13 Haziran pazar sabahı kalktığımızda, Türkiye'nin tamamında adeta bir matem havası hakimdi. Sanki, çok popüler bir dizinin başrol oyuncusunun başına bir şeyler gelmiş de o haftanın merakla beklenen bölümü yayınlanmayacaktı.
Olamazdı. Ne yapacaktık? Nasıl edecektik? Nerelere gidecektik? Böyle bir acıya(!) nasıl katlanacaktık?
İşin şakası-mizahı bir yana, böylesine abuk ve sürreal durumla karşı karşıyaydık. Herkes, "Ya başına bir şey geldiyse? Ya yakaladılar ve susturdularsa? Ya açıklamaları ve Youtube kayıtları durursa?.." gibilerden bir hayal kırıklığı içine düşmüştü.
Ve ardından, Twitter üzerinden yayılan bir bilgi bu kaygıları daha da arttırdı.
"Peker, T.C İstihbarat birimleri (MİT)'nin düzenlediği, SAT komandolarınının da katıldığı bir operasyonla ele geçirilmiş, Türkiye'ye getirilmek üzereydi." Anonim bir hesaptan yayılan bu bilgi saatlerce doğrulanamadı, ama yalanlanmadı da. Akşam saatlerine doğru, Peker'in "maiyetindeki" birinden gelen bilgi biraz daha farklıydı. O da, "Yakalanması söz konusu değil ama Birleşik Arap Emirlikleri resmi bakamları tarafından 'Yalnız başına' bir adrese davet edilmiş ve orada bir görüşmeye alınmış"tı. Ancak akıbeti belli olmadığı gibi, güvenliğinden duyulan endişe de devam etmekteydi. Saatlerce de bu "versiyon" üzerinden spekülasyonlar ve ileriye dönük tahmin ve senaryolar devam etti.
Sonuçta, bu tedirgin bekleyiş geceyarısını bir kaç dakika geçe, bizzat Peker'in açıklaması (Twitter üzerinden 6 maddelik flood'ı) ile sona erdi.
Mafya lideri, "Yakalanma diye bu durum yok. Zaten, bir uluslararası yakalama emri (Interpol üzerinden) resmi olarak bu ülke makamlarının tutuklaması vb. gibi bir olasılık da yok. Sadece bir görüşme yaptık. Bana kalmak ya da gitmek anlamında kararın şahsıma ait olduğu bildirildi. İmkanlar çerçevesinde anlatımlarıma devam edeceğim" mealinde, durumu açıklığa kavuşturdu.
Mesajının son bölümünde de üstü örtülü biçimde (mealen) "Suçladığı kişileri (başta İçişleri Bakanı'nı koruyup kollayıp hakkında bir şey yapmayanlarla da hesaplaşma" uyarısı da yaptı. Muhatap besbelliydi.
İşin bu tarafı malûm.
Ancak ben bu yazıda, olayın başka bir yönüne dikkat çekmek istiyorum.
Siyasetin ya da başka bir alemin "üstü örtülü kalmış ve kamuoyu tarafından bilinmesi gereken unsurları"nı biz neden bir mafya reisinden öğrenmek zorundayız? Bunların bir kısmını ya da önemli bir kısmını muhalif siyasetçileri ya da adil ve yansız, omurgalı, satılmamış, namuslu medya zaten söylemiyor ve yazmıyor muydu?
Evet. Peker'den yeni duyduğumuz "taze" bilgiler de olabilir. Bugüne kadar hiç duymadığımız şeyleri de ifşa etmiş ya da edecek olabilir. Ama Peker'in şu farklı (ve çok önemli) özelliğini asla unutmamak gerek.
Neticede kendisi bu kirliliklerin (yakın zamana kadar) suç ortağı değil mi? Neticede, araları bozulduğu için "intikam amaçlı" ifşaatta bulunuyor değil mi?
Neticede, aynı FETÖ'cülerin 17-25 Aralık'ta yaptığı gibi, belki de araları bozulmasa sonsuza dek konuşmayacak bir "yol arkadaşı – yoldaş – kanka" statüsünde değil miydi?
Ve en önemlisi de, 2 şeyi daha düşünmeliyiz:
1. Acaba her şeyi anlatıyor mu? Öyle ya, kendisi de "Bazı şeyler benimle mezara gidecek" demedi mi? Bizim öğrenme hakkımız ne olacak?
2. Acaba her şeyi doğru mu anlatıyor? Bazı gerçekleri, bazı ilişkileri, ilişkilerin içindeki ayrıntıları ve bazı kişileri "es geçip" mi konuşuyor?
Neticede "Kamuoyunun gerçekleri bilme hakkının şampiyonu" birinden söz etmiyoruz.
Oysa ki, gerçek gazetecilerin gerçek medyası, yani omurgalı ve satılmamış medya, kamuoyunu siyasetin ve ekonominin kirlilikleri hakkında bilgilendirirken bu tür saiklerle hareket etmez.
Demem o ki, siz yine Peker'i dinleyin. Biz de dinleriz tabii.
Ama, neticede gerçek sağlıklı bilgiyi işi gazetecilik olan ve taraf tutmayan (ya da sadece kamunun bilgi alma hakkının tarafını tutan) adil ve gerçek gazetecilerden almaya devam edin. Bilgiyi, her tür bilgiyi ve belgeyi "gazetecilik süzgecinden" geçiren medyadan almaya özen gösterin.
Ve eğer biri için endişe duyacaksanız, bu bir mafya reisi için değil, gazeteciler için olsun.
Birinin üzerine titreyecekseniz, gazetecilerin özgürce çalışması yani basın özgürlüğü olsun.
Birinin esenliği ve güvenliği için uykularınız kaçacaksa, kalemleri kırılmaya çalışılan, içeri atılmaya çalışılan, gazeteleri kapatılmaya, ekranları karartılmaya çalışılan gazeteciler için kaçsın.
Sedat Peker, neticede dün ve hayatı boyunca iktidarlara yakın olmuş, güçlüden yana tavır almış, onlar adına ve onlarla beraber iş çevirmiş bir suç örgütü lideri. Kendisini şu ya da bu şekilde kurtaracak güce de paraya da sahip. Bir güçlü teşkilatı ve hem ulusal hem de uluslararası "network"üne güvenebilir.
Ama, sadece ve sadece kaleminin gücüne güvenen ve onurundan namusundan güç alan gazeteci, sadece gerçeklerden ve kamuoyunun bilgilenme hakkından yana gazeteci, sizin gerçek tercihiniz olsun.
Peker yarın susabilir ya da susturulabilir.
Susana ya da susturulana kadar, tabii ki onun anlattıklarından yararlanmaya ve gerçeklere ulaşmak için ağzından her çıkanı bir şekimde ciddiye almaya hazırız.
Ancak esas kulak vermeniz ve okumanız gereken odak, bağımsız medya olmalıdır.
"Bu tarafa" bekleriz.
Hani malum banka reklamındaki gibi:
"Gerçekler bu Taraf'ta"
- - - - - - -