Gazetecilik adına yanlış yaptığını kabul etse üzerinde durmaya gerek kalmazdı. Öyle yapmadı Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı olan Cengiz Çandar. Gazeteci iken danışmanlık ve aracılık yapmasını “Bana göre gazetecilik böyle olur” diye savundu.
Oysa Cansu Çamlıbel, T24’teki söyleşide Çandar’ın problemini “siyasetçilerle mesafesizlik” olarak çerçeveliyor ve son derece net ifadelerle yönelttiği sorusunu şu cümleyle noktalıyordu:
“Geriye dönüp baktığınızda angaje ve politikalara etki eden hâlinizin gazetecilik açısından sıkıntılı bir unsur olduğunu düşündüğünüz oluyor mu?”
Çandar, bu soruyu yanıtlarken “siyasetçilerle mesafesizlik” hâline “Benim yaptığım gazetecilik, davaların çözülmesi yönünde bir gazetecilik” açıklaması getirmeye çalıştı. Üstüne bir de “Fransız ekolü gazetecilik” yaptığından dem vurdu.
Fakat böyle bir gazetecilik yok. Anglo-Sakson gazetecilikte olduğu gibi Fransız ekolünde de siyasetçilerle içli dışlı gazeteciliğe yer olamaz. Nitekim “Gazetecilik temas ve mesafe mesleğidir” diyen de Fransız bir gazeteci, Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve-Méry. Temas-mesafe kuralını ondan öğrendik bizler.
Çandar’ın yanlışına ortak etmeye çalıştığı Fransız gazeteciler, Eric Rouleau ve Jean Daniel de gazeteci iken değil, ayrıldıktan sonra diplomatik girişimlerde bulundular. Mensubu oldukları Le Monde ve Nouvel Observatuveur arabuluculuk yapmalarına izin vermezdi. Rouleau, büyükelçilik sonrasında 1991’de Le Monde Diplomatique’e döndüğünde artık sadece yazıyordu.
Gazeteci-siyasetçi ilişkisinde sorun tam da bu. Hem gazeteci hem danışman hem aracı olamazsınız. Gazeteci bir sorunun çözümüne ancak gazetecilikle katkıda bulunur. Aktif rol oynamaya başlayan gazeteci çizgiyi aşmış, karşı saflara geçmiş olur.
Çünkü bir gazeteci, siyasetçilerle “mesafeyi” korumayıp, onlarla içli dışlı ilişki kurduğu ve hatta bütünleştiği zaman objektifliğini kaybeder. Okuruna, izleyicisine eksik ve yanlış bilgi vermeye başlar. En önemlisi de kamu yararına yürütülmesi gereken gazetecilik mesleğini temsil ettiği siyasetçinin “çıkarı”nı gözeterek sürdürür. Çandar’ın durumu da bu.
İstediği kadar “Saray soytarılarıyla aynı kategoriye girmem” desin ve siyasetçilerle “mesafesizlik” hâlini sadece “çözüm” için yaptığını söylesin; Çandar da siyasetçiler ile “çıkar ilişkisi” kurmuş oluyor. Bu ilişkinin illa maddi bir çıkara dayanması da gerekmez.
Kaldı ki, gazeteci, kaynağı durumundaki siyasetçilerle bir kez “çıkar ilişkisi” kurunca bunun nereye kadar gideceği belli olmaz. En somut örnek de Çandar ile birlikte Talabani ve Kürt çevresiyle temasta aracılık yapan gazeteci İlnur Çevik’in Süleymaniye’de milyonlarca dolarlık yatırımlar yapan bir iş insanı olup çıkması. Şimdi de Erdoğan’ın dış politika danışmanı.
Gazeteci, gazeteci kalmalı. Gazeteciliğin gücünü başka işlere alet etmek yerine doğru kullanıldığı takdirde kalemin kudretinin danışmanlıkla, aracılıkla ölçülemeyeceğini unutmamalı.
Patron teşekkürü gerçeği uçurdu
Gazetecilikle patron çıkarları birbirine karışırsa haberler nasıl uçuşa geçer, görmek istiyorsanız Sabah’ın İstanbul Finans Merkezi haberine bir bakın.
Merkezin açılışında konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “Ekonomiye 15 yıl içinde 130 milyar dolar katkı sağlayacak” diye açıkladı. İktidar yanlısı medya da hep öyle yazdı. Hatta Türkiye’nin ilk sayfasında “15 yılda 130 milyar dolarlık katkı sağlayacak” spotu vardı.
Sabah ise “250 milyar dolarlık finans merkezi” manşetiyle çıktı aynı gün. İlk sayfaya iki kez de “Merkez 15 yılda 250 milyar dolar gelir sağlayacak” yazmışlardı. Nebati’nin açıkladığı 130 milyar doların nasıl olup da 250 milyar dolara yükseldiğini anlamak için satır satır okudum.
Kaynak yoktu haberde ama iç sayfadaki “Kalyon Holding’den teşekkür mesajı” başlıklı kutuda, Ziraat Bankası’nın İFM’deki 40 ve 46 katlı iki kulesini Kalyon Holding’in yaptığı yazıyordu! Anlaşılan Sabah, desteksiz uçuşa geçerek patronun teşekkürünün hakkını vermiş!
Propaganda eşitsizliğinin yasal zemini
Eski Türkiye’deki seçimlerde “Propaganda dönemi” diye bir kavram vardı, o dönemde propaganda sıkı kurallara bağlanmıştı. Temel amaç, tüm partilerin medyadan eşit ve adil biçimde yararlanmalarını sağlamak; iktidar partisinin devlet olanaklarını kullanmasını engellemekti.
Şimdi eşitlik ve adil bir yarış, hayal oldu. AKP, devlet olanaklarını ve medyayı alabildiğine kullanıyor. Yasaları da kendine göre düzenledi. Seçim yasasında artık bırakın propaganda dönemine ilişkin düzenlemeyi, propaganda sözcüğü bile yok. Cumhurbaşkanlığı seçimi yasasında sadece TRT’deki yayınlardan söz ediliyor ve “propaganda yayınlarının tam bir tarafsızlık ve eşitlik içinde yapılması” gerektiği vurgulanıyor. O kadar.
Seçim yasalarında düzenleme olmayınca YSK, TRT’nin ve özel televizyonların AKP’nin “resmi yayın organı” gibi davranmasına müdahale etmemek için gerekçe bulmuş oluyor. Oysa RTÜK yasasının “Yayın Hizmeti İlkeleri”nde hüküm var. RTÜK’ün eleştirel TV kanallarına ceza vermek için kullanmakta beis görmediği 8. maddede “Siyasi partiler ve demokratik gruplar ile ilgili tek yönlü veya taraf tutar nitelikte olamaz” deniliyor.
Onlarca TV kanalı ve radyo, bu seçimlerde açıkça taraf. İktidarın propagandasını yapmalarına rağmen YSK ve RTÜK yasayı uygulamayarak “demokrasi suçu” işliyorlar.
Hatırlayın, önceki seçimlerde de iktidar medyası, propaganda yapmakla kalmadı; AKP’nin İstanbul seçimlerinde hile yapıldığı iddialarını besledi. Sonra ne oldu? İktidar o haberleri de dayanak yaparak seçimi yeniledi. Zamanla o hile iddialarının tümünün gerçek dışı olduğu yargıda ortaya çıksa da özür bile dilemediler. Ne de olsa iktidar gücü arkalarında.
ABD’de Donald Trump’ın 2020 başkanlık seçimlerine hile karıştırıldığı yönündeki asılsız iddialarını desteklediği için FOX News’e açılan dava geçen hafta sonuçlandı. FOX News, oy kullanma sistemi üreticisi şirkete 787 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etti. Bizim AKP yanlısı medyanın karşısında da bağımsız bir yargı olsa tazminat ödemekten batarlardı.
Sendika başkanının tahammülsüzlüğü
İktidar mensuplarıyla başlayan eleştiriye tahammülsüzlük sendikacılara da uzandı. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, bir gazetecinin Harb-İş üyesi işçilerin, kamu çalışanlarına yüzde 45’lik zam teklifini protesto için TÜRK-İŞ önündeki eylemiyle ilgili sorusuna özetle şu yanıtı vermiş:
“Gazetecinin biri yazıyor, ‘TÜRK-İŞ’in önü kapalı’; O gazeteciye sordum, 13 yıllık gazeteci. Dedim, ‘Benim yeni işe giren, çay getiren, senin aldığından 5 bin lira fazla maaş alır. Evvela sizin oradaki ücretleri düzeltmemiz lazım.’ Burada biz yanlış yapmıyoruz.”
Atalay, günümüzün muktedir siyasetçileri gibi konuşmuş; protesto eylemini değerlendirmek yerine gazetecilerin maaşına atıfta bulunarak “Maaşınız kadar konuşun” demeye getirmiş.
Halbuki gazetecilerin düşük maaş almasının konuyla ilgisi yok. Kaldı ki, gazeteciler de fikir işçisi. Sendikalı gazeteci sayısının az olması ve maaşlarının düşük kalması da Atalay’ın sorumluluk alanında. Eleştirel soru soran gazeteciyi aşağılamak için maaşının düşük olduğundan dem vurmak yerine yükümlülüğünü yerine getiremediğine üzülmeliydi. En azından…
RTÜK’ün kadına şiddet kriterleri
Başta Ebubekir Şahin olmak üzere RTÜK’ün, kadına şiddete karşı duyarlılığı göstermelik. Show TV’deki Kızılcık Şerbeti dizisine ağır yaptırım uygulayan RTÜK’ün, iktidar TV’lerindeki bırakın kadına şiddeti, şiddet pornografisi içeren sahneleri bile görmezden gelmesi bunun kanıtı.
İki örnek vereyim. TRT 1’de yayımlanan Yürek Çıkmazı dizisinin 13. bölümünde dede karakterinin torunu genç kızı odaya kilitleyip demir çubukla dövdüğü sahne korkunç. Tam bir şiddet pornografisi. Genç kızın çığlıkları, çubuğun vücuduna inip kalkışı dakikalarca izletiliyor. Star TV’deki Yalı Çapkını dizisinde de “Kazım Ağa” karakteri, habire genç kadınları tokatlıyor, nefessiz kalana dek boğazını sıkıyor, kemerle vuruyor. Şiddet sahneleri devamlılık halinde.
RTÜK, bu dizilerdeki şiddet sahnelerini gündemine almıyor ama Kızılcık Şerbeti’nde Nursema’nın camdan itilmesi sahnesini kabul edilemez buluyor! Gerekçesi de “Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden” bir yayın olması. Oysa tam tersi. Bu dizi, TRT 1 ve Star TV’deki şiddet dolu dizilerin aksine cinsiyet eşitliğini savunduğu gibi kadına şiddeti ve baskıyı reddediyor; aile içi şiddetin ve baskının kökenlerini irdeliyor.
RTÜK’ün asıl amacını, dizinin yayın saatinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarıyla yüklü “İslamofobi” belgeseli yayımlatması da Tuğçe Madayanti’nin, BirGün’deki yazısında vurguladığı gibi, “dizinin ne kadar isabetli bir yerlere dokunduğunu daha da iyi göstermiş oldu.”
Evet, kadının camdan itilmesi sahnesi daha özenli olabilir: şiddet, sinema diliyle birebir gösterilmeden de sahnelenebilirdi. Ama diğer dizilerdeki şiddet sahnelerinin yanında o sahnenin lafı bile olmaz. Asıl problem RTÜK’ün siyasal İslam’ın sopasına dönüşmesi, kriterlerinin belirsizliği ve çifte standardı. O yüzden RTÜK verdiği cezayı bile kamuoyu önünde savunamayan bir kurum. RTÜK yerine İletişim Başkanlığı’ndan geliyor eleştirilere yanıt.
Kısa kısa:
· Bir e-ticaret platformunun haber görünümlü reklamı Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet’te en altta mercekle fark edilebilecek boyutta “Bu bir ilandır” diye yayımlanırken Sabah’ta aynı metin ve fotoğraflar “Yeni Nesil KOBİ / Metin Can imzasıyla gazetecilik ürünü gibi kullanıldı.
· TCG Anadolu gemisinden sadece SİHA ve helikopterlerin inip kalkması mümkün iken TGRT Haber, ‘F-16’lar, TCG Anadolu’dan havalandı” diye haber paylaştı.
· DHA, Hürriyet ve Türkiye dahil olmak üzere medyanın büyük bölümü bayram öncesinde terminallerin boş kaldığını yazarken Akşam ve Milliyet, havalimanları ve otogarlarda yoğunluk olduğunu öne sürdü.
· ABD Yüksek Mahkemesi’nin, “dosyanın 2. İstinaf Mahkemesinde yeniden değerlendirilmesi” kararı vermesine rağmen, Akşam, Haber7, Global, Yeni Asır ve Yeni Akit’te dava sona ermiş gibi “Halkbank’a dava yok” ve “Halkbank davasında iptal kararı” başlıkları atıldı.
· Yeni Şafak, Diyarbakır ve Altınordu belediyelerinin, Akşam da İpekyolu Belediyesi’nin tam sayfa örtülü reklamını “Bu bir reklamdır” uyarısı koymadan yayımladı.
· Gazete Pencere, Tele1, Veryansıntv, Krt TV, AKP’li Üsküdar Belediyesi’nin tribünlerdeki cinsiyet ayrımını duyururken “harem” yerine yaygın yanlışı tekrarlayarak “haremlik” yazdı.
· İHA Muhabiri Aziz Ulam, depremzedelerle ilgili , soyadının bir harfini atıp başka bir kişi gibi yazarak kendisini bayramda mezarlık ziyaret eden depremzede gibi gösterdi.
· Halktv.com.tr, İngiltere’de bir çiftin evlerinde sevişmelerinin karşıdaki otelden görüntülenip paylaşılmasını “Perdelerini kapatmayı unutan çiftin rezil olduğu anlar kamerada!” diye yayımlayarak röntgenlemeyi ve o görüntülerin sosyal medyada yayılmasını olağan gösterdi.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com