Geçici yayın yasağının geçici olması gerekir. Yasak geçici ise ya baştan bir süre belirtilir ya da öngörülen süre sonunda “Yasak kalktı” diye bir açıklama yapılır.
İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırı ile ilgili olarak RTÜK’ün açıkladığı yasak da geçiciydi. Saat 16.20’deki patlamanın üzerinden bir saat bile geçmeden RTÜK’ün internet sayfasından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın RD-TV yayınlarıyla ilgili olarak “Geçici yayın yasağı kararı” aldığı duyuruluyordu. “Milli güvenlik ve kamu düzeninin bozulması” gerekçesiyle alınan yasak kararında yasağın süresi belirtilmiyordu.
Bakanlığın 17.14’te duyurulan yasak kararını, saat 17.50’de açıklanan İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’nin bütün medya ve sosyal medyayı kapsayan yayın yasağı izledi. Kısa süre sonra da BTK, sosyal medya platformlarında “bant daraltma” uygulamasını başlattı. Ama her nasılsa BTK Başkanı ve diğer yetkililer, başsağlığı mesajlarını Twitter’dan yayımladı.
Yasak kararları nedeniyle televizyonlar ve internet siteleri ilk saatlerde afalladılar; İstiklal Caddesi’nde can kaybına neden olan bir patlama meydana geldiğini belirtmekle yetindiler. İlerleyen saatlerde özellikle iktidar yanlısı TV kanalları Emniyet’ten sızdırılan bilgilerle ayrıntılara inen yayınlara giriştiler.
Patlamanın ertesi günü ise siteler ve TV’ler yasak kalkmış gibi yayınlara başlamışlardı bile. Gazetelerde de saldırganın görüntüleri, örgütü ve olay yeriyle ilgili haberler yayımlandı. Sonraki günlerde “Geçici yayın yasağı” yok farz edilerek yayınlar yapıldı; halen de sürüyor bu yayınlar.
Oysa henüz yayın yasağının kalktığına dair açıklama yapılmadı; yasağı açıklayan RTÜK’ün sayfasında da geçici yayın yasağının kalktığı duyurusu yok. RTÜK’ün “Cumhurbaşkanlığı yayın yasakları” sayfasında daha önceki dokuz “Geçici yayın yasağı” kararı yer alıyor. 8’ini kaldırmayı unutmuşlar ama 2018 yılındaki Çorlu’daki tren kazası sonrasında konulan “Geçici yayın yasağı” bir gün sonra yeni bir kararla kaldırılmış.
Zaten geçici bir yayın yasağı yeni bir kararla kaldırılmazsa kalıcı hale gelir. Bu da Anayasa, yasalar ve basın özgürlüğüne aykırı. Geçmişteki uygulamalar, İstiklal Caddesindeki bombalı saldırı ile ilgili “Geçici yayın yasağı”nı kaldırmayı unutmuş olmaları olasılığını da akla getiriyor.
Gerçi bu yasağı dinleyen kalmadı ama yine de bu yasak kaldırılmadığı müddetçe ilerde bir gün iktidarın (dolayısıyla RTÜK’ün) hoşuna gitmeyen bir yayın organına İstiklal Caddesi’ndeki patlama haberleri nedeniyle ceza da verilebilir, dava da açılabilir.
Nitekim RTÜK, Konya Şehir Hastanesi’ndeki cinayet haberi nedeniyle Tele1’i cezalandırırken Sulh Ceza Hakimliği’nin yayın yasağını gerekçe yaptı ama aslında benzer haberler hemen her yerde yayımlanmıştı. Malum, siyasi iktidar, bağımsız ve eleştirel medyayı baskı altına almak için her tür gerekçeyi kullanabiliyor; hukuku ayaklar altına alabiliyor.
Bir olay olduğunda ilk icraat olarak yayın yasağı getiren siyasi iktidar için ne halkın bilgi edinme hakkı bir değer ifade ediyor, ne de basın özgürlüğü. Bloomberg’de denildiği gibi, iktidar “yeni sansür gücü”nü test etti! Maalesef bundan sonra getirilecek yayın yasaklarına sosyal medyaya “bant daraltma” yöntemi de eşlik edecek gibi görünüyor.
Geçici yayın yasağı ve bant daraltma dedikleri aslında toplumun bilgi kanallarının tıkanması ve eleştirel medyanın engellenmesi çabası. Dezenformasyonla mücadele adı altında doğru bilginin topluma ulaşmasını önlüyorlar; böylece dezenformasyona, spekülasyonlara, yalana, yanlışa bayram ettiriyorlar. İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısından sonra olan da buydu.
Öldüren zayıflama kliniği reklamı
“Dila’yı hayattan alan kelime oyunu” başlıklı haberi Milliyet’te gördüğümde üzülmüştüm. Mert İnan, 19 yaşındaki Dila Kurt’un zayıflamak için gittiği Dr. Muzaffer Kuşhan’ın Polonezköy’deki “Kuşhan Clinic International” adlı kliniğindeki ölümünü anımsatıyordu.
2008 yılındaki bu olayın ardından klinik mühürlenmiş, Kuşhan ise “Bilinçli taksirle ölüme neden olmaktan” 3 yıl 6 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. 3 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olan Kuşhan hakkındaki meslekten men kararı da 15 Şubat 2020’de sona ermişti. Kuşhan, mühürlenen kliniğinin adını “Dr. Kuşhan Hotel” olarak değiştirerek aynı faaliyete devam ediyordu. Yaşamını yitiren Dila Kurt’un ailesi de bu duruma isyan ediyordu.
Böyle bir haber, sadece Milliyet’te yayımlanmamalıydı. Bir genç kızın ölümünden sorumlu tutulan bir kişinin aynı faaliyete, hem de aynı merkezde devam etmesine Türkiye medyası göz yummamalıydı. Dr. Kuşhan’ın faaliyetlerini izlemeli, ailenin şikayetine de gerek kalmadan bu merkezi mercek altına almalıydı.
Maalesef Dr. Kuşhan’ın kliniğinin adını otel yapıp zayıflama işine geri dönmesine medya yeterli ilgiyi göstermedi. Üstelik bir de Halk TV’de o otelin reklamına rastladım. Kuşhan’ın o merkezi, “diyet oteli” olarak tanıtılıyordu. Halk TV bu reklamı yayımlayarak Dr. Kuşhan’ın geçmişini aklamasına yardımcı olmakla kalmıyor; o otelin yanlış tanıtımına katkıda bulunuyor.
Kuşhan’ın geçmişini anımsatmak, ölüm olayı meydana gelen kliniğin ismini değiştirerek faaliyete geçirdiğini duyurmak gerekirken reklamını yapmak sorumsuzluk. Medya kuruluşu, yayımladığı reklam için “Ben paramı alırım içeriğine bakmam” diyemez.
O bülten artık mizahın konusu
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan merkezin hazırladığı “Dezenformasyon Bülteni” başlangıçta çok ilgi çekmişti. Gerçek haberleri karalamaya çalıştıkları, yalanlamalarının yalan olduğu ortaya çıkınca kimseler oraya bakmaz oldu. Bülten artık iktidar medyasında bile haber olamıyor.
Gazete Pencere’nin mizah yazarı İ. Bülent Çelik, son bültene bakan ender yazar çizerlerden biri olsa gerek. İyi ki de bakmış, kendine göre malzeme bulmuş. Bültende “Dezenformasyon haberi” olarak değerlendirilen “Edirne’de bir genç, ‘Bedava erzak dağıtılacak’ diyerek Suriyelileri 09.05’te Atatürk büstü önünde topladı” başlıklı haber, meğer “mizah haberi”ymiş.
Gerçi bu haberi paylaşan Daily Trakya sitesi, adını koyup “mizah haberi” yapıyorum diye ilan etmemiş. Ama haberde belki de Türkiye’de en çok tanınan Atatürk anıtı olan Samsun’daki “Onur Anıtı”nın fotoğrafı kullanılmış! Daha önce de böyle kurgu haberler üretilmiş. Bülteni hazırlayanlar buna rağmen “mizah haberi” olduğunu fark edemeyip yalanlamaya girişmişler.
Oysa Anadolu Ajansı’nın Teyit hattı, Doğruluk Payı ve Teyit.org da incelemiş bu haberi, onlar da “Yanlış” diye işaretlemiş ama hiç olmazsa Daily Trakya’nın mizah haberleri, kurgu haberler paylaştığını da vurgulamışlar.
Mizah haberi ile gerçek haberi ayırt edemeyen “Dezenformasyon Bülteni” artık biz habercilerin değil, mizahın konusu...
Fincancı’dan mektup
Yeni Şafak’ın, “TTB’de çok Fincancı var” haberinde, hüküm içeren ifadeler kullanılarak Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve TTB yöneticilerinin itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını yazmıştım. Halen tutuklu olan Şebnem Korur Fincancı, cezaevinden gönderdiği mektupta bu yazım ve kendisine yönelik suçlamalarla ilgili değerlendirmelerde bulundu:
“Size 7 Kasım 2022 tarihli yazınız için hem teşekkür etmek, yapılan itibarsızlaştırma karşısında bu yayıncılık anlayışına yönelik eleştirileriniz için şükranlarımı sunmak, hem de bir bilimsel değerlendirmeyi suç olarak tanımlamanın toplumun düşünce ve ifade özgürlüğü ile sınırlı olmayan akademik çalışmaların ve bilimsel bilginin paylaşımının kısıtlanmasıyla bilim insanlarını da baskılayan yönüne işaret etmek istedim.
İzlediğim videoda gözlediğim bazı belirtilerden yola çıkarak solunum havasında bulunan bir zararlı etken -dolayısıyla gaz yapısında ve solunum yoluyla alınabilen- bir kimyasal madde varlığından söz ediyorum. Bu kimyasal maddenin o solunum havasına nasıl karıştığı, ne tür bir madde olduğu, yasaklanmış kimyasal silahlardan olup olmadığı ve öyle olduğu kanıtlanırsa kim/ler tarafından kullanıldığı etkili bir soruşturma ve tıbbi belgeleme ile ortaya konabilir. Ben de kimyasal gazı düşündüren belirtiler ve kimyasal silah iddiaları nedeniyle uluslararası sözleşmelere göre yapılması gerekenleri aktarıyorum canlı yayında.
Gözlediğim belirtilerin tıbbi değerlendirmesi bilimsel olarak tartışılabilir. Ancak suça dönüştürme çabası bilimsel özgürlük adına çok tehlikelidir. Sevgili Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası’na dair bilimsel değerlendirmesine yönelik yapılanlar ya da işkence uygulamasına dair tıbbi değerlendirmelerimin görevden alınma, cezalandırılma çabaları gibi. Bu tutum insanlığın gelişimine katkı sunma çabası içindeki bilimsel araştırmaların da yönünü değiştirme riski taşır.”
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com