Eylül ayını sevmem.
Hattâ daha da ileri gideyim... Nefret ederim.
Neden mi?
Bir yığın nedenim var.
Eylül, hayatım boyunca yazın bitişini, işe ya da okula geri dönüşü simgeler benim için.
Hele hele, öğrenci olarak ikmale kaldıysanız, eski ve köklü klişe tâbirle öğretmen size "Eylül'de gel" dediyse, iyice bir kâbusa dönüşür Eylül ayı.
Ama, hem dünyamızın hem de ülkemizin tarihinde Eylül ayında yaşanan birkaç tatsız ve hattâ "menfur hadise" de, Eylül'lerden nefret etmem için yeterli neden oluşturuyorlar.
ŞİLİ FAŞİST DARBESİ
11 Eylül 1973'de Şili'de, seçilmiş bir Sosyalist Başbakan'a, Salvador Allende'ye karşı bir faşist darbe gerçekleşmişti. Allende'nin öldüğü darbe sonrası, darbeci lider Augusto Pinochet, kanlı darbe sonucu ele geçirdiği iktidarda Şili halkına zulmünü 17 yıl boyunca da sürdürmüştür.
11 EYLÜL 2001 SALDIRILARI
Yine bir başka 11 Eylül'de, 2001 yılında ABD'nin New York şehrinde Dünya Ticaret Merkezi'nin İkiz Kuleleri'ne karşı gerçekleştirilen ve dünya tarihinin en kanlı eylemlerinden biri sayılan intihar saldırılarında binlerce kişi yaşamını yitirdi. New York'la senkronize olarak başka kentlerde de saldırılar olmuş ve akabinde ABD, Afganistan ve ortadoğu'da "teröristlerden intikam" bahanesi ile yeni ve daha azgın bir dönemin emperyalist altyapısını oluşturmuştu. NATO'yu da ünlü "5'nci madde" (Birimize saldırı tüm İttifak'a yapılmıştır) üzaerinden arkasına alarak, dünyada 'teröristlerden ziyade bölge halklarına karşı" bir emperyalist terörün dayanağı yapmıştı.
Sonuçları ise malum.
1980 FAŞİST DARBESİ
Ülkemiz açısından ise 12 Eylül tarihi, "dönüm noktası" niteliğinde hatta "tarihi viraj" anlamına gelebilecek 2 ayrı olayın da yıldönümleridir.
12 Eylül 1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğinde ve "Emir komuta zinciri içinde" bir faşist darbe gerçekleştirdi. Darbenin yol açtığı yıkımın, katlettiği insanların, söndürdüğü hayatların istatistiki dökümünü hatırlatmak bile gereksiz. Ama asıl yıkım ve zararın "İşçi sınıfının örgütlenmesinin ve her kesimde demokratik hak mücadelesinin önünde acımasız bir set oluşturulması ve bu örgütlenmeleri ezme" amacını taşıdığı, aradan geçen yıllar içinde gayet net biçimde ortaya çıkmıştır.
12 Eylül faşist darbecileri, sadece kan ve can alarak ABD desteğindeki emellerine erişmekle kalmadılar, bu topraklarda (şekerlendirilmiş bir tabir olarak 'Siyasal İslam' diye nitelenen) gericiliğin, dindar görünümlü "dinbaz yobazlığın" kökleşmesi için gereken altyapıyı da mâhir biçimde tesis etmişlerdir.
Dahası, 12 Eylül faşist darbesi "Anarşi ve terörü durdurma" diye sahtekarca bir gerekçe arkasına saklanarak, faşizmin ve emperyalist destekli sömürünün de, laiklik karşıtı unsurların da, kısacası yeryüzündeki tüm iğrenç musibetlerin de bu topraklarda iyice yerleşmesi için elinden gelen çabayı göstermiştir. Emek sömürüsünün en ileri boyutlara taşınmasında oynadığı rolü vurgulamak anlamında, zamanın işveren örgütü TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu)'in başkanı Halit Narin şu sözlerini hatırlatmak yeterlidir:
"Bugüne kadar hep biz ağladık. Şimdi gülme sırası bizde..."
Üzerine ciltler yazılsa, Narin'in bu sözleri kadar iyi anlatılamazdı, emek hareketine vurulan darbe. Zaten sendikal hareketin bugünkü durumu, 12 Eylül 1980'de verilen hasarın izlerini hâlâ taşımaktadır.
Bugün hâlâ, "Zincirbozan ve Mamak mağduriyeti" öyküleri üzerinden "Darbe bize karşı da yapıldı" sahte söylemi ile rol kesen bir kısım faşistler, Evren ve arkadaşlarının bıraktığı yerden "halk düşmanı politikaların" takipçisi, müteahhidi, mimarı, mühendisi ve taşeronu olduklarını gizlemeye ve unutturmaya çalışmaktadırlar.
O menfur darbe, halka ve onun gerçek temsilcisi sol – sosyalist örgütlenmelere, sendikalara ve bu ülkenin tüm yurtsever devrimci güçlerine karşı yapılmıştır.
Yani, sahtekârlığın alemi yoktur!..
12 Eylül 1980'in ardından apar topar ve antidemokratik usullerle oluşturulan bir meclise yaptırılan anayasa da, bu millete bin bir türlü entrika ve dolayla zorla onaylatılarak (% 92 küsur oyla), ilerleyen yılların altyapısına bir temel taşı niteliği taşımıştır.
2010 REFERANDUMU
Aradan 30 yıl geçtikten sonra bu kez bir başka 12 Eylül'de, 2010 yılında ise "1982 Anayasası'nı askeri vesayet unsurlarından arındırma" sahtekarlığı ile, bir anayasa değişikliği paketi halk oylamasına sunulmuştur.
Bu oylamada halka sunulan 26 maddenin arasına serpişitrilen bir iki "özgürlükçü" görünümlü unsurun arkasına saklanılarak, yargı sisteminin Cumhuriyet düşmanı FETÖ'cü teşkilatlanmanın önünü ardına kadar açarak yargının AKP+FETÖ koalisyonu tarafından tamamen ele geçirilmesini beraberinde getirmiştir.
Zamanın referandum kampanyası sırasında yine Cumhuriyet düşmanı ve faşizm işbirlikçisi sözde sol ve liberal bazı unsurların "Yetmez Ama Evet" kampanyası, hattâ bazılarının "Ne yetmezi? Direkt evet" alçaklıkları, Pennsylvania – Ankara koalisyonunun ateşine kucak kucak odun taşıyarak, yargının tabutuna sağlam çiviler çakmıştır.
Aradan geçen yıllar içinde peşpeşe yaşanan kumpas davaları, adaletin iğdiş edilmesi ve FETÖ'cü teşkilatın sevinç çığlıkları içinde TSK'yı neredeyse "ters yüz" etmesi, tüm vatansever unsurların, yargıdan da, TSK'dan da, kamunun her alanından da silinmeye çalışılması, tarihi bir ihanet projesinin nasıl 12 Eylül 2010'da sahneye konulduğunun bariz örnekleri ve kanıtlarıdır.
Yukarıda saydığım 4 maddelik "Tarihi Eylül yıldönümleri" listesine belki de "ek" otuşturmak üzere bu yıl da, geçtiğimiz hafta sonu "Alevlendirilen laiklik karşıtı kampanya" ve 28 Şubat davası sanık "general ve amirallerinin rütbelerinin sökülmesi hadiseleri, 'Cumhuriyeti Yıkım Projesi'nin zehirli pastasının üzerine dikilmiş, küflü ve berbat çilekleri" olarak tebarüz etmiştir.
Bu nedenlerle...
Sevmiyorum Eylül'ü..
Sevmiyorum 11-12 Eylül'leri.
Lanetle anacağım hep.
Bu ülke topraklarına Cumhuriyet'in kurucu ilkeleri, en başta da laiklik, dünya geneline de anti – faşist ruh, emperyalizme başkaldırı geri dönene kadar da nefretle anılacaktır hep.