41. İstanbul Film Festivali sonra erdi. Pandemi, karantina derken, giderek uzaklaştığımız sinema salonlarına geri döndük. Bazen günde 5 bazen 7 film izledik. 7. sanatın gücüyle dünyayı keşfettik. Yeni hikayeler öğrendik.
Sokakta olmak, sinema telaşı yaşamak, film sonrası sohbet etmenin yerini hiçbir şeyin tutamayacağına karar vererek iyi ki festival şehre döndü dedik.
Jacques Tanin’inde dediği gibi:
"Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın."
Salondan çıktıktan sonra üzerine düşündüğüm, sorular sorduğum filmleri sizinle paylaşmak istiyorum.
Çilingir Sofrası
Toplumsal baskı, bazen olmadığımız kişilere zorluyor bizi. Bu baskı bazılarımızın hayat boyu rol yapmasına neden olabiliyor. Daha doğmadan belirlenir renklerimiz! Neden korkutur gökkuşağının renkleri?
Neden cinsiyet çok önemlidir? İnsan olmak yeterli değil midir? Aşk heteroseksüellerin tekelinde midir?
Herkesin dilinden düşürmediği “insani değerler” neden cinsiyet devreye girdiğinde unutulur?
Bu sorular etrafında kuruluyor “Çilingir Sofrası”…İki lise arkadaşı Emir Can ve Yusuf Efe’nin anlatmak istedikleri ve yarım kalan duyguları vardır.
Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen o kadar güzel hayat vermişler ki karakterlerine, vazgeçtiklerinin acısını yüreğinizde hissediyorsunuz adeta.
Ali Kemal Güven’in yazıp yönettiği filmde, hepimizin içerisinde yer aldığı “topluma” kızıyorsunuz. Nasıl rahatlıkla insanların hayatlarına karışıp, nasıl kadınlar ve erkekler olmaları gerektiğini söylüyorsunuz? Bunun yaparken kaç kişinin mutluluğuna engel oluyoruz?
41. İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Ahmet Rıfat Şungar & Barış Gönenen’in olurken, Onat Kutlar anısına verilen jüri özel ödülü de “Çilingir Sofrası” ile Ali Kemal Güven’in oldu.
“Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya”
“Birlikte Öleceğiz” Bir İstanbul ağıtı aslında. Kaç uygarlığa ev sahipliği yaptı, kaç aşka tanıklık etti?
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde "Ağlayan kadınlar lahdi" sahnesiyle başlayan film, Galata Kulesi, boğaz derken hepimizin anılarını bıraktığı sokaklarda dolaşıp, bir genç çiftin Ece ve Masar’ın hikayesine davet eder bizi.
Onların aşkları da İstanbul gibidir. Ne vazgeçilir ne de yaşaması kolaydır. Herkesin gelmek istediği ama aynı zamanda gitmek istediği, çelişkilerle dolu bir şehirdir İstanbul.
“Gözümün Nuru” ve “Dermansız” filmleriyle tanıdığımız Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoglu’nun yönettiği filmin görüntü yönetmenliğini ise Cansu Boğuşlu üstleniyor. Televizyon dizelerinden tanıdığımız Su Kutlu başarılı bir oyunculuk sergilerken Özgür Emre Yıldırım hayat verdiği genç doktorun ‘İstanbul’da yaşamak’ için gösterdiğimiz çabayı sonuna kadar hissettiriyor.
Filmde 2019’da kaybettiğimiz, bir İstanbul beyefendisini canlandıran Süleyman Turan’ı görmek ise hüzün ve mutluluğu bir arada yaşatıyor size…
Neden yaşadığımız yeri güzelleştirmek ya da sahip olduğumuz hafızayı korumak yerine gitmek isteriz? Başına onca şey gelmesine rağmen ne güzel bir şehir İstanbul! Gülten Akın’ın da dediği gibi“Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya”
Prömiyerini geçtiğimiz yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştiren “Birlikte Öleceğiz ”in her iki festivalden de ödülsüz dönmesi hepimizi şaşırttı.
Haksızlıkların tekrarının yaşanmaması için: “Kerr”
Benim için festivalin en iyi filmi Tayfun Pirselimoğlu’nun Yönettiği “Kerr” filmiydi? Tekrar anlamına gelen “Kerr”, yaşadığımız onca haksızlıkların, savaşların yeniden yeniden tekrarı değil midir?
Bu tekrarlara alışırken kendimize yarattığımız korkuların altında nasıl da silikleşiyoruz. Filmde “Memleketin gidişatını nasıl görüyorsun?” sorusuna karşılık yaşanan sessizlik. Kişiler değişse de sistemi ayakta tutan bizler miyiz, yoksa sistemin yaratıcıları mı?
Dostoyevski’nin dediği gibi midir “Aşağılık insanoğlu her şeye alışır” mı? İşte “Kerr” tekrarlara ve alışkanlıklara karşı durduğu için bana göre festivalin en iyi filmiydi…
Tayfun Pirselimoğlu, sinemada ustalık dönemini yaşıyor. Bu ustalığı İstanbul Film Festivali ulusal yarışma bölümünde diğer filmlere baktığınızda ziyadesiyle gördük.
Tayfun Pirselimoğlu’na festival jürisi, Antalya Film Festivali’nde olduğu gibi en iyi yönetmen ödülünü verdi. Biz en iyi filmin de “Kerr”e verilmesini beklerken festival jürisi tercihin Ukrayna – Rusya sınırında yaşayan, köyü ayrılıkçı gruplar tarafından kuşatılmış olmasına rağmen evini terk etmeyi reddeden hamile bir kadının hikayesine odaklanan “Klondike” oldu.
Maryna Er Gorbac’ın yönetmenliğini üstlendiği ve Ukrayna- Türkiye yapımı olan film umarız bir farkındalık yaratır.