Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Deprem bölgelerindeki kadın ve çocuklar için önemli çağrı

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Adana Şube Başkanı Av. Berfu Salıcı Yakıt, deprem bölgesinde yaptığı incelemelerin ardından yaptığı bir açıklama yaptı. Yakıt, bölgede kadınlar ve çocuklar için güvenlik sorununun daha yüksek olduğunu belirterek 'Merkezi idare, yerel yönetimler, iş dünyası ve sivil toplum kuruluşları çok acil eylem planını bu sorunları dikkate alarak yapmalıdır' çağrısında bulundu.

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Adana Şube Başkanı Av. Berfu Salıcı Yakıt, Kahramanmaraş merkezli depremlerin etkilediği 11 ilde kadınların yaşadıkları sorunlara dikkat çekti. Yakıt, yaptığı açıklamada "Tıpkı savaşlarda olduğu gibi deprem gibi afetlerde de kadınlar ve çocuklar için güvenlik sorununun daha büyük olduğu açık" ifadelerini kullandı. Yakıt, deprem bölgesine yönelik acil eylem planının bu sorunları da kapsayacak şekilde oluşturulması yönünde çağrıda bulundu.


Berfu Salıcı Yakıt

Berfu Salıcı Yakıt'ın açıklaması şu şekilde:

Yaşam ve doğa iç içe, bize mucizeler sunuyor. Son yıllarda iklim değişikliği sebebiyle yaşanan olumsuz gelişmeler ve bunlar için alınan önlemler insanlığın gelecekte nasıl bir yaşam süreceğinin de alt yapısını şimdiden kurguluyor. Afetler önlenemez ancak bilinen ve birlikte yaşamayı sürdürmek zorunda olduğumuz doğa olayları. Koca evrende küçük coğrafyamıza baktığınızda onlarca depremin yakın tarihte bu ülkede nasıl da savunmasız canları aldığı ve ekonomik, sosyolojik, psikolojik sorunlara neden olduğunu biliyoruz. 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş depremi de bilinen, beklenen ama önlem alınmayan bir depremdi. İnsanların hayatının adeta hiçbir kıymeti yokmuşçasına yüzlerce yıkım yaşandı. Hukuki olarak elbette takipleri yapılacak, sorumlular hesap verecek ama artık hayatlar yok!

Depremin tüm insanlar için ülkemizde yarattığı başta can kayıpları ve sosyal, psikolojik ve ekonomik sıkıntılar aşikar. Ancak bu tabloda ayrışması gereken kadın ve çocuk yoksulluk ve yoksunluğu başka bir çerçevede değerlendirilmediğinde, yaşananlar sadece koca bir acı olarak kalacak. Deprem birçok kadını evsiz ve yurtsuz bıraktı. Birçoğu evlatlarını, ailelerini, yakınlarını kaybetti. Bunun her türlü travması tüm insanlar için zorken yoksulluk ve yoksunluğun kadınların kaderi olduğu coğrafyalarda daha da olumsuz sonuçlara sebep olduğu açık. Depremin üzerinden 40 gün geçmiş ve hala enkaz altındaki yakınlarına ulaşılamamışken etkilediği onlarca şehir de ele alındığında bu durumun yönetilmesi zaten zorken, AFAD ve Kızılay’ın olması gereken tabloda görevini yerine getiremedikleri herkesin malumu. En acısı toplumdaki siyasal bölünme, devlet ve STK işbirliklerinin de koordinasyonunu neredeyse imkansız hale getiriyor.

Yaşadığım şehir Adana da deprem bölgesi bir şehir. Onlarca bina yıkıldı, yüzlerce insan hala evlerine girmekte korku yaşıyor. Her biri bir aileye ateş salan yüzlerce ölümle yüzleşmesine rağmen, şehirde hayatın en azından elektrik, su ve doğalgaz gibi yaşam koşullarının devam edebilmesi sebebiyle yaraları sarabilmek diğer deprem şehirlerine göre daha kolay oluyor. Yapılan incelemeler sonunda yıkılması gereken binlerce konutun sorunlarını şimdilik dışarda bırakıyor ve yine kadınlara dönüyorum.

Depremin ikinci gününden bu yana İskenderun ve Hatay bölgelerinde sahada dayanışma için bulunan bir kadın olarak tablonun şiddetini görmek çok da zor olmadı. Buna rağmen yine de şunu bilmeliyiz ki; hiç kimse yaşayanlarla empati kurabildiğini sanmasın. Kadınlar kendilerine biçilen çocuk ve hasta bakımını, hijyen şartları olmayan ve yaşam alanı diye tanımlanan yerlerde sürdürmeye çalışıyorlar. Fiziksel olarak hijyen anlamında daha farklı, daha özenli olunması gerektiği biyolojik bir gerçek iken standart hijyenin dahi sağlanması mümkün olamıyor. Bir de buna güvenlik korkusu eklendiğinde koşullar her zaman olduğu gibi kadınlar için daha ağır bir tablo oluşturuyor. Adana da bir mahallede kulübede iki kadın ve iki çocuk yaşadıklarını ve çadır ihtiyaçları olduğunu söyleyen hemcinsime “Kulübenin şartları çadırdan daha iyi olacaktır neden acil ihtiyaç çadırı belirtiyorsunuz, başkaca ihtiyaçlarınızı önceleyelim” diye sorduğumda “Bilmediğimiz, tanımadığımız bir mahallede kilidi bile olmayan bir kulübede kalıyoruz. Bir çadırım olursa mahalleme dönerim, komşumun bahçesinde kendimi daha güvende hissederim, burada geceleri çok korkuyoruz” diyerek aslında neden gerçekten empati kurmanın mümkün olamadığını yüzüme tokat gibi çarpan gerçekleri duydum. Çünkü yaşamakla bilmek arasında kocaman bir fark var.

En son 8 Martta TÜKD Genel Merkez yöneticilerimiz ve şube başkanlarımızla Hatay’a yaptığımız dayanışma gezisinde gördüğümüz tablo erkeklerin çaresizliği ancak kadınların yaşama tutunmak için ev, çocuk ve yaşlı bakımını aynı sorumlulukla daha güç şartlarda üstlendiğidir. Hatay’da “Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifini” ziyaret etme olanağımız oldu. Depremde yıkılmayan ama tavanı zarar gören üretim yerlerinde o şartlarla ayağa kalkmış birkaç kadın yaşamı yeniden yaratmaya çalışıyordu. Hatay’da yine ziyaret ettiğimiz Teofarm Çiftliğinde bizler acı ile ne yapabiliriz nasıl dayanışabiliriz diye düşünürken, çoktan ayağa kalkmış girişimci ve üretken kadınlarla karşılaştık. Hatay kadınlarla yeniden ayağa kalkmak ve yaşamı devam ettirmek konusunda çoktan yola çıkmış. Kent konseyi yönetiminde olan kadın yöneticinin “Burada sizlerle sadece ben buluşabildim. Benim çocuklarım büyük olduğu için kentte kalmaya devam edebiliyorum ama diğer arkadaşlarım özellikle çocukların eğitimi için başka şehirlere yerleşmek zorunda kaldılar. Biz yine iletişim halindeyiz ve onlar aslında buradalar” diyerek gerçek empati ile kendisinin ayakta durmasını değil diğer arkadaşlarının da aynı şekilde güçlü olduğunu bize vurgulayan konuşmasında aslında bir ders verdi.

Ayni yardımlarla kadınların günlük yaşamlarında sürdürülebilir bir fark yaratmak mümkün değil. Devlet yardımları ve STK’ların iş birliği de yeteri kadar sağlanamadığından beklenen düzen oluşturulamıyor. Bu çalışmaların hiçbiri toplumsal cinsiyet perspektifi ile yapılmıyor. Oysa kadın ve erkeğin depremden ölüm dışında çok farklı şekilde etkilendikleri ve başa çıkmak zorunda oldukları sorunların farklılığı ortada. Burada gerçek afetin yaşanan deprem değil yarattığı sonuçlar olduğu görülüyor. Kadınların giyim tarzları, mahremiyeti ve hijyeni olmayan çadırlardaki yaşam koşulları, hamile ve lohusa olanların özel durumları ve güvenlik problemleri ayrıca ele alınmalı. Tıpkı savaşlarda olduğu gibi deprem gibi afetlerde de kadınlar ve çocuklar için güvenlik sorununun daha büyük olduğu açık. Afet yönetimindeki karar alma süreçlerinde bırakınız kurumsal eksiklikleri, bu karar alma süreçlerinde kadın temsilinin olmaması da bir kere daha toplumsal cinsiyet eşitlik politikalarının önemini gösteriyor. Dünyanın birçok yerinde afetlerde kadınların adeta savaşlarda olduğu gibi şiddeti daha fazla yaşadıkları, gıdaya ve yardımlara daha az ve geç ulaşabildikleri, cinsel istismar ve şiddetin arttığı bilinmekteyken ülkemizde yaşanan bu derin afetten sonra kadınların ve çocukların korunma politikalarının yetersizliği iç acıtıcıdır. Burada yapılması gereken afet sonrası doğru planlama ve dezavantajlı kadın ve çocukların durumları için sosyal politikalar oluşturmaktır.

Merkezi idare, yerel yönetimler, iş dünyası ve sivil toplum kuruluşları çok acil eylem planını bu sorunları dikkate alarak yapmalıdır. Bertolt Brecht’in “Mücadele eden yenilebilir ama mücadele etmeyen zaten yenilmiştir” sözü tam da bu durumu özetliyor. Deprem bölgelerinde kadınlar çok acı biriktirdiler ama ilk ayağa kalkanlar da her olumsuz şarta rağmen yine kadınlar oldular. Direnen ve üreten kadınlar hayatlarını devam ettirmekle kalmıyor yeniden toplumsal ayağa kalkmanın umudunu da bize veriyorlar.

İlginizi Çekebilir
SONRAKİ HABER