Türkiye’nin siyasi hayatında son 1 yıldır en çok kullanılan ifadelerden biri “erken seçim.”
Sadece mevcut durumdan şikayeti ve sızlanmayı değil, bunun çözümünü de içeren “acil bir çağrı”dan söz ediyoruz. Zaten demokrasilerde, kötü gidişata çare olarak önerilen yegâne “ilaç”tır erken seçim.
Niye?
Çünkü, bunu dile getiren ve çağrıda bulunanların gözünden bakıldığında, “kronikleşen” bir hastalıktan ve acilen cerrahi müdahalede bulunulmazsa “hayati” bir risk oluşması muhtemel bir “yara” söz konusudur. O “cerrahi müdahale”nin adı sandıktır.
Türkiye’nin, bugünkü muktedir kadrolar tarafından getirildiği vahim duruma baktığımızda, bu hayati riskin “muhtemel” olmaktan çıkıp bizzat “somut bir gerçeklik” haline geldiğini kim yadsıyabilir?
Muhalefet liderleri her ağızlarını açtıklarında, her kürsüye çıktıklarında, vatandaşlarla her karşı karşı geldiklerinde bunun altını kalın çizgilerle çizmiyorlar mı zaten?
Bu konuya en son vurgu yapan da, ana muhalefetin lideri CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin en somut ve en acil sorunlarına parmak basmıyor mu?
Cumhuriyet Gazetesi’nden meslektaşım İpek Özbey’e verdiği mülakatta bugün okuyoruz ki: “Çürümüşlük, kokuşmuşluk ve yozlaşma”nın, yargıdan bürokrasiye kadar her alanda tepeden aşağıya kadar nasıl vahim biçimde sirayet ettiğine dikkat çekiyor Kılıçdaroğlu.
“İnançların ve ahlaki temellerin bu kadar derinden yıprandığı bir zamanı hiç hatırlamıyorum” diyor. Yani, ülkeyi yönetenlerin her türlü ahlaki kriteri ihlal ederek, her kademe bu kokuşmuşluğu derinleştirdiğine vurgu yapıyor.
Bununla da kalmayıp, mafya reisinin aylardır sürdürdüğü ifşaat dizisi ile ortaya çıkan “Mafya, siyaset birlikteliği ile çürüyen bir devlet yapısı ile, ülkenin bekasının mafyaya teslim edilmiş olmasından” yakınıyor.
Yine muktedirin, ülke kaynaklarını hem kişisel hırsı hem de çevresindeki bir avuç mutlu azınlığın yararına nasıl har vurup harman savurduğunu hatırlatıp “Vatandaşın önünde (küçültülecek kadar bile z.a.) porsiyon yok. Böyle dramatik bir tabloyu Cumhuriyet döneminin hiçbir evresinde görmedik” diyerek, Osmanlı padişahlarının bile bu kadar çok sarayı olmadığını hatırlatıyor. “Çöp konteynerlerinden beslenenlerden” ve “Çocuğunun karnını doyuramadan yatağa yatıran binlerce anne”den söz ederek, bu kapkara tabloyu tamamlıyor.
Bu sözleri, hemen bütün muhalefet liderlerinin ve milletvekillerinin ağızlarından gün boyu dinliyoruz. Başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere, zaten vatandaşın da (deyim yerindeyse) “gırtlağına kadar batık olduğu” bu vahim tabloyu vatandaşa hatırlatırken, ekonomiden yargıya, bürokrasiden eğitime, sağlıktan dış politikaya kadar “devam etmesi halinde onarılması çok daha uzun bir zaman alabilecek” bir kanama ve kronikleşme sürecini gayet iyi teşhis ediyorlar.
Çare ne?
En başta da hatırlattığım ve muhalefet liderlerinin de sık sık vurguladığı üzere, “Bir an önce sandığın ortaya koyulması”…
Peki, durumun müsebbibi olanlar, yani iktidarın en tepesindekiler (aslında tek bir kişiden, Şahsım’dan” söz ediyoruz) bunu yaparlar mı? Tabii ki yapmak istemezler. Çünkü bugün gelinen noktada sonuçları kendileri açısından çok vahim iki olası tablo ile yüz yüze durumdalar. Karar vermeleri çok zor.
Bugün muhalefetin gazına gelip “hodri meydan”a karşı “hodri meydan” demeye kalksalar ağır bir hezimetle karşı karşıya kalabileceklerini biliyorlar.
Yok, “2023’e beklemek” diye bir seçeneğe sarılsalar, bugün olabileceklerden bile daha ağır bir seçim hezimeti tablosu ile yüzleşecekleri korkusu, iktidar partisi ve ortaklarını basmış durumda.
İyi de…
Sözünü ettiğimiz ve özellikle Kılıçdaroğlu ve Akşener gibi gecesini gündüzüne katıp vatandaşa yukarıdaki derin ve vahim tabloyu anlatan liderler, erken seçimin geciktiği her bir günün hatta her bir dakikanın ülkenin “geri döndürülemeyecek şekilde uçurum kenarına hızla sürüklenmesi” anlamına geldiğini bilmiyorlar mı?
O halde…
Üçüncü bir seçeneği niye kimse düşünmüyor?
Madem “Hazırız. Hodri Meydan!..” diyorsunuz.
Madem, “Yitirilecek tek bir dakikası yok bu ülkenin” diye haklı olarak sızlanıyorsunuz.
O zaman “Erken seçimi zorlamanın pratik ve kolay bir adımı” olduğunu neden unutmuş görünüyorsunuz?
Parlamentodan topluca istifa (Anayasa Madde 78 hükümlerini zorlamak amacıyla) halinde, ülke zatern otomatikman seçime götürülemez mi?
CHP 135, HDP 55, İYİ Parti 36, TİP 4, Memleket P. 3. Saadet 1, Demokrat Parti 2, = 236 milletvekilinden söz ediyorum.
Çekilin. Erken seçimi zorlayın.
Neyi bekliyorsunuz?
Neyi beklememizi istiyorsunuz?
Yitirilecek daha fazla zamanımız var mı?
Bırakın o zaten tamamen sembolik bir anlam taşır hale gelmiş olan, hiç bir işlevi kalmamış, sadece Anayasa’da yazılı bir sembolik konuma düşürülmüş TBMM rozetlerinizi ve düşün yollara.
Gelin halkın bağrına.
Şahsım ve etrafındaki muktedirleri yalnız başlarına bırakın.
Halkla yüzleşsin siyaset.
Var mısınız?
Bana, ülkenin sorunlarını anlatmanıza gerek yok artık.
Hepimiz biliyoruz. Üstelik sizden daha iyi biliyoruz. Çünkü bire bir yaşıyoruz bu sorunları.
Kimilerimiz yaşamaktan bıkıp canına kıyıyor hattâ…
Bana, bunu (yani, sine-I millet adımını) neden yapmadığınızı ya da yapmaya neden gönlünüzün elvermediğini izah edin.