerini ortadan kaldıracak rehabilitasyon çalışmalarını yaptıklarını ve sosyal talepleri karşıladıklarını belirten Yılmaz, şöyle konuştu:
"Enflasyonla ilgili başından beri 'üç dönem olacak' dedik. Geçiş dönemi, dezenflasyon dönemi ve fiyat istikrarı dönemi. Geçiş dönemini tamamladık. 'Geçiş döneminde ne yaptınız?' derseniz, cari açıkta dramatik bir düşüş sağlandı. Cari açık yüzde 6'lardan yüzde 1'ler civarına geldi. Bütçe açığı, depreme rağmen önemli oranda kontrol edilmiş oldu. Bu sene yüzde 5 altında beklentimiz var. Gelecek sene yüzde 3'lere gidiyor. Merkez Bankamızın rezervlerinde tarihimizde görmediğimiz hızda iyileşme ve artış sağlandı. Dolayısıyla Türkiye'nin döviz meselesi büyük oranda çözülmüş durumdadır ve dış dünyadan borçlanma maliyetleri de aşağıya gelmiştir. CDS'ler dediğimiz ülke risk primlerinde de ciddi düşüş sağlanmıştır. Bu da gerek özel kesimin gerek kamu kesiminin dış dünyadan borçlanma maliyetini düşürmüştür."
Yılmaz, Kur Korumalı Mevduat (KKM) mekanizmasının döviz kurunun oldukça istikrarsızlık arz edeceği bir ortamda istikrar sağlamak üzere geçici olarak devreye alındığını dile getirerek, "Başından itibaren geçici bir mekanizma olarak öngörülmüştür. Nitekim KKM'den de hızlı şekilde çıkış süreci devam etmektedir. Bu da finansal piyasalarda istikrarsızlığa yol açmadan başarılmıştır. Şu anda oldukça düşük seviyeye gelmiş durumda. Toplam mevduatlar içindeki payı da yüzde 6'lara gelmiş durumda. Dolayısıyla orada da KKM finansal istikrarımızı bozmadan görevini yaptı ve artık belli bir hız içinde tasfiye ediliyor." değerlendirmesinde bulundu.
Enflasyonla mücadeleye dikkati çekerek, enflasyonun büyüme için de gelir dağılımı için de iyi olmadığını ifade eden Yılmaz, şunları kaydetti:
"Kısa vadede enflasyonla mücadele bu alanlarda bazı zorluklar doğurabilir. Bazı karar alma sıkıntıları doğurabilir. Onu kabul ediyorum. Kısa vadede. Orta ve uzun vadeli bir perspektifle baktığımızda enflasyonu düşürdüğünüz, istikrarı sağladığınız bir ortam hem büyüme için hem de gelir dağılımı için son derece önemli. Enflasyonu düşürdüğünüz bir ortamda büyümeyi istikrar içinde sürdürme ve sosyal refahı da kalıcı bir şekilde yine arttırma imkanına sahip oluyorsunuz. Dolayısıyla enflasyonla mücadele ediliyor. Büyüme ve sosyal denge bozulacak gibi bir yaklaşım doğru değil. Tam aksine enflasyonu giderek düşürdüğümüz bir ortamda, öngörülebilirliğin arttığı bir ortamda, yatırım ortamını da iyileştirmiş oluyorsunuz. Sosyal dengeler açısından da daha sağlıklı, gerçekçi bir zemine kavuşmuş oluyorsunuz. Sosyal dengeler açısından da daha sağlıklı, gerçekçi bir zemine kavuşmuş oluyorsunuz."
Orta Vadeli Program (OVP) göz önünde bulundurulduğunda bazı alanlarda tahmin edilenlerden daha iyi noktada olunduğunu vurgulayan Yılmaz, şu bilgileri paylaştı:
"Cari açık, bütçe açığı, rezervler ve istihdam gibi birçok noktada beklediğimizden daha iyi sonuçlarla karşı karşıyayız. Bazı noktalarda da beklentilerimizin biraz altındayız. Enflasyon bunlardan en önemlisi. Bir miktar beklentilerimizin üstünde gerçekleşti. Burada özellikle hizmet enflasyonundaki katılığın çok ciddi rol oynadığını görüyoruz. Bir düşüş var beklentilerde, geriye gidiş var ama hala tam arzu ettiğimiz noktada değiliz. Sosyal hadiselerde de beklentiler önemli. Sosyolojide 'kendini gerçekleştiren kehanet' diye bir kavram var. Herkes bir şeyi beklediğinde olmayacak şey bile olabiliyor. Dolayısıyla bu beklentileri daha uygun düzeye çekecek politikalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz. Real sektör ve hane haklarında da bu beklentileri uygun bir noktaya getirdiğimizde işimiz çok daha kolaylaşacak. Oraya doğru da gidiyoruz. Ama bir miktar gecikmeyle gittiğimizi de kabul etmek durumundayız. Sadece para politikası ile mi yapıyoruz bu mücadeleyi? Hayır. Sadece para politikası ile yapmıyoruz. Depreme rağmen diğer birçok sosyal meselelere rağmen finansal tarafta, mali tarafta da olabildiğince disiplinli bir yaklaşımdan bu dezenflasyon sürecine destek oluyoruz."
Yılmaz, ekonomi alanında yapısal reformların önemine de değinerek, şöyle devam etti:
"Burada dört tane kritik alandan bahsetmek istiyorum. Bir tanesi beşeri sermaye. Beşeri sermaye alanında birtakım adımlar atıyoruz, atmaya devam edeceğiz. Bunun çok kritik olduğuna inanıyorum. İkincisi, konut meselesi. Sosyal konut konusunda belli programlar başlattık. Önümüzdeki dönem daha yoğun şekilde bu alanı önceliklendireceğiz. Üçüncüsü, gıda arzı meselesi. Planlı tarımda sulama yatırımlarının miktarını arttırıp tarla içi projeleri önceliklendirme ve gıda lojistiğine varıncaya kadar gıda konusu yine çok öncelikli bir alanımız. Bir taraf da enerji. Gerek dışa bağımlılığı azaltmak gerekse halkımızın refahı açısından yenilenebilir enerji, enerji maliyetlerini düşürmeye dönüp çalışmalarımız, yerli üretimi arttırmaya dönük çalışmalarımız çok kritik. Her biriyle ilgili de çalışmalar yapıyoruz. Dolayısıyla verimlilik esaslı bir şekilde dışa bağımlılığı azaltma, cari açığı yapısal olarak düşürmeye dönük bir perspektifle çalışmalarımızı sürdürüyoruz."
Uzun yıllar Kalkınma Bakanlığı yaptığını anımsatan Yılmaz, kalkınmanın ekonomik büyümeden ibaret olmadığına işaret etti.
"Ekonomik büyüme kalkınmanın tabii ki olmazsa olmaz bir parçasıdır ama kalkınma bunu aşan bir kavramdır." diyen Yılmaz, şunları söyledi:
"Ekonomik büyüme artı sosyal adalet artı nesiller arası adalet yani sürdürülebilirlik. Bir de yönetişim dediğimiz hadise. Yani bu dört başlık kalkınma kavramının esas kavramlarıdır. Biz de bu çerçevede ve insani kalkınma perspektifli hareket ediyoruz. Birleşmiş Milletler'in insani kalkınmışlık endeksleri var. Orada da ülkeleri dört gruba ayırıyorlar. 'En düşük insani kalkınmışlık', 'orta insani kalkınmışlık', 'yüksek insani kalkınmışlık' ve 'en yüksek insani kalkınmışlık' diye. Türkiye, son 22 yılda yüksekten, en yükseğe geçiş yapan ülkelerden biri oldu. Bunu da sağlığa ve eğitime yaptığımız yatırımlar, satın alma gücünün genel olarak artışı gibi faktörlerle izah etmek mümkün."
Yılmaz, Türkiye'nin savunma sanayiindeki dönüşümünü, değişim kavramıyla ifade etmenin yetersiz kaldığını belirterek, "Bu bir devrim hakikaten. Türkiye'de son 22 yılda savunma sanayinde yüzde 20 yerlilik oranından yüzde 80 yerlilik oranına çıkışı son derece önemli. Bu sadece güvenlikle ilgili bir mesele de değil. İşin bir de ekonomik boyutu var. Savunma sanayiinde elde ettiğiniz yetkinlikler, bir süre sonra sivil endüstrileri de etkilemeye başlıyor. Buradaki teknolojiler, yetkinlikler, insan kaynağı. Dolayısıyla bu aynı zamanda katma değeri yüksek bir ekonomi ve nitelikli istihdam politikalarımızla da çok yakından ilgili. Geçen sene 5,5 milyar doları bulan ihracatımız da bunun somut bir göstergesi." diye konuştu.
Savunma sanayiinde artık daha fazla proje bazlı uluslararası ortaklıkların uygulanacağı bir döneme girileceğini ifade eden Yılmaz, "Dost ve müttefik ülkelerle birlikte uzun vadeli perspektif oluşturabileceğimiz ülkelerle şirketlerimizin yerli ve milli kimliğini koruyarak proje bazlı ortaklıkların daha fazla artacağı bir döneme gireceğiz. Bu alanda faaliyet gösteren tüm firmalarla da iftihar ediyoruz. Bunları gölgeleme çabasında hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Bu alanda çalışan firmalarımız ülkemize, milletimize büyük değerler katmaktadır." dedi.
Eleştiriler üzerine sanal kumar konusuna da değinen Yılmaz, sanal kumar konusunda en kritik meselenin dışarıya finansın gidişi olduğunu vurguladı.
Yılmaz, "Dışarıya gidecek finansı kontrol ederek ancak etkili mücadele edebiliriz. Bu konuda da MASAK'a gerekli görevlendirmeyi yapmış durumdayız. Bir eylem planımız var. İlgili diğer kurumlarımızla birlikte bunu hayata geçiriyoruz." dedi.
Uyuşturucu bağımlılığı konusundaki soruları da yanıtlayan Yılmaz, "Bağımlılıkla ilgili de işin bir arz tarafı var, bir talep tarafı. Arz tarafıyla uğraşması gerekenler kolluk güçlerimiz. Talep tarafı da çok önemli. İstatistiklere göre, rehabilitasyon için başvuran 100 uyuşturucu bağımlısından sadece yüzde 3'ü iyileşiyor. Burada esas olan bağımlılık olmadan önce koruyucu mekanizmaların devreye girmesi. Bu alanda bir eylem planı oluşturduk. Riskli gruplar tespit edip, bu bağımlılık oluşmadan önce mücadele edilecek." ifadelerini kullandı.