Cumhuriyet'ten İpek Özbey'in röportaj haberi şöyle:
Neden Fikri Sağlar? SHP ve CHP milletvekiliydi. 49., 50. ve 52. hükümetlerde Kültür Bakanlığı yaptı ve 50. Hükümet’te revizyon sonucu Kültür Bakanlığı’ndan Devlet Bakanlığı’na getirildi. Susurluk Kazasının ardından kurulan TBMM Susurluk Komisyonu’nda üyelik yaptı. Kod Adı Susurluk/Derin İlişkiler adıyla bir kitap yazdı. Suç örgütü lideri Sedat Peker’in video serisiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ile ilgili sarsıcı iddialarıyla “İkinci Susurluk Vakası mı” sorusu gündeme oturdu. Bize de Fikri Sağlar’a sormak kaldı.
- Taraflardan biri sıkışmazsa onların arasındaki anlaşma, paylaşma, beraber yol yürüme ortaya çıkmaz. Okuduğum dosyalarda gördüğüm odur ki böyle ifşalar, itiraflar sonrasında gerçeklere ulaşılmıştır.
- Hanefi Avcı, “Emniyet’in mafyasıyla MİT’in mafyası ayrıydı. Ben bunları birkaç defa yetkililere bildirdim” demişti. O dönem sadece uyuşturucu değil, kumar mafyası da vardı. Dönüp dolaşıp hepsi Susurluk’ta Mehmet Ağar’da birleşiyordu.
- Susurlukçular, Kuzey Kıbrıs’ta bir off shore banka kurdular; ortaklardan birinin Mehmet Ağar’ın şoförü, diğerinin Suudi Arabistan’ın istihbarattan sorumlu prensi olduğu, bu bankanın Vatikan’ın kara parasını akladığı MİT yazısıyla resmen komisyona bildirildi.
- Şükrü Balcı 12 Eylül’e gidişte çok önemli bir güvenlik bürokratı. Mehmet Ağar, Şükrü Balcı’nın yetiştirmesidir, Süleyman Soylu’nun da Mehmet Ağar’ın yetiştirmesi olduğu ortada. Bu zincir devam ediyor.
- Susurluk TBMM Araştırma Komisyonu’nda görev aldınız. Sedat Peker’in açıklamalarıyla ortaya saçılanlar için “İkinci Susurluk Vakası” diyebilir miyiz?
İkinci Susurluk Vakası diyebiliriz, belki ondan daha da ciddi. Susurluk, siyasetçi-mafya-devlet ilişkisini çok net biçimde ortaya koymuştu. Belge ve bilgilerle, özellikle hukuk dışı davranan -ki tırnak içinde derin devlet diyoruz- sivil ve askeri bürokratların âli menfaatları adına yapmış olduklarını kendilerince önemli bir olay olarak değerlendirip hukuk devleti olmaktan çıkabilecek bir noktaya gelmişti. Susurluk, süregelen o dönemi belgeleriyle açıkça ortaya koydu.
- “Susurluk’tan daha ciddi olabilir” diyorsunuz, durum o kadar vahim mi?
Birinci Susurluk diye adlandırdığım 1996’dan başlayan dönemde, üç önemli insanın bilgisi derin devletin yapmış olduklarını ortaya koyuyordu. Emniyet’ten Hanefi Avcı, MİT’ten Mehmet Eymür, JİTEM ve TSK’nin bilgisini ise Hüseyin Oğuz komisyona aktardı. O zaman da bu bilgiler komisyona verildiğinde Sedat Peker’in ifadelerine benzeyen, hatta daha da ileri sözler söylenmişti. Bu nedenle Sedat Peker’in açıklamalarının çok ciddiye alınması gerektiğine inanıyorum. Doğru ya da yanlış söylediği konusunda devletin yetkilileri çıkıp doğru bilgi vermelidir. Şimdiye kadar söyledikleri beni inandıracak cevaplar değil. JİTEM’de görmüştük. “JİTEM vardır” dediğimizde yaptıkları ve JİTEM’le ilgili kimlikler ortaya çıkmasına rağmen o zamanki Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, “Böyle bir kurum yoktur” dedi. O zaman Adalet Bakanlığı da “yoktur” demişti ama olduğu ortaya çıktı. Sedat Peker’in söylediklerini ciddiye almak gerekir.
- Ciddiye almak gerekir diyorsunuz, ancak iddiaları “köşeye sıkışmış, kendini kurtarmaya çalışan bir suç örgütü liderinin hezeyanları” olarak değerlendirenler de var...
Taraflardan biri sıkışmazsa onların arasındaki anlaşma, paylaşma, beraber yol yürüme ortaya çıkmaz. İstihbarat örgütlerinin bir özelliği vardır: Gizli operasyonlar yaparlar, yakalandığı zaman da “Benim adamım değil” derler, bırakırlar. Ne kadarı doğru ne kadarı eğri ben bilmem ama okuduğum dosyalarda gördüğüm odur ki böyle ifşalar, itiraflar sonrasında gerçeklere ulaşılmıştır. İddialar var, iddialarla ilgili birçok bilgi veriliyor. En son Mehmet Ağar’ın Bodrum’da çekmiş olduğu fotoğraf zaten bunu tetikledi. Bir düzen devam ediyor. Bu iddianın muhatabı tabii ki bunları reddedecek. İddianın muhatabı devleti yöneten siyasetçiler. Geçmişte de böyleydi.
BİLEN BİRİNİN ANLATIMLARI!
- Peker’in iktidarı öven mitingler düzenlediğini, herkese tehditler savurduğunu hatırlayalım... Kimse sesini çıkarmıyordu. Ne oldu da “makbul olmayan mafya” kategorisine geçti? “Senin mafyan benim mafyam” kavgası mı?
Olabilir. Hanefi Avcı, Susurluk’taki olayları anlatırken “MİT ile Emniyet’in arasında bir çatışma başladı. Emniyet’in mafyasıyla MİT’in mafyası ayrıydı. Ben bunları birkaç defa yetkililere bildirdim” demişti. Yani “Senin mafyan benim mafyam”ı Susurluk’ta gördük, birinci ağızdan dinledik. O dönem sadece uyuşturucu mafyası değil, kumar mafyası da vardı. Dolayısıyla bunlarla ilgili de çeteleşmeler söz konusuydu. Dönüp dolaşıp hepsi Susurluk’ta Mehmet Ağar’da birleşiyordu, çünkü önce Emniyet Genel Müdürü, sonra da İçişleri Bakanı olarak Ağar’ın bilgisi dışında hareket edilmesi mümkün değildi. Bu tip olaylar ülkenin hukuk devleti olması için mücadele edenlerin korkmadan ve kararlı takibi sonrasında ortaya çıkıyor. O nedenle Sedat Peker’in itiraflarını işini kaybetmiş, çıkar çatışması içine girmiş bir adamın hezeyanları olarak değil, bilen birisinin anlatımları olarak kabul etmelidir. “Uyuşturucu kullanıyor, o kafayla bana saldırıyor” demek doğru değil. Soylu tek tek sayarak söylediklerinin cevabını vermezse iddianın altında kalması söz konusu olabilir, çünkü Peker, Soylu’yu tanımlıyor. Ağar’ı da tanımladı. Susurluk var olan bir yapının ifşası anlamında bir temeldi, şimdi bu devlet yapısının neler yaptığıyla ilgili örgüler ortaya çıkıyor.
KORUMALARIM KALDIRILDI
- Marinada çekilmiş fotoğrafı gördüğünüzde tepkiniz ne oldu?
Devlet tarafından korunan bir kişiydim. Korumalarım Süleyman Soylu tarafından kaldırıldı. Kendisine de bunu söyledim, “Bu fotoğraftakilerin yeniden bir şey içine girdiği kuşkusundayım, devlet beni bugüne kadar korudu, bu korumayı neden kaldırdınız?” dedim. Bana söylediği: “Çok fazla koruma vardı, herkese koruma verdik, ben o korumalardan tasarruf yapıyorum.” Şimdi öğreniyorum ki Peker’e de koruma vermişler.
JİT NEDEN KURULDU?
- O fotoğrafın yayımlanmasıyla sizin korumanızın kaldırılmasının bir bağlantısı mı var?
Geriye dönerek anlatayım: Teoman Koman, “JİTEM diye bir kuruluş yoktur” demişti. Oysa kimliğiyle, eylemleriyle, resmi rakamlarıyla, hatta ben kurdum diye kitap yazanlarıyla olduğu ortaya çıktı. AKP döneminde JİT diye bir kuruluş kuruldu. Jandarma İstihbarat Teşkilatı yasal hale getirildi. Yine geçen yıl bu zamanlar 500’er personelden oluşturulmuş özel harekât gibi özel yapılandırılmış Ankara ve İstanbul’da iki kurum daha açıldı. Bunlar doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Bunu öğrendiğimde bir televizyon yayınında “Her ilin Emniyet ve güvenlik teşkilatları var. Bu teşkilatlar sorumluluk alanındaki görevlerini yerine getiriyorlar. Bunlar niye kuruluyor? İlk anda Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkarılacak ve bunlar İçişleri Bakanı’na bağlı olarak hareket edecek izlenimi yaratıyor” dedim.
DERİN DEVLET VARDIR
- Sonra?
Gece yarısı İçişleri Bakanı beni aradı, “Nereden çıkardınız bunu?” dedi. “Van’da olan bir olaya bu teşkilat gidecek mi?” dedim, “Gidecek” dedi. “Nasıl?”, “Uçağa dolduracağım, gidecek...” Maliyeti azaltmak istiyordunuz hani, bu daha maliyetli... Bu olayın ardından fotoğraf yayımlandı. Ben bu bağlantıyı şimdi kurmak istemiyorum, ama şunu gördüm: Süleyman Soylu iddiaları cevaplamak yerine aşağılayıcı sözler söylemekte. Ama Süleyman Soylu’nun birçok iddiasının doğru olmadığını biliyoruz. Kaldı ki bir içişleri bakanı iddia edemez. Belge koyar ve gereğini yapar.
- Süleyman Demirel, “Devlet bazen rutin dışına çıkar” demişti...
Batman meselesindeydi, evet. Kayıp silahlar Batman Valiliği’nde çıktı. Orada silahlandırılmış bir güç oluşturuldu. Zaten İstanbul ve Ankara’daki JİT kurumlarını görünce benim aklıma da bunlar geldi. Süleyman Demirel bunu kabul etti ve rutinin dışına çıkıldığını söyledi. Aslında şunu söylemek gerekir: Derin devlet vardır. Susurluk Komisyonu’nda MİT yetkilileri şöyle bir bilgi verdi. “Biz her sabah cumhurbaşkanına dün Türkiye’de ve dünyada olanları, bugün olabilecekleri, yarın da gelişmesini beklediğimiz bilgileri veririz. Bunu cumhurbaşkanına sonra da Genelkurmay başkanına veririz”. “Ben anlamadım, başbakana bağlısınız, nasıl ona bilgi vermezsiniz” soruma verdikleri cevap şu oldu: “Şimdi başbakan Erbakan. Dolayısıyla Erbakan’ın hoşuna gitmeyecek bilgileri verirsek, onun nasıl davranabileceğini bilemeyiz.”
ERDOĞAN NEDEN SUSUYOR?
- Bu neyi gösteriyor?
Devletin içindeki kurumlar seçilmiş siyasilerle ilişkilerini farklı oluşturuyorlar. Bu, demokrasinin ve hukuk devletinin olmadığının göstergesi. Şimdi ise bir kişinin elinde. Dikkat edin, Peker olayları anlatırken Cumhurbaşkanı’nın etrafını anlatıyor ama Cumhurbaşkanı’na “ağabey” diyerek hitap ediyor. Erdoğan yakınlarının bu yaptıklarından haberdar mı değil mi? Hepsi birer soru, neden susuyor?
ESKİ TÜRKİYE DAHA DÜRÜST BİR TÜRKİYE’YDİ
- Peker’in marinayla ilgili iddialarına Ağar’dan yanıt “Biz olmasaydık, mafya marinaya çökecekti” oldu.. Ardından Soylu, “Benim devletim Libya’ya ve Karabağ’a çökülmesine fırsat vermedi. Kıytırık bir marinaya mafya bozuntularının çökmesine fırsat vermez” yanıtını gönderdi.. Ağar “dil sürçmesi” dedi. Bu açıklama trafiğini yorumlar mısınız?
Freud’un bir sözü var, “Dil sürçmesi diye bir şey yoktur, bastırılmış düşüncelerin dışa vurumudur” diyor. Bakın, Şükrü Balcı 12 Eylül’e gidişte çok önemli bir güvenlik bürokratıydı. Ne yaptığını merak edenler, açsın okusun… Mehmet Ağar, Şükrü Balcı’nın yetiştirmesidir, Süleyman Soylu’nun da Mehmet Ağar’ın yetiştirmesi olduğu ortada. Bu zincir devam ediyor. Söyler misiniz Soylu, iki sene önce Sedat Peker alanlarda “oy istiyoruz” diye miting yaptığında neden ses çıkarmamıştır? Sonra Mehmet Ağar, Mübariz Gurbanoğlu’nu FETÖ’cülere bir kez götürdüğünü söylüyor. Gurbanoğlu’nun defalarca gidip geldiğini de belirtiyor. Ama iddia Gurbanoğlu’nu FETÖ’yle Mehmet Ağar’ın tanıştırdığı ve sonra Yalıkavak Marina’ya Ağar’ın el koyduğu. Ve Azeri RSR Holding’e verilmesi. Yine Susurluk’tan ilginç bir olay anlatayım: Aliyev’e bir suikast hazırlığı vardı. Çiller’in hükümette olduğu dönemde Demirel, Aliyev’e ihbarda bulunuyor. Aliyev, Türkiye’de gelip “Biz bir devlet iki milletiz, bu ne biçim kardeşlik. Bir kardeş diğer kardeşi öldürmeye kalkıyor. Sağ olsun Süleyman Demirel” dedi. Sonra eylem içinde bulunanlar uçakla Türkiye’ye getirildi. Bazı olayların yapıldığının göstergesiydi, bunların da üstüne gitmiştik. Susurluk’ta var olan çeteleşmenin, siyasi partilerin genel başkanlarını seçip devirdikleriyle ilgili de bilgiler var. Mesut Yılmaz’ın, Tansu Çiller’in kazanması… O nedenle Peker’in, Soylu’ya “Genel başkan olman doğrultusunda çalıştık” lafını ben çok yüksekten atılmış bir söz olarak değerlendirmiyorum. Eski Türkiye daha dürüst bir Türkiye’ydi…
- Bundan sonra ne olur?
Kestirmek zor ama korkum, suikastlar, peşi sıra trafik kazaları olabilir. Ben Türkiye’de tesadüfler politikasının geçerliliğine inanıyorum. Susurluk’ta kamyona çarpıldığı gibi… Dörtlü fotoğraf Bodrum’da yayımlandığında bu gözle bakmıştım olaya… Muhalefetin ciddi olarak olayın üstüne gitmesi gerekir.
KIBRIS’TAKİ BANKADA VATİKAN’IN KARA PARASI AKLANDI
- İçişleri Bakanı “Birilerinin elinde operasyon elemanı olan mafya pisliği, yıllarca bu ülkede tehdit ve şantajla pek çok insanın canını acıttı. Devlet ve millet gibi kutsal kavramların ardına sığınarak kan emici oldu, her türlü pisliğe bulaştı” diyor. Sedat Peker’in “adli sicil”inin olmaması şaşırtıcı değil mi?
Peki, koruma polisi verilmesi şaşırtıcı değil mi? Bir içişleri bakanının söyleyeceği sözler değildir. İçişleri Bakanı’nın “Sedat Peker şu nedenle organize suç örgütü lideridir. Yaptıkları bunlardır, dosyası da buradadır, yargıdadır. Şurada şurada yakalanmıştır, şurada işlem görmüştür. Kaçaktır, çünkü bunlardan dolayı yargılanıyor” demesi gerekir. Ama Sedat Peker, “Ben yurtdışına giderken işadamı olduğumu söylediler” diyor. Ben doğrusu devlet adamlığına saygı duyduğum için Sedat Peker’in sözüyle Süleyman Soylu’nun sözü arasında durup bakarım. Soylu’nun bir devlet adamına yakışır şeyler söylemediği kanaatindeyim. Son dönemde parlamentoda “Size kapak olsun” şeklinde aşağılayıcı konuşmalar yapan bir konumda. Tüm bunların sebebi, bugünkü yönetim tarzı, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir. Soylu yaptıklarından suçlanırsa Yüce Divan’a gitmesi son derece zordur. 400 milletvekilinin oyu gerekir. Bunun olmayacağını biliyor. Zaten o yüzdendir ki kendi bakanlığına mal satan, yolsuzluğun en bariz örneğini gösteren Ruhsar Pekcan’ın Yüce Divan’a gitmesi mümkün değildir.
- Bu çarkın işlemesini sağlayan unsur, hukukun işlevsizleşmesi mi?
Tamamen… Türkiye artık hukuk devleti değil. Bunun nedeni de erkler ayrımının bir tek kişinin elinde olmasıdır.
- Ama bu yapılar parlamenter sistem döneminde de ortaya çıkmıştı…
Doğrudur ama parlamenter sistem en azından temizleme yollarını açtı. Zaten bunu Susurluk’tan bir kademe ileri yapan da bu. Parlamenter sistemde araştırma önergeleri verildi. Komisyonlar kuruldu, raporlar mahkemeye ve savcılığa intikal etti. Devletin birçok kurumu kaynak karartması yapmasına rağmen önemli olaylar ortaya çıktı. Mesela Susurlukçular, Kuzey Kıbrıs’ta bir off shore banka kurdular; ortaklardan birinin Mehmet Ağar’ın şoförü, diğerinin Suudi Arabistan’ın istihbarattan sorumlu prensi olduğu, bu bankanın Vatikan’ın kara parasını akladığı MİT yazısıyla resmen komisyona bildirildi. Parlamenter sistem en azından eser miktarda olsa dahi hukuk devleti olduğunu göstermek adına bunu yapıyor. Bugün bunu yapabilir misiniz?
KAYIT DIŞI PARA MI BÖLÜŞÜLEMEDİ
“Bir iddia Kutlu Adalı’nın öldürülmesiyle ilgiliydi. Kutlu Adalı, Kuzey Kıbrıs’ın Uğur Mumcu’su olarak kabul edilir. Adanın Susurluk’unu ortaya çıkarmıştı. Öldürenler UZİ silahı kullanmıştı. Oysa adada UZİ silahının olmadığını biliyorum. Bu konu, Susurluk Komisyonu’nda da görüşüldü. Bir iddia, Susurluk çetesinin, Asil Nadir’i 17.5 milyon dolar karşılığında İngiltere’den kaçıranlar olduğuydu. Asil Nadir’in bu kadar parası olmadığı, Nadir’e ait Jasmin Court Oteli’ni Ömer Lütfi Topal’a aldırdıkları, sonra da Topal’ı öldürdükleri iddialar arasındaydı. Böyle bir mekanizmanın işlediği, Susurluk zamanında önümüze gelmişti. Buradan hareketle Sedat Peker’in bir şeyler bildiğini düşünüyorum. Asıl önemlisi, “İstanbul bana ait değil, Berat bakıyor” lafının altını şöyle okumak gerekiyor. Aşağı yukarı 800 milyar dolarlık bir gayri safi hasıla oluşuyor, dörtte biri kadarının kayıt dışı ekonomiden geldiğini biliyoruz. Yetkililerin Susurluk Komisyonu’ndaki açıklamalarından hareketle bu kayıt dışı ekonomiden gelen paranın dörtte üçünün İstanbul’da oluştuğunu söyleyebiliriz. İstanbul kara paranın önemli merkezlerinden birisi. Bu merkezi mafya yönetiyor. AKP, İstanbul’u 25 yıl yönetti. İstanbul’da AKP’li örgütlenmelere paralar verildiği ve bu çarkın nasıl işlediğiyle ilgili bir bilgi yok. CHP’li İstanbul belediyesi onları kesti. İstanbul’da oluşan bu kayıt dışı paranın bölüşümü çok önemli. Doğru bölüşülemediği içindir ki bu çatışmalar ortaya çıktı diye düşünüyorum.”