Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Gazeteci Müyesser Yıldız hakkında tahliye kararı

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız'a, tutukluluğunun 155. gününde çıkarıldığı mahkeme tarafından tahliye kararı verildi.

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız, tutukluluğunun 155. gününde ilk defa duruşmaya çıktı.

Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen duruşma öncesi, milletvekilleri, KUMPASDER üyeleri, kumpas mağduru askerler, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Yıldız okurları adliye önüne geldi. Duruşmayı Odatv İmtiyaz Sahibi ve Sözcü yazarı Soner Yalçın, Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu da takip etti.

Duruşmayı takip etmek için CHP Milletvekilleri Erdoğan Toprak, Gamze Taşcıer, Bülent Tezcan, Yıldırım Kaya, Utku Çakırözer, Mehmet Göker, Gülizar Biçer Karaca, Gülizar Emecan, Ali Haydar Hakverdi, Abdurraman Tutdere, Tekin Bingöl, CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, Kırmızı Kedi Yayınevi'nin sahibi Haluk Hepkon, Cumhuriyet gazetesi yazarı eski CHP Milletvekili Mustafa Balbay da adliyede bulundular.

Duruşmada, tutuklu bulunan Erdal Baran savunma yaptı. Baran, bipolor bozukluğu olduğunu, ilaç aldığını ve katılmadığı toplantıları katılmış gibi, yaşamadığı olayları da yaşamış gibi anlattığını aktardı.

Odatv Ankara Temsilcisi Müyesser Yıldız da duruşmada beyanda bulundu. Yıldız, "Huzurunuza gelmeme sebep olan, bir iddianame değil, bir intikamnamedir. O yüzden sözlerimin başında bu intikamnameye karşı herhangi bir savunma yapmayacağımı belirtmek istiyorum." dedi

DURUŞMADA NELER OLDU?

Mahkeme, aradan sonra kararını okudu:

-Yazılan müzekkerelerin cevaplarının beklenmesine

- Erdal Baran tutukluluğa devam

Mahkeme, Müyesser Yıldız hakkında tahliye kararı verdi

Mahkeme duruşmaya 15 dakika ara verdi

Duruşma savcısı verdiği mütalaada kurumlara yazılan müzekkerelerin yanıtlarının beklenmesini istedi. Savcı ayrıca sanıklar hakkında "gizli bilgileri temin etmekten" ek iddianame istedi ve savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.

Duruşma savcısı Erdal Baran ve Müyesser Yıldız'ın tutukluluğa devamına yönelik karar verilmesini istedi.

Savcının mütalaasına ilişkin konuşan Müyesser Yıldız “Ben buraya kendimi kurtarmaya gelmedim. Hukukun namusunu kurtarmaya geldim. Bu iddianameyi hazırlayanlar, bu kumpası kuranlar hakkında suç duyurusunda bulunmadığınız sürece kararınız benim için bir şey ifade etmiyor” dedi.

Yıldız'ın avukatı Erhan Tokatlı, tahliye ve beraat talebinde bulundu ve "Müyesser Yıldız'ın hayatı zaten mahkeme salonlarında geçiyor, kaçacak biri değil." ifadelerini kullandı.

Erdal Baran, "Devlet memuruyum ev adresim, iş adresim belli. Tutuksuz yargılama talep ediyorum" diye konuştu.

İsmail Dükel savunmasına başladı. Dükel, "Bir ülke gazetecisi kadar özgürdür. Dün akşam bir bakan istifa etti. Söyleyemeyen, yazamayan medya ortada. Bir gazetecinin neden yargılandığına buradan başlamak gerekiyor.​" dedi.

Dükel savunmasında özetle şunları söyledi:

"40 yıllık gazeteciyim. Bir haberle ilgili en az iki teyit alırım.

Bir gazeteci olarak bilgi almak zorundayım. Bu suçlama konusu yapılacak bir konu değil.

Benden vatan haini çıkmaz. Ancak vatanperver çıkar."

Dükel, "Babam astsubay küçümsemiyorum ancak rütbesi itibariyle bilgisi sınırlı olan birinin peşinden neden koşturayım? Ama beni arayan birini dinlerim. Teyid edersem haber yaparım." dedi.

Avukat Erhan Tokatlı'nın ardından Müyesser Yıldız'ın avukatı ve eşi Naci Uğur söz aldı.

Naci Uğur şunları kaydetti:

"Müyesser UĞUR Müdafii Av. Naci UĞUR

Sayın Başkan, Değerli heyet üyeleri,

Müvekkilin ve değerli meslektaşım ve üstadımın Kollukta- Sorgu Hakimliği'nde ve biraz önce huzurdaki beyanlarının tamamına iştirak ediyoruz, Sanık Müdafii sıfatıyla geçmişteki tüm yazılı sözlü beyanlarımızı bir kere daha tekrar ediyoruz.

Her ikisi de söylenebilecek hemen her şeyi söylediler. Ben sadece bu davanın asıl hedefinin müvekkil Müyesser Yıldız olduğu ile ilgili birkaç hususa dikkat çekeceğim:

- İlk husus ev aramalarında el konulan materyaller ile ilgili. Aynı saatlerde, aynı arama kararı ile aynı dosyanın şüphelisi olan 3 kişinin evine girilir. Müvekkilin evinde kendisine ait olanların yanısıra oğlu ve eşine ait olan toplam 75 adet dijital materyale el konulmuştur. Diğer sanıklardan İsmail DÜKEL’in evinde sadece 1 adet kendisine ait telefon ile yine kendisine ait 1 adet dizüstü bilgisayara elkonulurken, Erdal Baran’ın 6 adet dijitaline elkonulmuştur. Müvekkilin evinde tüm itirazlara rağmen şüpheliye ait olmayan ailenin diğer fertlerine ait olan dijitallere elkonulurken, diğer sanıkların evinde aile fertleri dijital materyalin kendilerine ait olduğunu söylediğinde elkoyma işlemi yapılmamıştır.

- Müvekkilin tapelerdeki konuşmaları ile haberleri karşılaştırılmış ve bazı haberleri ile bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Benzer bağlantı davanın diğer sanığı İsmail Dükel için hiç yapılmamıştır. Dosyada İsmail’in Erdal ile konuşarak temin ettiği gizli bilgileri ne yaptığı ile ilgili bir husus yoktur.

- İddianamede geçen MüyesserYıldız’a ait 6 haberin önceden yayınlandığı kaynakları her bir yazı için ayrı ayrı dipnot şeklinde gösteren ve her yazının sonunda ayrı kaynakçanın bulunduğu evrakları bir dosya,

- Yine iddianamede geçen Müyesser Yıldız’a ait ve müvekkil aleyhinde delil olarak iddianamede yer alan tapelerin ayrı ayrı değerlendirildiği evrakları da ayrı bir dosya halinde sunmak istiyoruz.

- Bu dosyalar da incelendiğinde de görüleceği gibi Müvekkilin iddianameye aleyhine delil olarak konulan 28 tape çözümünde ve 6 haberinde yazılan ve konuşulan hususların hepsi önceden basında yer almıştır. Her bir tape çözümü ve haberin altında kaynakça olarak evvelce yer aldığı basın kuruluşlarının linkleri verilmiştir. Bu durumda son dönem Odatv davalarında hep söylenen bir ifadeyi tekrarlamak istiyorum. İFŞANIN İFŞASI OLMAZ.

NETİCE ve TALEP :

Huzurda yargılanan esasen gazeteci Müyesser Yıldız UĞUR değildir. Onun şahsında gazetecilik yargılanmaktadır, anayasal hak olan haber edinme hakkı yargılanmaktadır.

Biraz önce arz ettiğim hususları dikkate alarak,

Bizce yasal unsurları oluşmayan suçun varlığını,

Şartları oluşmadığı halde Müvekkilin yaklaşık 5 aydan fazla tutuklu kaldığını da gözeterek,

Bihakkın tahliyesine karar verilmesini talep ederim.”

Müyesser Yıldız'ın avukatı Erhan Tokatlı savunmasına başladı.

Tokatlı, özetle şunları söyledi:

“Müvekkilin Kollukta- Sorgu Hakimliği'nde ve biraz önce huzurdaki beyanlarının tamamına iştirak ediyoruz, Sanık Müdafii sıfatıyla geçmişteki tüm yazılı sözlü beyanlarımızı bir kere daha tekrar ediyoruz.

Bu yöndeki beyanlarımızı desteklemek için de celse arasında dosyaya uzman mütalaası olarak 138 (47+91) sayfalık bir rapor sunduk. Bunu da duruşmadan önce takdim ettik ki Sayın Heyet inceleme fırsatı bulabilsin. Bu uzman raporunu sunmaktaki maksadımız;

Hem atılı fiillerin, daha doğrusu atılı suça dayanak olan ve ifşa edildiği iddia edilen bir kısım bilgilerin esasen ifşa edilmediği, zaten aleniyet kazandığı için atılı suçun oluşmadığı hususunu ortaya koyabilmek.

Ayrıca en az bunun kadar önemli olduğunu düşündüğümüz iki hususun tespitini bizzat Uzman kişinin ağzından duymak, onun bu raporuyla sübuta erdirmek. Bu hususlardan birincisi yargılama konusunun bir senaryo dahilinde kurgulandığını; İkincisi bu senaryonun başrolünde de Müvekkilin bulunduğu, Yani kısaca, yargının yanıltılarak-alet edilerek Müvekkile bir kumpas kurulduğu.

Raporu tanzim eden uzman kişi;

Mesleki safahat olarak – hayat ve hukuk tecrübesi olarak,

Raporu yazmaya son derece yeterli bir kişi.

34 yıl EGM'de hizmet etmiş, İSTH ve KOM Daire Başkanlığı yapmış,

Devletin genel güvenliği, FETÖ'nün devlette örgütlenmesi, FETÖ'nün polis-istihbarat ve yargıyı kullanarak 2010-2015 yıllarında yaptığı kumpas operasyonlarını, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü anlattığı 6 tane kitap yazmış emekli emniyet müdürü Hanefi AVCI.

Savunma Makamı olmamız hasebiyle her ne kadar beyanlarımız, teknik ve teorik olarak savunma beyanı olarak değerlendirilse de esasen ben savunma beyanının ötesinde Müvekkile kurulan kumpasın tespitine dair beyanlarda bulunacağım.

Maddi vakıaları, kendimize göre değil, huzurdaki yargılama dosyasına, soruşturma aşamasında dosyaya girmiş belgelere-bilgilere ve Soruşturma makamınca yapılan hatalı ve eksik işlemlere göre arz edeceğim.

Sözlerimin çok daha iyi anlaşılabilmesi için soruşturma safhasının kronolojisini ortaya koyup onun üzerinden anlatmanın çok daha uygun olacağı kanaatindeyim.

KRONOLOJİ :

Huzurdaki bu yargılamanın başlangıcı;

Bir ihbar mektubu ile başlıyor, mektubun içeriğinden ve zarfından anladığımız kadarıyla,

*. Durmuş ÖZKAN tarafından 17 Ekim 2019'da yazılan mektup,

*. 04 Kasım'da (18 gün sonra), Etlik 29 Nolu PTT Şb'den postalanıyor,

*. Zarfın üzerinde 3.Cadde Bahçelievler-Ankara yazıyor ,

*. Mektubun Alıcısı, Ankara CBS Sn. Yüksel Kocaman.

*. 13 Kasım'da Savcılığa ulaşan mektuba dair soruşturma işlemine (16 gün sonra) 29 Kasım'da başlanıyor.

*. Mektubun içeriği ise İstanbul/ Hadımköy Kışlası'nda görevli bir asker şahsın devlete karşı suç işlediği, operasyonlara ait bilgileri telefon ile dışarıya sızdırdığı yönünde. Yani Muhbir Ankara'da, Şüpheli Hadımköy/İstanbul'da, hakkında bilgi verilen operasyonların yeri belli değil ama muhtemelen güncel olaylardan hareketle güneydoğu'da - Suriye'de, bu mektuptan olayın casusluk olduğu ve doğrudan Ankara CBS'nı ilgilendirdiği, Ankara CBS'lığının yetkili olduğu nasıl anlaşılmış biz anlayamadık.

Hatta Ankara Emn. Mdlüğü de (TEM Şb de) anlayamamış, bakınız 02.11.2019'da Savcı bey TEM ŞB'ye yazı yazıyor inceleme yapın diye, TEM Şb incelemeyi yapıp aynı gün cevap yazıyor “şüphelinin iki adresini tespit ettik biri Kıbrıs-diğeri Kırıkkale bir de eşi üzerine kayıtlı telefonu kullanıyor olabileceğini tespit ettik”, “Şüphelinin FETÖ/PDY içindeki faaliyetlerinin deşifre edilmesi için CMK 135'e göre tedbir kararı uygulanması için gerekli bilgiler temin edilmiştir.” dedi.

Ve bu evrak 17:35'te ilgili savcıya ulaşıyor. Bakın incelemeyi yapan TEM Şb dahi soruşturmanın “siyasal ve askeri casusluk” boyutunda olduğunu anlayamamış durumda. Kolluğa göre soruşturma, FETÖ/PDY örgüt üyeliği kapsamında, onlar bu şekilde anlamışlar-algılamışlar.

Oysa buna rağmen Savcılık aynı gün saat 18:00 itibarıyla soruşturma konusu fiili, “siyasal askeri casusluk” olarak vasıflandırıyor ve “gecikmesinde sakınca bulunan hal” kapsamında değerlendirme yapıp “başkaca delil elde etme imkanı da bulunmadığından” CMK 135/1 gereği iletişimin dinlenmesine-kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verdi.

Ve bu andan Müvekkilin Savcılık sorgusunun yapıldığı ve tutuklamaya sevk edildiği ana kadar soruşturmanın boyutu TCK 328 kapsamında CASUSLUK suçudur.

Eğer ki yasal şartlara-kriterlere uygun bir casusluk soruşturmasından bahsedecek isek asgari olarak görmemiz gereken hususlar şunlar olacaktı; Öncelikle, ihbar mektubuna göre suçun işlendiği yer İSTANBUL'dur. Şüpheli Hadımköy Kışlasında İstanbul'da görevli bir kişidir. Öyle ise ihbar konusu soruşturmayı yapmaya İstanbul CBS'lığı yetkilidir. Yapılması gereken şey ihbar mektubu ve o ana kadar yapılmış işlere dair ne varsa hepsinin İstanbul CBS'na gönderilmesi ve kalan işlemlerin İstanbul CBS tarafından yapılması olmalıydı. Ancak bu yapılmamıştır.

Suçun ve Muhbirin araştırması hiç yapılmamıştır.

Muhbirin ifadesine başvurulmamış veya en azından böyle bir kişinin- muhbirin (Durmuş Özkan'ın) gerçekte var olup olmadığı bile incelenmemiştir. Muhtemelen böyle bir kişinin gerçek olmadığı bilindiği için muhbirin kimlik tespiti ve ifadesi için boşa çaba sarf edilmemiştir, zaman harcanmamıştır.

Madem ki soruşturma savcısı kendisini yetkili gördü, fiili de casusluk olarak vasıflandırdı, iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurdu o halde bu soruşturmayı kimin eliyle sonuçlandırması gerektiğini de doğru tespit etmeliydi.

Mevzuata göre bu tedbiri uygulayacak olan kimdir?

“MİT HABERDAR DAHİ EDİLMEMİŞTİR”

CMK madde 135'e göre ADLİ AMAÇLI iletişimin denetlenmesinde; Yasakoyucu hangi suçlarda bu yola başvurulacağını saymış, burada sayılan işlenmiş veya işlenmekte olan katalog suçlarda bu tedbir uygulanırken; ÖNLEME AMAÇLI iletişimin denetlenmesi tedbiri daha kapsamlıdır. Tehlikelilik durumu daha yüksektir.

Atılı suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan 2559 Sayılı PVSK Ek Madde 7 uyarınca, casusluğun önlenmesi görevi, polisin görev alanının kapsamına dahil değildir. Dolayısıyla polisin iletişimin denetlenmesine dair tedbirleri (dinleme-kayıt-sinyal değerlendirmesi) uygulaması yasal olarak mümkün değildir.

Casusluk suçunun soruşturmasında polisin yetkisinin olmadığına dair bu tespit sadece bizim yorumumuz değildir.

İki gün önce EGM İnternet Sitesi'ne baktım, Emn. İsth. D. Bşklığı sitesinde aynen dediğimiz gibi kendilerinin yetki ve sorumluluğunu ifade ederken; PVSK Ek madde 7'ye göre; TCK'nun casusluk suçları hariç ( yani md. 328-331-335-337-338) olarak görevli-yetkili olarak görmektedir.

O halde bu tedbiri uygulayacak kimdir? MİT Kanunu madde 6j uyarınca yetki MİT Başkanlığı'ndadır. Dolayısıyla casusluk fiilinin istihbarat çalışması ve soruşturması, yasa gereği ve uygulamaya göre MİT tarafından yapılıp Şüphelinin işbirliği içinde olduğu diğer casuslarla beraber (Müyesser-İ.Zeki-Erdal'ın) yakalanması gerekirdi. Bu usul takip edilmediği gibi böyle bir soruşturmanın varlığından MİT (resmî olarak) haberdar dahi edilmemiştir.

İhbarın yapıldığı, soruşturmanın ilk safhasında, tek şüpheli olan Erdal Baran'ın sadece telefonunun dinlenmesi ile yetinilmeyip yakalamanın yapıldığı tarihe kadar fiziki takibinin de yapılması gerekirdi. Ancak bu tedbir hiç uygulanmamıştır. Gerçekten inanılan bir casusluk faaliyeti olmadığı için hiçbir şüphelinin de dinleme ile birlikte fiziki takip ve izlenmesi yapılmamıştır.

Daha sonra 09.01.2020 tarihinde Erdal'ın haricinde diğer iki şüpheli hakkında da dinleme kararı verilir ve 03 Mart'ta Erdal'ın 09 Mart'ta ise Müyesser ve İsmail Zeki'nin dinlemeleri sonlandırılır. Gerekçesini anlayamadığımız bir şekilde sonlandırmadan 3 ay sonra 5 Haziran'da tüm şüphelilerin yakalanmasına karar verilir. Ve 08 Haziran'da gözaltılar başlar.

Polisin yaptığı soruşturma safhasından, Bizce asıl sorumlu olan MİT'in haberinin dahi olmadığını ifade etmiştik. Görebildiğimiz kadarıyla Dosyada MİT ile ilgili bir tane yazışma vardır; o da soruşturmanın başlamasından 7-8 ay sonra, gözaltının 2nci günü olan 09 Haziran 2020 tarihlidir.

* Soruşturmanın ciddiyeti bakımından bu evrak da bizde tereddütlere sebep olmaktadır. Bahse konu evrakı Savcılık Ankara TEM ŞB'ye gönderip, “MİT'ten bir evrak geldi, burada yazan hususları ayrıntılı olarak araştırıp-inceleyip sonucunu bildirin” diyor.

MİTin gönderdiği yazıya göre; Erdal Baran ile Müyesser Uğur arasında alışverişi yapıldığı iddia edilen evraklar-bilgiler ulusal seviyenin de üzerinde Uluslar arası seviyede bilgilerdir, stratejik analizlerdir.

Genelde de Rusya ile ilgilidir Rusya'nın-Çin'in ve bölgedeki Kürtlerin düşünce analizlerine tahmine varıncaya kadar ayrıntılı ve üst seviyede istihbari bilgilerdir.

Kısacası Erdal'da olmayan-temin etmesi de mümkün olmayan hususlardır.

Aklın mantığın kabul edeceği şeyler değildir.

Misal MİT'den gelen bilgi notunda diyor ki; birkaç örnek vermek gerekirse;

*. İdlip'te konuşlu Rus askeri birliklerine komuta eden tümgeneralin yerine atanan korgeneralin TSK ve Suriye ile Nusaybinde bulunan aşiretlerle olan ilişkileri,

*. Deyrizordaki petrol bölgesinin Rusyanın kontrolü altına geçecek olması halinde Rus yetkililer tarafından petrolün %50'nin bölgedeki kürtlere verilmesi sebebiyle YPG'den çözülen unsurların silah ve teçhizatıyla Esad rejimine kaymaları,

*. Rusyanın 2020 yılı içinde İdlip meselesini sonuçlandırmak istemesini müteakip Fırat'ın doğusuna yönelme düşüncesi

*. Tartus Limanı'nın genişletilerek yeni bir ticari liman yapılması konusunda Rusya-Çin ve Suriye rejimi tarafından ortak konsorsiyum kurulması neticesinde ÇHC'nin yakın bir zamanda bölgeye tugay seviyesinde 2 adet askeri birlik göndereceği... hususlarında bilgi aktardığı istihbar olunmuştur.” diyor.

Aylardır bunlar dinleniyor, böyle bir görüşme hiç olmamış, duymadık-görmedik, Yukarıdaki bilgi notunu yazan, MİT personeli doğruyu söylemiyor.!!!

*. Ben de diyorum ki, eğer gerçekten bu bilgileri Erdal Müyesser'e aktaracak imkan-kabiliyete- bilgi birikimine sahipse bırakın aktarsın; siz de dinleyin uğraşmadan bilgi sahibi olursunuz. Böylece MİT çok büyük bir zahmetten-külfetten kurtulmuş olur.

Bu kapsamdaki bir evrakı TEM Şb alıyor, yazının alt ve üstünde MİT'e ait olduğuna dair bölümleri çıkartıp, “TUTANAKTIR” şeklindeki başlıkla kalanı aynen araştırma-inceleme yapmadan aynı gün imzalayıp Savcılığa veriyor. Böylece hukuki anlamda delil niteliği olmayan bir belge, Kolluk tarafından sanıklar aleyhine üretilmiş olmaktadır.

*. MİT'in dosyaya gönderdiği bu yazının başka bir özelliği daha var. Soruşturmadaki şüpheli sayısı ÜÇ'tür.

Yani Erdal Baran'ın bilgi aktardığı İDDİA OLUNAN iki kişi var. (Biri Müyesser UĞUR diğeri Zeki DÜKEL).

MİT'in yazısına göre ise bilgi sızdırma iki kişi arasında olmaktadır, Erdal ve Müyesser. Oysa sorgu tutanaklarındaki çizelgelere, tapelere, iddianameye, HTS kayıtlarına bakıldığında genelde Erdal'ın diğer iki şüpheliyle ilişkisi aynıdır, aradığında genellikle ikisini de aramış, aynı konuları aktarmıştır. Buna rağmen MİT'in bilgi notunda sadece Müyesser'den bahsedilmesi, İsmail Zeki'den hiç bahsedilmemesi manidar olmuştur.

Atılı suçu kabul anlamına gelmemek kaydıyla, İddianamede atılı suç tarihi 17 Ekim 2019'dur. Erdal ile ilk telefon bağlantısı 17.12.2019 olmasına rağmen hali hazırda hukuki anlamda hasım olduğu MSB hakkında yazdığı 23 Mayıs 2018 tarihli yazının (“Hulusi Akar bizim kardeşimizdir” başlıklı yazı) bu soruşturmanın fezlekesine dahil edilmesi, düşündürücüdür. kolluğun iyiniyetli ve tarafsız bir çalışma yapmadığının da bir göstergesidir.

Yine 114 sayfalık fezleke içeriğine baktığımızda, Müvekkili ilgilendiren bölümlerde diğer sanıklara karşı kullanılandan çok daha farklı bir üslup kullanıldığını görüyoruz. Sayfa 111'deki son paragraf şöyle;

“Şüpheli Müyesser UĞUR, Erdal BARAN'dan aldığı bu bilgileri bir gazeteci olarak teyidini yapmadan, direkt devleti ve mevcut hükümeti hem yurtiçinde hem Uluslar arası alanda itibarsızlaştırmak ve zor durumda bırakmak amacıyla kara propaganda yürütmüştür...

Ayrıca yetersiz, yanıltıcı, aldatıcı ve yalan haberler yoluyla kamuoyunun algısını veya davranışlarını değiştirmeyi amaçlayan bir tavırla psikolojik manipülasyon yapmaya çalışmıştır.”

Kolluk burada kendini ele veriyor. Ve satır araları, bu fezlekenin sipariş üzerine, talimatla hazırlandığını veya hazırlayanların bir takım beklentiler içinde olduğunu söylüyor. Şöyle ki; Eğer söylendiği gibi kara propaganda yapılmış ise demek ki propaganda konusu gerçek değil, yani ülkenin güvenlik ve menfaatlerinde zarar yok demektir. İçinde hakaret kelimelerinin geçtiği“yetersiz, yanıltıcı, aldatıcı ve yalan habercilik” bölümündeki üslup bana tanıdık geldi...

Ayrıca soruşturma konusundaki kast, atılı suç kastı değil de söylendiği gibi kamuoyunun psikolojik manipülasyonla algı ve davranışlarını değiştirmek, devleti ve hükümeti itibarsızlaştırmak ise suç kastı, suçun manevi unsuru yine oluşmamıştır.

Bu paragraftaki üslüp ve yaklaşım bana şunu hatırlattı; Müvekkile açılan bir tazminat ve ceza davasında yukarıdakine benzer bir üslupla “... ... .... .... ... .... ... ... ... ... ... .. .. .. .. . .. .. .. .. ... .. .. .. ..

..... . . ..... ... .. .... ... ... ... .......... ... ... .. yapmayı gazetecilik zanneden” şeklindeki cümleler vardı Fezlekenin son paragrafında ise “eski gazeteci” tabiriyle biraz önceki psikolojik manipülasyonu aynen kullanılması suretiyle adeta bir tehdit var burda.

Gazeteci kelimesinin önündeki “ESKİ” sıfatının kullanılması tesadüf değildir. Gerçek anlamda psikolojik manipülasyon işte budur. Bence Müvekkil bakımından, “artık gazeteciliğin bitti, bundan sonra dışarı da çıkamazsın gazetecilik de yapamazsın, lafım hem sana hem de senin gibi muhaliflere, akıbetiniz böyle olur.” denmektedir.

MSB İNCELEME RAPORU :

Dosyadaki bu rapor gerçekçi değildir. Bizce son derece hatalı ve eksiktir. Çünkü; Telefon konuşma içerikleri MSB'ye gönderilerek “konuşmaların yapıldığı tarih itibarıyla devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgi olup olmadığı” sorulmuştur. Ankara CBS tarafından iddianamede geçen (A-Z'ye sıralanan) 28 haberden 10 tanesi Savcılık makamınca elenerek 18 tanesi değerlendirilmek üzere MSB'ye gönderilmiştir. Bahse konu 18 haberden/yazıdan 4 tanesi Heyet tarafından “böyle bir olay yoktur” diye değerlendirilmemiştir. 14 tanesi hakkında gizli olduğuna dair değerlendirme yapılmıştır.

Bu değerlendirmeye tabi tutulan konulardan, Müvekkilin yazdığı bir tane haber vardır.

MSB Heyeti'nin yaptığı değerlendirmeye güvenmiyoruz, neden? Çünkü; yukarıda Kolluğun çalışmalarını-yaklaşımını ifade ederken, normalden farklı olduğunu, farklı davrandıklarını ifade etmiştim. Yargılama konusu haberlerin içeriği, TSK ile ilgili, değerlendirmeyi yapan, MSB heyeti; heyetin bağlı olduğu makam MS Bakanı; Soruşturmayı yapan, Fezlekeyi tanzim ederken tarafgir davranan, EGM-TEM Şb personeli İçişleri Bakanına bağlı, Maalesef Müvekkil, hem MSB'ı ile hem de İçişleri Bakanı ile ihtilaflı, Yargısal anlamda, hukuki husumet içindedir.

Hem Genelkurmay Başkanlığı'nın hem de K.K.K'lığının bünyesinde, Yazılı ve görsel medyayı, açık kaynakları, günlük olarak inceleyen-takip eden birimleri mevcuttur, onların basın özetleri-bilgi notları dahi dikkate alınsa, bunlardan ilgili olanlar dosyaya kazandırıldığında savunmamızı destekler mahiyette olduğu anlaşılacaktır.

Ancak şu kaygımı söylemeden edemeyeceğim, yine FETÖ'nün bir kumpası olan, o zamanlar İzmir Casusluk Davası olarak bilinen davanın hem soruşturma safhasında hem yargılama safhasında Genelkurmay Başkanlığı koordinatörlüğünde oluşturulan heyet; benzer şekilde sanıklara ait olduğu iddia edilen bir kısım belgelere, sırf özel yetkili savcı öyle istedi diye, (2011-2012'de) tereddütsüz olarak GİZLİ-ÇOK GİZLİ diye raporlar tanzim ettiler, sahte belgelerin TCK madde 327-328-334-335 kapsamında olduğuna dair çizelgeler yaptılar, O yargılamanın Özel yetkili savcı ve hakimleri, şimdi ya firardalar- ya tutuklandılar, TSK'de o ekipten bugün için kimler kaldı bilmiyorum, Yani MSB'den gelen değerlendirmeye karşı önyargılı değilim, ancak önkoşulsuz- %100 güvendiğimi de söyleyemem. Temkinli yaklaşılması gerektiği kanaatindeyim.

Bu husus son derece önemlidir, suçun yasal unsuru olan devletin güvenliğini ve menfaatlerini zarara uğratacak “ifşanın olmadığı” Müvekkilin yazısından çok daha önce suç konusu-dolayısıyla yargılama konusu yapılan yazıların muhtelif yazarlar tarafından yazıldığı aleniyet kazandığı hususu bizce sübuta ermiştir. Bu hususların tespiti- çelişkinin giderilmesi bakımından heyette bir tereddüt oluştu ise yani sadece yazıların zamanı bakımından Bilirkişi incelemesinin yapılmasını tevsii tahkikat talebi olarak beyan ediyoruz.

ÇELİŞKİLER :

Erdal Baran'dan temin edilen bilgilerle yazıldığı iddia edilen yazıların esasen Müvekkilden önce diğer gazeteler ve gazeteciler tarafından yazılmış olduğu, Yargılama konusu yapılan yazılar içerik olarak incelendiğinde, Müvekkil tarafından yazılan yazıların/haberin diğer medya organları tarafından yazılmasından önce haberi hemen/anında vermekten ziyade; o konuda daha önce genelde kendinin yazdığı-yaşanan ilgililerin söylediği hususların birleştirilerek -yorumlanarak bir sonuca gidildiği, olayların analizinin yapıldığı, geleceğe yönelik bir kısım tahmin/öngürü veya beklentilerin dile getirildiğini görüyoruz.

Yani Müvekkilde “haberi önce ben yazayım kaygısından çok olayları/yaşananları en doğru ben yorumlayıp en doğru-en gerçekçi analizi ben yapayım” düşüncesi hakim olmuştur. Dolayısıyla Erdal yaptığı görüşmeler neticesinde doğrudan yapmış olduğu hiçbir haber yoktur.

1. Başlangıçta arz ettiğim gibi; Huzurdaki yargılamanın dayandığı iddianame ve iddianame içeriğini oluşturan soruşturma safhası bizce yasaya aykırı olarak İstanbul CBS yerine Yetkisiz olan Ankara CBS tarafından yürütülmüştür.

2. İletişimin denetlenmesine dair dinleme-kaydetme ve analiz değerlendirmesi, soruşturma konusu fiilin başlangıçta “siyasal ve askeri casusluk” olduğu dikkate alınmadan- bu safhada yasal sorumlunun MİT olduğu düşünülmeden Ankara TEM Şb. tarafından yapılmıştır.

3. Erdal Baran ile Sanıklar Müyesser ve İ.Zeki'nin arasında geçen ve yargılama konusu yapılan konuşmaların benzeri hatta aynısı Erdal Baran ile bir kısım diğer asker kişiler arasında geçmiş olmasına rağmen diğerleri soruşturmaya dahil edilmemişlerdir.

4. Erdal Baran ile diğer sanıklar arasındaki telefon konuşmalarının içeriği gizlilik değerlendirmesi bakımından MSB'da bir heyet tarafından incelenerek rapor tanzim edilmiştir. Bu rapor bizce eksik ve hatalıdır. Konuşulan konularda Müvekkilin yazıları ya çıkmamıştır veya Müvekkilin yazıları konuşulandan çok daha farklı yorum ve analizler ile çıkmıştır. Ama her halükarda Müvekkilden önce, birileri bu konularda muhakkak yazmıştır.

5. Soruşturma safhasında el konulan ve imajları yasaya uygun olarak alınmayan dijital materyallere dayalı olarak hiçbir isnat olmadığından, bu hususta sadece kolluğun iş ve işlemlerinin yasaya aykırı olduğunu beyan etmekle yetiniyoruz.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME :

Soruşturmanın önce casusluk (TCK md. 328) ile başlayıp sonra ifşaya (TCK md. 329/1) dönüşmesi “soruşturmanın yasallığı ve tarafsızlığı boyutunda” ciddi bir çelişkidir ve bizde tereddüt oluşturmuştur.

*. Uzman mütalaasının EK'inde her bir konuşmaya dair basında çıkan diğer haberleri ibraz ettik. Gizlilik değerlendirmesi yapan MSB Heyetinin “GİZLİDİR” diye hazırladığı çizelge hilafına haber örneklerini tek-tek saymıyorum.

Dolayısıyla yargılama konusu yapılan haberlerin/yazıların hepsi Müvekkilden önce yetkililer tarafından ve diğer basın yayın kuruluşları tarafından- gazeteciler tarafından yazılmıştır, haber yapılmıştır bu itibarla aleniyet gerçekleşmiştir. İfşanın ifşası aklen ve hukuken mümkün değildir. Bu bakımdan ortada suç yoktur.

*. Dolayısıyla Müvekkilin fiili ile sebep olduğu ülkenin güvenliğine veya ulusal menfaatlerine dair uğranılan hiçbir zarar söz konusu değildir.

*. Müvekkilin vatan, millet, bayrak sevgisi-devletine bağlılığı her şeyin üzerindedir. Gerçekten haber değeri olsa dahi yazacakların eğer ki devletin yüksek menfaatlerine zarar verme ihtimali varsa veya ulusal güvenliğe zarar verme ihtimali varsa bunlar süzgeçten geçerek kesinlikle haber yapılmamıştır.

*. 15 Temmuz darbe davalarını bizzat takip eden ve duruşmaları tarafsız olarak yazan tek gazetecidir. Duruşmaları günlük ve güncel olarak takip ettiği gibi 15 Temmuz ihanetine dair yargılamalarda dava dosyalarındaki mevcut bilgilerin-belgelerin analiz edilerek görünenden bilinenden çok farklı-ezberleri bozacak şekilde, bir içerik ile kitap yazmasından korkulduğu için, dijital arşivini ele geçirmek-kontrol etmek maksadıyla

*. Aynı zamanda Darbe teşebbüsüne karışan ve ihanetin içinde olan KRİPTO FETÖ'cülerin açığa çıkma- İFŞA olma kaygısıyla kolluktaki kripto mensuplarının yargıyı yanıltarak kotardıkları bir soruşturmayla huzura gelen davadır.

*. Müvekkil masumdur, devletini- vatanını- milletini seven dürüst-tarafsız-namuslu bir gazetecidir.

ATILI SUÇUN YASAL UNSURLARI :

Bizce oluşmamıştır. Zira; Demokratik ülkelerde, ulusal güvenlik nedenleriyle basın özgürlüğünün kısıtlanması için bazı kriterler kabul edilmiş bulunmaktadır.

“Bu kriterlerden en önemlisi ilk defa, Schenck v. United States davasında, Yargıç Holmes tarafından dile getirilen “açık ve mevcut tehlike”dir. Bu kritere göre, ifade özgürlüğü ile ilgili her davada bakılması gereken şey “kelimelerin açık ve mevcut tehlike yaratacak şekilde kullanılıp kullanılmadığıdır”. Burada tehlikenin muhatapları bireyler ve toplumdur. Diğer bir deyişle, eğer bir düşüncenin açıklanması, bireyler ve toplum için açık ve mevcut bir tehlike yaratıyor ise bu düşüncenin açıklanması sınırlanabilir.

Bu tehlike hem “ciddi” ve “somut” olacak, hem de “açık” ve “mevcut” olacaktır. Devletin güvenliğine ve ulusal menfaatlerine dair gizli bilgi olduğu iddia edilen yargılama konusu haberlere karşı yaklaşık 1 senedir hiçbir erişim yasağı- engelleme kararı gibi adli veya idari tedbir dahi alınmamıştır.

Yargılama konusu telefon görüşmelerinde veya haberlerde “devlet sırrı” vasfı yoktur. Kaldı ki bu vasıfta olsa dahi haberlerin hemen hepsi, Müvekkilden çok önce haberleştirildiğinden artık “sır olma vasfı kalmamıştır” Ve bu itibarla suç oluşmamaktadır.

Benzer şekilde, YRG 16 CD.'nin 2016/6690E-2018/604 K. sayılı içtihadı vardır. Bu içtihatta özetle; “... Sanık ... yönünden; suç tarihi itibariyle Cumhuriyet Gazetesinin Ankara temsilcisi olan sanığın anılan gazetenin 12 Haziran 2015 tarihli nüshasında aynı olaya ilişkin Jandarma Kriminal Laboratuvarınca hazırlanan rapora atfen "Jandarma Var Dedi" başlıklı haberi yaptığı sabittir. Yayımlanan bilgi ve belgelerin Devletin güvenliği ve siyasal yararlarına ilişkin olduğu da tartışma konusu değildir. Ancak aynı bilgilerin DİĞER Sanık ... tarafından gazetenin 29/05/2015 tarihli önceki nüshasında yayımlanarak açıklandığı ve bu suretle “devlet sırrı” vasfını kaybettiği görülmektedir. Bu nedenle sanığa müsnet devlet sırrı niteliğindeki bilgileri casusluk maksadıyla açıklamak suçunun unsurları itibariyle oluşmadığının kabulü gerekmektedir.”

*. Ayrıca; Usul yasasında yazılı olduğu şekilde tutukluluğun yasal şartlarının da olmadığı ve Müvekkilin tahliye edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

NETİCE ve TALEP :

Huzurda yargılanan esasen gazeteci Müyesser UĞUR değildir. Onun şahsında gazetecilik yargılanmaktadır, anayasal hak olan haber edinme hakkı yargılanmaktadır. Yaklaşık 35 yıllık gazeteci olan ve yazılarıyla topluma malolan Müvekkilin serbest kalması Düşünce özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olan, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜnün içerdiği haber verme ve haber alma hakkının kişi ve toplumsal anlamda kısıtlanmaması bakımından da son derece önemlidir.

Biraz önce arz ettiğim hususları dikkate alarak, Bizce yasal unsurları oluşmayan suçun varlığını, Şartları oluşmadığı halde Müvekkilin yaklaşık 5 aydan fazla tutuklu kaldığını da gözeterek, Bihakkın tahliyesine karar verilmesini talep ederim.”

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız savunmasını yaptı. Yıldız, savunmasının başlangıcında mahkeme heyetini eleştirdi. "Gazetecinin herkesle konuştuğunu" hatırlatan Yıldız, "40 yıllık gazeteciyim 35 senedir konuştuğum insan var. Erdal Baran yalan söylemeye zorlanıyor. 2015'de FETÖ'nün mağdur ettiği bir asker olarak tanımışım ona neden FETÖ'cü diyeyim" dedi.

Yıldız, savunmasında şunları söyledi:

"Huzurunuza gelmeme sebep olan, bir iddianame değil, bir intikamnamedir. O yüzden sözlerimin başında bu intikamnameye karşı herhangi bir savunma yapmayacağımı belirtmek istiyorum.

Ancak öncelikle benimle birlikte bedel ödettirilen, ailem başta olmak üzere ilk günden itibaren kurulan bu tezgâha inanmayıp, bana sahip çıkan insanlar için ve elbette tarihe not düşme adına söyleyeceklerim var.

ERDOĞAN "KANUNİ" DEMİŞTİ, BİZE YAPILANLAR KANUNİ BİLE DEĞİL

9 yıl önce Odatv kumpasında topluca tutuklandık ve yine bu ayda hakim huzuruna çıktık. Orada ne söyledim?

Sayın Recep Tayyip Erdoğan 10 ay hapis cezasına çarptırıldığında, “Bu karar kanuni olabilir, ama hukuki değil. Hukukunuzu tanımıyorum.” demişti. İşte bu sözleri hatırlatıp, “Bize yapılanlar kanuni bile değil. Ben de hukukunuzu tanımıyorum. O yüzden savunma yapmayacağım.” dedim.

Ne yazık ki, bugün de aynı sözü tekrarlamak durumundayım. Baştan itibaren kanun, hukuk ve ahlâk tanımadan oynanan bu kirli oyunu, şimdi sizlerin huzurunda savunma yaparak, sanki hukuk varmış, adalet tecelli edecekmiş gibi sürdürmek ve legalleştirmek istemiyorum.

Bu intikamnameyi önünüze geldiğinde lâyık olduğu yere, tarihin çöplüğüne göndermenizi dilerdim, ama yapmadınız. Oysa bunu kabul ettiğiniz gün,tensipte aldığınız kararlarla, o kağıt yığınının ne kadar pervasızca derlendiğini tespit edip ortaya koyan sizlerdiniz. Ancak istenirse hâlâ bir fırsat var. Bizleri yargılamakla zaman geçirmek yerine, “Bak, seni hiçbir delil, belge olmadan ve hukuku ayaklar altına alarak tutuklayıp hapse attık. Sebebi de bazı büyüklerimizi rahatsız etmen.” mesajının verildiği bu intikamnameyi hazırlatanların peşine düşüldüğü takdirde, ülkenin güvenliği adına çok daha önemli bir hizmet yapılmış olunacaktır.

Kendim için üzülmüyorum. Üzüldüğüm, hukukun böylesine alenen iğfal edilmesidir. Aslında hukuk demeye de dilim varmıyor, çünkü bu çok değerli kavramın içini boşaltmış oluyoruz. Şu olanlara ne ad verilir diye çok düşündüm. Mesela yamyamları merak ettim, araştırdım. İnanın onlarda bile kural, kaide var. Kimi yiyecekleri, neresini yiyecekleri; ne zaman, nasıl yiyecekleri belli.

Burada ne var? Hedef belli: ben... İyi de yıllardır görmediğim değerli gazeteci İsmail Dükel’den, hastalığı olan gariban bir astsubaydan ne istersiniz? Doğrudan, “Seni alıp içeri atıyoruz.” dense daha insani ve mertçe olur, hukuk da böyle iğfal edilmezdi.

Son dönemde birçok siyasi davada, “Kurt kuzuyu yemeye karar vermiş.” sözü sıkça kullanıldı. Kurt için niye böyle söyleniyor, bilmiyorum; ama yaşananlar karşısında artık kurda haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. Çünkü kurt asildir, tezgâh-tuzak kurmaz, mertçe mücadele eder. Ayrıca Türk milletinin tarihinde çok önemli yeri vardır. O yüzden “kurt” yerine artık başka bir kelime bulunmalı diyorum. Mesela çakal veya tilki olabilir.

BİRİLERİ MÜYESSER’İ YEMEYE KARAR VERMİŞ

Bu tezgâh nasıl kuruldu; biraz buna değinmek istiyorum.

Geçenlerde Fransa’yla aramızda yaşanan tartışmalar sebebiyle bir yetkili, 122 yıl önce Emile Zola’nınDreyfus Davası’nda zamanın Cumhurbaşkanı’na yazdığı “itham ediyorum” başlıklı mektubu paylaştı. Konunun benimle ilgisi, mektubun içeriği değil, Dreyfus Davası. Orada da bir ihbarcı vardı.

Savcı Bey ifademi alırken, soruşturmanın sebebini sorduğumda, “İhbar mektubu.” dedi.

“Kim?” diye sordum.

“İsimsiz, imzasız.” karşılığını verdi.

İsimsiz, imzasız ihbarların dikkate alınmadığını hatırlattığımda ise, “Ama iddialar çok ciddiydi.” dedi.

Savcı beyin, “isimsiz, imzasız, çok ciddi” dediği mektubu gördük!..

Adı, sanı olan ihbarcı araştırılmamış, bilgisine başvurulmamış ve mektup da iki satırlık afaki iddialardan ibaret.

Yine geçenlerde gazetelere yansıdı; meşhur Kozmik Oda kumpasındaki kurbanlardan Albay Erkan Yılmaz Büyükköprü, yaşadıklarını kitap haline getirmiş. O zaman da aynen buradaki gibi, bir albay için, “Bilgi, belge sızdırıyor.” ihbarı gelmiş. Ne yapılmış? O albay aylarca fiziki takibe alınmış... Sonrası malum; bu ekip ava giderken, “Bülent Arınç’a suikast” denilerek avlanmış.

Peki burada Erdal Baran izlenmiş mi? Hayır. Ya ne yapılmış? Hemen telefonu için dinleme kararı alınmış.
Neden? Çünkü telefonun diğer ucunda beni bulacaklarından adları gibi eminlerdi. Nereden biliyorlardı? Çünkü öncesinde, illegal olarak dinlenmiştim. Yıllarca aradılar, taradılar; en son bu astsubay üzerinden işi legalleştirdiler.

Biz bunu nasıl anlıyoruz? Bizzat TEM Müdürü imzalı fezlekeden ve MİT’in gönderdiği, “delil olarak kullanılamaz” yazısı olduğu halde dosyaya konarak, adeta gözümüze sokulan bir kağıt parçasından.

Ergenekon, Karargâh evleri, İstanbul askeri casusluk gibi birçok kumpastaki rolünü gayet iyi bildiğimiz MİT’ten başlayayım.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kağıt üzerinde de olsa, halen bir hukuk devletidir, istihbarat devleti değil. Bu kağıt parçasına itibar edenler, keşke onu yazan ve getirenlere, “Yahu, Binbaşı O.K. olmasa 15 Temmuz’u ruhunuz duymayacaktı. Haydi bunu geçtik, ihbar geldikten sonra neden Başbakan’a bilgi vermediniz? Nasıl yeniden MİT’e dönüp, Diyanet İşleri Başkanı ile yemek yediniz? Şunları bir anlatın.” diyebilse, ondan sonra benim yakama yapışsa, saygı duyardım.

TEM Müdürü imzalı fezlekeye gelince;

Yine 9 yıl önceki Odatv kumpasından örnek vereyim. Sözde iddianamede bol bol haber ve telefon tapeleri vardı. Kara propaganda yaptığımız, halkı yanılttığımız, kamuoyunda algı yaratmaya çalıştığımız yazılmıştı. Bana yöneltilen sorulardan birisi ise 2010’da MİT Müsteşarı’nın İmralı’daki teröristbaşıyla görüşmesini neden yazdığımdı.

İşte 9 yıl sonra TEM Müdürü, benim hakkımda aynen bu ifadeleri kullanmış. Eşimden dolayı teşkilâtı az çok bilirim. Benim sıkıcı, uzun dış politika yazılarımı sanıyorum çoğu kez Barış’lar bile okumazken, bu polis müdürü veya emrindekiler bu kadar işlerinin arasında bunların tamamını baştan sona okumuş, sonra “kara propaganda yaptığım, kamuoyu algısını değiştirmeye çalıştığım, devleti ve hükumeti zor duruma düşürmeyi amaçladığım” kanaatine varmış. Eğer gerçekten okudu ve anladıysa, bu şahsı derhal Dışişleri Bakanı yapmalı, Emniyet’te harcamamalı... Ama okumadığını, sadece bir yerlerden kendilerine gelen notları fezlekeye dönüştürdüğünü şuradan anlıyoruz; bizzat Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını suç saymış. Ancak müdür de, buna itibar eden de farkında bile değil ki, beni suçlamak isterken, gerçekte Sayın Erdoğan’ı suçluyorlar.

Önemli mi? Değil. Çünkü birileri Müyesser’i yemeye karar vermiş!..

Aynı müdürün yazısında bir cümle var, “Yapılan çalışmalar sonucunda şüpheli Erdal Baran ile olan irtibatı dikkat çekici bulunmuş ve bu yönde soruşturma başlatılmıştır.” diyor.

İşte önce benim takip edildiğimin itirafı ve delili.

Yine aynı yazının sonuç bölümünde benim için kullanılan ifade şu:

“Eski bir gazeteci.”

Bunu tecrübe anlamında söyledilerse, tamam. Ama niyetin bu değil, ipimin çekilip, beni eski bir gazeteci yapmaya karar verildiğinin ifşası olarak algılıyorum.

Ne tesadüf; bir devlet yetkilisi de aleyhime açtığı davada, gazetecilikten men edilmemi istemişti. Mart’ta sonuçlanan davada gazetecilikten men kararı çıkmadı. Anlaşılan, bu intikamname ile tamamlanmak istendi.

Zaten dava konusuyla hiçbir ilgisi olmayan, 2018 yılına ait ve aynı devlet yetkilisi ile ilgili bir haberimin de intikamnameye konulmasıyla adeta bunun mesajının verildiğini görüyoruz.

İzmir Casusluk kumpası hatırlanacaktır. Yüzlerce asker Yunanistan lehine askeri casusluk yapma iddiasıyla tutuklandı. O iftiranameyi hazırlayan savcı sonradan Yunanistan’a kaçarken yakalandı, malûm. İşte bu davada birtakım belgeler Genelkurmay’a soruldu. Şimdiki Genelkurmay Başkanı’nın başkanlığında bir heyet; ders notları, İlker Başbuğ’un seminer konuşması dahil hepsi için “gizli belge” diye rapor verdi.

Bunu niye anlatıyorum? Burada da belge değil, Erdal Baran’la telefon konuşmalarımız davalık olduğum, aleyhime açtığı dava ilegazetecilikten men edilmemi isteyen yetkilinin başında bulunduğu Milli Savunma Bakanlığı’na sorulmuş. Onlar da neredeyse hepsine “gizli bilgi” demiş - Libya’ya gönderilen korgeneralimizin ismi için bile. Allah aşkına, Meclis’ten çıkan tezkereyle gönderdiğimiz birliğin başındaki komutanın adı nasıl gizli olabilir? ÖSO kıyafetiyle veya illegal mi gönderildi? Suriye’deki operasyonları yöneten Zekai Aksakallı, İsmail Metin Temel’in adını 5 yaşındaki bebeler bile ezberlemişken, daha geçenlerde, üstelik çok kritik olan Somali’deki görev gücümüzün başındaki komutanın adı yazılmış çizilmişken, koca Korgeneral nasıl gizli olabilir?

Sözkonusu Müyesser’i yemekse, olur!.. Hele de sorulan adres Müyesser’e, Odatv’ye husumet içinde olan bir yerse!..

9 yıl önceki Odatv kumpasından bir başka örnek vermek istiyorum. İfademi bizzat, o zamanın “milli kahramanı”, şimdinin “FETÖ”cüsü ve firarisi, sözde savcı Zekeriya Öz aldı. Öncesinde onunla da davalık olmuştum.

İfademe başlarken, suç bölümüne “terör örgütü yöneticiliği” diye yazdırdı. Ancak ifade bittikten sonra başa dönüp, bunu “terör örgütü üyeliğine” çevirdi. Hayatımda ilk defa bir baş olacaktım, burun farkıyla kaçırdım!..

Burada ne oldu?

“Askeri casusluk” suçlamasıyla evim acımasız bir şekilde basıldı, alındım. Üçüncü günün sonunda Savcı Bey’in huzuruna çıktığımda, daha ifadeye başlamadan suçun nevinin değiştiğini söyledi.

Hale bakın!.. Resmi olarak Aralık’tan beri soruşturulmuşum, evim basılmış. Sonra gözaltındayken casus olmadığım anlaşılıyor ve suç değiştiriliyor. Maalesef Türk Mata Hari’si olmayı da böyle kaçırdım!..

Niye böyle yapıldı? Çünkü birileri TSK’nın itibarını kurtarmak için kendini siper eden Müyesser’i itibarsızlaştırarak yemeye karar vermişti.

Aslında en başından beri olayın askeri casusluk olmadığını bal gibi biliyorlardı. Bildikleri için de böylesi ciddi bir iddianın soruşturması için gerekli asgari şartları dahi yerine getirme gereği duymadılar. Ama maksat hasıl oldu, bu ciddi suçlamayla tutuklandım. Peki daha ben gözaltındayken HTS’sindenMASAK’ına, Bank Asya sorgusundan TEM-KOM raporlarına her şey geldiği ve casus olmadığım anlaşıldığı halde dosyadaki kısıtlılık neden kaldırılmadı? Çünkü amaç, “dosyada daha bilmediğiniz neler var” algısı yaratıp tutukluluğa ve devamına gerekçe yaratmaktı.

Bu bölüme dair son iki not:

İtibar etmedim, etmiyorum; ama birileri sık sık, “15 Temmuz’da hazırlanan ölüm listesinde adım vardı.” diye nasıl bir tehlike atlattığını anlatıyor ya, o listede benim de adım vardı. Yani doğruysa, 15 Temmuz başarılı olsa ben de ortadan kaldırılacaktım.

Çok şükür, 15 Temmuz başarılı olmadı, yaşıyorum; ama 15 Temmuz’u sorguladığım için hapisteyim. Eğer o listeler ciddi ise dikkat çekici bir kesişme, değil mi?

Ben tutukluyum, ama “devletin güvenliğini” tehdit ettiğim yazılar özgür!..

Şu gerçek bile suç unsurunun o yazılar değil, bizzat ben olduğumu ispatlıyor.

2011’deki Odatv kumpası, İzmir casusluk kumpası vs... Tüm bu benzerlikleri niye anlattığıma gelince;

Diyorum ki, bu intikamnameyi hazırlayanlar veya hazırlatanlar ya da her ikisi birden “FETÖ’cü” olmalı!..

Aslında Necati Doğru’nun, Emin Çölaşan’ın, Sözcü gazetesinin “FETÖ’cülükle” suçlandığı bir yerde “FETÖ” demenin de inandırıcılığı kalmadı. Ki zaten, “FETÖ” demek, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlikeyi küçültmektir. Bence bunun tam adı Gladyo’dur, Sevr Örgütü’dür.

Sanıyorum herkes gazeteciliğin ne olduğunu anlatmamı bekliyor. Hayır, bunu yapmayacağım. Çünkü, birincisi, ülkemizde artık uzunca bir süredir başka bir cins gazetecilik var. Gazetecilik şöyledir, böyledir, habere şöyle ulaşılır diye anlatsam, sizler dahil birçok kimseye ütopyadan söz ediyorum gibi gelir. İkincisi, bu intikamnamenin mantığından, vermek istediği mesajdan anlıyoruz ki, sadece devletin açıkladığı yazılabilir, onun dışındakiler “casusluk, gizli bilgi, devlet sırrı” sayılır!..

Yine de birkaç şey söylemek istiyorum.

O polis müdürünün fezlekesinde, “Gazeteci kimliğini kullanarak, birçok şahıs ile irtibatlıdır.” diye yazılmış.

Ne demek gazeteci kimliğini kullanarak? Gazeteciyim yahu, işim bu. İşimin birinci gereği de insanlarla görüşmek. Sanki gazetecilik kimliğimi kullanarak dolandırıcılık yapmışım!..

Yine bir kumpas davasına müracaat edeceğim. Ergenekon’da yıllarca hapis yatan gazeteci-yazar Mustafa Balbay, mahkemede şöyle demişti:

“Bizde belge bulunması, şoförde ehliyet bulunmasıyla eşdeğerdir. Şoföre, ‘Neden ehliyetin var?’ diye sorar mısınız? Poliste jop, çobanda kaval, gazetecide belge olur. Bu kadar doğal; ama bizi yemeyi kafalarına koymuşlar.”

ÜLKEMİZDE YUNAN GAZETECİLER İSTEDİĞİ GİBİ ÇALIŞABİLİYOR, BU ÜLKENİN EVLADI OLAN BEN BURADAYIM

Koca 10 yıl geçti. Durum ne?

Duyma, görme, sorma, yazma... Ve bu intikamname ile yeni bir aşama: konuşma!..

10 yıl önce kitaplar bombadan daha tehlikeli sayılıyor, basılmamış kitaplar toplatılıyordu. Şimdi tek tek yazılar bombadan daha tehlikeli gösteriliyor, yazılma ihtimali olan kitaplardan korkulup operasyon yapılıyor.

Bu intikamname çıkınca, ismi lazım değil, gazetenin biri benimle ilgili, “Astsubayın anlattıklarını tek tek not almış.” diye başlık attı. Tabii arkadaşlar yeni sistem gazetecilik yaptığı, plazalarda oturup önüne gelen hazır metinleri yayımladığı için gerçek bir gazetecinin nasıl çalıştığını bilmiyor. Elbette ki, gazeteci en önce not alır. Ama nereden bilsinler!..

Geçenlerde Danimarka’da bizim açımızdan rüya gibi bir olay yaşandı. Devletin televizyonu, Askeri İstihbarat Başkanı’nın, vatandaşların kişisel verilerini ABD istihbaratı ile paylaştığına dair bir haber yayınladı. Bizde böyle bir haber yapılsa ne olur? En önce yayınlanamaz da, velev ki yayınlandı; kesilir, o televizyon basılır, kapatılır, haberi yapan ve yayınlayanlar da anında tutuklanır, değil mi? Orada ne oldu? Olaya bizzat Başbakan el koydu ve Askeri İstihbarat Başkanı ile 2 yardımcısını derhal görevden alıp, haklarında soruşturma başlattı. Ne garip ülke, değil mi?

Bir başka olay.

Biliyorsunuz, Yunanistan’la Meis krizi yaşadık. Anadolu Ajansı’ndan arkadaşlar oraya gidince, ırkçı bazı siteler onları hedef gösterdi. Bunun üzerine devletimizin bir yetkilisi, “O gazeteci arkadaşlarımızın saçının teline zarar gelirse, bunun bedelini ödersiniz... Basın özgürlüğü dersi vermeye kalktıkları Türkiye’de Yunan gazeteciler istediği gibi çalışırken; bir AB üyesinin mafya devleti gibi davranabilmesi düşündürücüdür.” diye tepki gösterdi.

Evet, ülkemizde Yunan gazeteciler istediği gibi çalışabiliyor. Ya bu ülkenin evladı olan gazeteciler?! Cevap: işte buradayım!

Aynı konuda iktidar partisinin bir yetkilisi de şu açıklamayı yaptı:

“Yunanistan'da faşistlerin Anadolu Ajansı çalışanlarını hedef göstermesi tam bir barbarlık. Yunan makamlarının bu konuyu geçiştirmesi kabul edilemez. Yunan makamları faşistlerden mi basın özgürlüğünden mi yana olduklarını netleştirmeliler. Yunan makamları bu faşistleri bulmalı ve gereğini yapmalıdır. Yunanistan için bu olayın açığa çıkarılması ve tekrarının önlenmesi bir zorunluluktur.”

Çok doğru da, keşke ülkemizde her gün birileri hedef gösterilmese, “Tutukla, tutukla” diye tempo tutulmasa!.. Son olarak Odatv davasında Barış’ları, Murat Ağırel’i ve nihayetinde beni hedef gösteren Yunan faşistleri miydi? Neyse ki, bizde gereği yapıldı. Şöyle yapıldı; hedef gösterenler değil, gösterilenler tutuklandı. (4)Can güvenliğimizi sağlamak için olsa gerek!..

Son bir örnek:

Çok yakın zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Lübnan’da bir haberden dolayı bir gazeteci ile tartıştı. Fransa’ya döndüklerinde o gazeteci tutuklanmadı, hakkında soruşturma falan açılmadı. Herkes Macron’u kınadı. Bir kınama da ülkemizden geldi. Bir yetkili aynen şunları söyledi:

“Macron'un, Lübnan'da gazeteciye yönelik saygısızca tepkisinden ve hakaretlerinden derin endişe duyduk. Fransız polisinin geçtiğimiz aylarda sokak gösterileri sırasında gazetecilere yönelik şiddetiyle birlikte düşünüldüğünde, Fransa'nın gazeteciler için giderek daha tehlikeli bir yer haline geldiği ortadadır. Sayın Macron kendisinin eleştirilmediği, gerçeklerden kopuk bir dünya hayal ediyor. Gazetecilerin, kendisinin keyfini kaçıran haberler yapmadığı bir düzen istiyor.”

Ne diyeceğimi bilemiyorum; “İyi ki Fransa’da gazetecilik yapmıyoruz.” diye şükredelim bari.

Gazetecilikle ilgili son söyleyeceğim şudur:

Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, “Basın milletin ortak sesidir.” demiştir. O yüzden Sivas’ta yayımlanan gazetenin adı İrade-i Milliye, Ankara’ya gelir gelmez çıkardığı gazetenin adı Hakimiyet-i Milliye olmuştur; İrade-i Kemal veya Hakimiyet-i Kemal değil.

Gazeteciliğin hal-i pür melali ortada. Çok kurban verdik. Bugün artık öldürülmüyoruz diyeceğim; ama bence son olarak Bekir Coşkun, kurşunla veya bombayla olmasa da, köyden köye sürülerek, kahrından öldürüldü. Ona ve diğer tüm üstatlarıma rahmet diliyorum.

Çöle dönmüş koca bir ülkede bir vaha, bir serap gibi gazetecilik yapmaya çalışan bir avuç insan kaldı. Onlar da baskıyla, tehditle, hapisle yıldırılmak isteniyor. Bitirilmek istenen sadece bizler, basın özgürlüğü değil, doğrudan düşünce özgürlüğüdür.

Vatan şairimiz Namık Kemal 150 yıl önce, “Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-yı hürriyet! Çalış, idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten.” diye haykırmıştı.

Evet, Namık Kemal’in imkansız gördüğü şey yapılmak; basın susturularak, insanların bilgi ve fikir sahibi olması, yani düşünmesi ortadan kaldırılmak isteniyor.

Bunu hedefleyenlere, kendilerine yakın bir ismin, Sezai Karakoç’un, “Onlar sanıyor ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak.” sözlerini hatırlatmamın, bilmem, bir anlamı olur mu?

Bu meslekte işsizlikle de açlıkla da hapisle de sınandım. Sınanmadığım bir canım kaldı. Onunla da sınayabilirler, umurumda değil. Ama bırakın dirimi, benim ölümü bile haksızlık, hukuksuzluk, yanlışlık, ihanet karşısında susmaya, yani mesleğime, milletime, ülkeme ihanete kimse razı edemez.

Ata’mızın izinde, “Bağımsızlık benim karakterimdir.” dedim, demeye devam edeceğim.

Yaklaşık 40 yıllık gazeteciyim. Bunun 10 yılında devlette görev yaptım. Önümden çok gizli bilgi-belge geçti. Devletin güvenliğinin ne olduğunu ve ne olmadığını iyi bilirim.

Devletin güvenliğini;

- Düne kadar Fetullah Gülen’in önünde el pençe divan duranlardan,

-İmralı’daki teröristbaşıyla görüşen ve görüşmek için sıraya girenlerden,

-Askere, polise silah bıraktırıp teröristlere resmi geçit yaptıranlardan,

-Bir başka ülkeye hizmet için yemin etmiş olanları büyükelçi atayanlardan,

-Milli mücadeleden beri düşmanın hedefinde olan Türk ordusunu binbir kumpas, hile ve desise ile tasfiye edenlerden öğrenecek değilim.

Hele de dün, ülkemizin kırmızı çizgilerini hatırlattığımız için, bizleri “ırkçı, faşist, kandan beslenenler, Ergenekoncular” diye suçlamışken, bugün bizden daha vatansever kesilip, bizleri bir kez daha hedef alanlardan öğrenecek hiçbir şeyim olamaz.

“Onlar geçmişte kaldı.” denirse;

Devletin güvenliğini bu denli düşünenler, keşke daha dün İmralı’daki teröristbaşının seçim mektubunu yayınlayanlardan, bir diğer teröristbaşını devletin televizyonuna çıkaranlardan hesap sorsa, ondan sonra benim yakama yapışsa, kabulümdü!..

Milyonlarca Suriyelinin içimize girmesinde sakınca görülmedi. Günlerdir izliyoruz; Yozgat’ta, Kırşehir’de, Konya’da, Samsun’da IŞİD emirleri yakalanıyor. Irak’tan, Suriye’den yasadışı yollarla girmişler. Neredeydi bu devletin güvenliğini düşünenler?

Ben ve benim gibileri takiple meşguldü. Yeri geldi, siyasetimizin renkli simalarından, merhum Osman Bölükbaşı’nın yaşadığı bir olayı anlatayım.

Genel seçimde Anadolu illerimizdeki bir mitingde yine sert konuşmalar yapmaktadır. Yanındakiler, kürsünün arkasında bir sivil polisin olduğu uyarısında bulunur. Bölükbaşı, muhabirlerden onun fotoğrafını çekmelerini ister. Polis de yüzünü saklamaya çalışır. Bunun üzerine Bölükbaşı, “Neden saklıyorsun, ayıpsa yapma, değilse aç yüzünü.” der.

Polis, “Beyefendi, güvenliğiniz için buradayım.” karşılığını verince Bölükbaşı, şöyle tepki gösterir:

“Güvenlik o kadar bozuldu mu ki muhalefet liderinin ensesinde karakol kuruyorlar?!”

Evet, şimdi ben de soruyorum; devletin güvenliği bu kadar mı bozuldu ki buradayım?!

En baştan belirttim; bu kesinlikle bir savunma değildir.

-Bu, sadece bizler değil, haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz bırakılan tüm insanlar adına atılan bir çığlıktır.

-Bu, en az 3 neslini istihbarat örgütlerinin oyuncağı olan tarikatlara, cemaatlere kurban veren, vermeye devam eden, sonra da dönüp bunun bedelini müsebbiplerine değil, kurbanlara ödeten sisteme bir isyandır.

-Bu, bağımsız, özgür, vatansever Türk basınına yapılan zulümlere bir itirazdır.

-Bu, hukuk devletinin derebeyliklere dönüştürülüp,canını, hak ve hukukunu korumakla yükümlü olduğu vatandaşlarına tuzak kurulmasına bir başkaldırıdır.

Son sözüm, yine 9 yıl önceki Odatv kumpas davasından olsun:

“Bu siyasi bir davadır. Ne kadar yatacağımıza, ne zaman çıkacağımıza bizi aldıran irade en baştan karar verdiği için sizden herhangi bir talebim yoktur.” demiştim. Bunu aynen tekrarlıyor,sadece şunu eklemek istiyorum:

Elbette bir gün savunma yapacağım. Ama burada değil; bu intikamnameyi hazırlatan ve hazırlayanlar bağımsız ve tarafsız Türk mahkemelerinde yargılandıkları gün, en olmadı tarih önünde hesaba çekildikleri zaman, benim de bir çift sözüm olacaktır.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim..."

NE OLMUŞTU

Gazeteci Müyesser Yıldız'ın evine 8 Haziran sabahı polis baskın yaptı. Yıldız'ın evindeki tüm elektronik eşyalara el konuldu. El konuşan bilgisayarlar arasında Müyesser Yıldız'ın oğlunun bilgisayarı da bulunuyordu. Polis, arama sırasında Müyesser Yıldız'ın avukatının gelmesini dahi beklemedi. Öte yandan Yıldız'a, bilgisayarların imajları (kopyaları) verilmedi. Bu durum "hukuksuzluk" olarak yorumlanırken, Yıldız hakkında önce "casusluk" iddiası gündeme getirildi. Tepki çeken suçlama, Yıldız’ın ifadesinin alınmasının ardından soruşturmayı yürüten savcı tarafından değiştirildi ve suçlama “gizli kalması gereken bilgileri açıklamak” oldu. Gazeteci Yıldız'ın aylardır yayında olan iki yazısı tutuklanmasına gerekçe gösterildi.

Müyesser Yıldız’ın avukatı Erhan Tokatlı, tutuklama kararının ardından yaptığı açıklamada, soruşturmanın imzasız bir ihbar mektubuyla başladığını söyledi. İmzasız ihbar mektupları, Balyoz, Ergenekon ve diğer kumpaslar döneminde sık sık gündeme gelmişti.

Soruşturma kapsamında gözaltına alınan astsubay E.B.’nin, Müyesser Yıldız’a belge gönderdiği öne sürülmüştü. Ancak Yıldız’ın mahkemede verdiği ifadede, astsubaydan öyle bir belge istemediğini belirtmişti. Yıldız, soruşturmaya konu olan yazılarını E.B. ile yaptığı görüşmelerden değil, açık kaynaklardan edindiğini söylemişti. Yıldız, “E. isimli şahıs her görüşmemizde kendisini çok önemli bir şahıs ve önemli bilgilere sahipmiş izlemini yaratmaya çalışıyordu. Ben de o yüzden anlattıklarının belgesi var mı diye birkaç kez sordum. Ancak herhangi bir belge göndermedi. Benim zaten belge istemekteki kastım şahsı test etmekti” demiş ve “E.B.’nin kendisinden bahsettiği belgeleri istemedim. Bu beyanlar doğru değildir” ifadelerini kullanmıştı.

AVUKATI AÇIKLADI: E.B.’NİN BİPOLAR BOZUKLUĞU VAR

Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini belirten (itirafçılık – TCK 221) E.B.'nin avukatı Sahir Yılmaz, mahkeme sorgusunda "Belirtmek isteriz ki müvekkil bipolar rahatsızlığından tedavi görmektedir. Bu rahatsızlığı yargılama aşamasında muhtemeldir ki cezasızlık sebebi olarak karşımıza çıkacaktır" şeklindeki sözleri dikkat çekti. Astsubay E.B.’nin psikolojik rahatsızlığı belirten Avukatı Yılmaz, “Müvekkil bilerek, isteyerek ya da kasten herhangi bir eylemde bulunmamıştır” ifadelerini kullandı.

YILDIZ HANGİ YAZILARDAN SUÇLANMIŞTI

Müyesser Yıldız'a savcılık aşamasında iki tane yazısı suçlama olarak yöneltilmişti. Yazılardan birisi 24 Aralık 2019 tarihli "Kim bu Hafter'le görüşen Türk komutanlar" başlıklı yazı.

Yıldız, söz konusu yazısında yabancı basında yer alan haberleri derlediği ve açık kaynakları kullandığı görülüyor.

Müyesser Yıldız’ın suçlandığı diğer yazı ise 20 Ocak 2020 tarihli “Libya'ya hangi komutan gitti... Yerine kim geldi” başlıklı yazdı. Yıldız söz konusu yazısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Ocak'ta bir televizyon programında yaptığı Libya’da bir korgenaral görevlendirecek açıklamasına değindi.

Yıldız’ın mahkemede konuyla ilgili olarak “Köşe yazılarımda konu ettiğim bilgilerin tamamı açık kaynaklarda olan, referanslarını yazıma yazdığım bilgiler söz konusudur. Ben Ankara'da oturmakta olan bir gazeteciyim. Karargahtaki gelişmeleri takip eden bir gazeteciyim. Dolayısıyla bir kısım bilgileri öğrenip bunları haberleştirmemizde herhangi bir suç yoktur. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum” demişti.

2011 yılında Odatv kumpasından 16 ay hapis yatan Müyesser Yıldız, yaklaşık 4 aydır ikinci kez tutuklu. 37 yıllık meslek hayatında yazdığı yazılar nedeniyle ikinci kez demir parmaklıkların ardına atılan, kemik erimesi rahatsızlığı bulunan Yıldız’ın tutuklanmasına, itirafçı olmak isteyen, psikolojik rahatsızlığı bulunan bir astsubay ve isimsiz ihbar mektubu neden oldu.

İlginizi Çekebilir
SONRAKİ HABER